Pastırma Yazı
PASTIRMA YAZI
Sayarak tepsiye diziyordu. “Kırk altı, kırk yedi.” Dıştan içe doğru. “Elli sekiz, elli dokuz.” İrileri ortaya. Kenarlara birkaç yarım limon. Emeğin, özenin, birlikteliğin, beklentinin, sevginin simgesiydi şu midye dolmalar.
Plastik çöp kovasını kapı ağzındaki açılır kapanır iskemlenin yanına koydu. Mutfaktan tepsiyi, naylon torbaları, bıçağı getirirken, ‘Yaz bitmese,’ diyesi geldi. Karnını sıvazladı, ‘Hayır, bir an önce kış gelse.’ Kocasını uğurlarken gebe kaldığını neredeyse ağzından kaçıracaktı.
Gidişini pencereden izledi: ‘Sol eli başındaki tepside. Öbür elinde iskemle. Yelken bezli arkalıksız iskemleye bağlı pembe kovacık. Adının ilk hecesini işlediği cepli önlük belinde. Kocaman cepte mavi mavi tam ortada. Kendi adını da ekleyiverse ya. ‘Her şeyi uyumlu… Sola bükük gövdesi. Adım atışı. Anlayamadığım tek şey o pantolon askısı. İnce yapılı!.. Varsın taksın. Yakışıyor. Ne iyi ettim de bununla evlendim.’ Sokaktan geçenlere bakındı. Coşkusunu onlarla paylaşacak gibiydi.
Elinde boş tepsi, ‘İkindiye kalmaz döner,’ diye düşündü. ‘Şimdi sıra dolmalarda. Tencereden çıkarılacak, dizilecek. Soğumayı-onu-bekleyecek. Yarınkileri de hazırlamalı. Geceye sarkmasın da baş başa oturalım.’
‘Kıyı tıklım tıklımdır,’ diye gülümsedi. ‘Her an gelebilir. Gelsin. Hazırım.’ Midye kabuklarını fırçalayarak temizlerken gülümsüyordu. ‘Çok şaşıracak. Sevinçten uçacak.’ Onu öyle görünce kıvanç duyacaktı. Kabukların birbirinden ayrılmamasına özen göstererek bıçakla açıp içlerini yıkarken arada bir ıslak elleriyle, “Anlayana dek gizleyeceğim,” deyip karnını okşuyordu. ‘Ya da beklenmedik bir anda söyleyeceğim. Coşsun... Benimle, kendisiyle, şimdiden yavrumuzla övünsün.’
“Midye dolma,” diye vurgulayarak yanıtladıktan sonra o da gezgine İngilizcesini sordu. Plastik kovacığın bağını çözüp yere koydu. Almancasını, Fransızcasını öğrenmek istediğini gülümseyerek anlattı. ‘Sanırım hepsini bildi,’ diye düşündü. İtalyancasını sorsa mıydı? İspanyolcasını bilebilir miydi? ‘Her dilden yazdırmalı. Upuzun kağıda. Yunanca, Çince. Bizim hanım bayılır. Dahası , bellemeye kalkışır. Cin gibidir, beller de.’ Arkalardakilerden biri el sallıyordu. O da elini, ‘Geliyorum,’ der gibi havalandırdı. Tepsi çoktan yarılanmıştı.
‘Severek satıyorum,’ diye düşündü. Evlenir evlenmez bu işi karısı önermişti. ‘Girişken, tutumlu kadın.’ Oysa gönlü bu yöredekilerden birindeydi. Çok isteklenmişti. ‘Olsun. Bu da güzel. Bunu da sevdim. Açıksözlü, içten. Beni de seviyor.’ Terlemişti. Eli başına gitti. ‘Şapka! Niye uyarmadı? Nasıl unutur!’ Geçenlerde de limonlar için geri dönmek zorunda kalmıştı.
“Açma, burada yemeyeceğim. Konuklarım var. Tadımlık. Ver işte, bilmem ki... Poşeti doldur. İrilerinden. İki de limon koy.” Ağzını düğümledikten sonra hava alması için naylon torbayı bıçakla deldi.
Karnı belli belirsiz şişkinleşmeye başlamıştı. Elinde tahta kaşık, “Gözü midyeden başka bir şey görmüyor,” diye mırıldandı. Soğanlar pembeleştikçe sanki kaygıları azalıyordu.
Doğuma aylar vardı. Yine de dolmalar; buna koşut tepsi sayısı günden güne artıyordu. Birikimler bebek içindi. Bocalamamalıydılar.
Fıstıklar kavrulmuştu. ‘Gecikti?! Demek bitiremedi! Oysa satış artabilir. Onu yönlendirmeli.’ Kuşüzümlerini, naneyi, karabiberi, tuzu kattı. ‘Neredeyse akşam olacak!’ O hafta böyle geçti. Yazın son günleri yaklaşıyordu.
Midye kabuklarını içle doldurduktan sonra açılmasın diye iplikle bağladı. ‘Dönemedi. Dün bu denli gecikmemişti. Hani daha girgin olacaktı! Ne tasasız adam! Bütün özelliklerini saydılar da bunu söylemediler. Yılbaşına dek paralanmalıyız. Daha da... Daha da... Öğrenince coşmalı. Para gölge düşürmesin. Sandığından fazlasını biriktirdim. Etkilenmeyecek.’
Günler kısalıyordu. Ocağı yaktı. ‘Sürpriz, çocuk adı olur mu? Diyelim ki oldu. Kıza mı, oğlana mı yaraşır?’ Ocağın ateşini iyice açtı. ‘En güzel yeni yıl armağanı. Sana... Ama haydi bey gel artık! Boşu bırakıp şu tepsiyi al...’
Geçen pazartesi ucuzlatmıştı. Karısından gizlediği için üzülüyordu. İçten davranmalıydı. ‘Belki de anladı, söylemiyor. Tok gözlü... Ne gün, ne verirsem onu alıyor ; kağıt , bozuk… Çabası bebek için. Bilmediğimi sanıyor. Şaşırtacak. Öyle olsun. Duyunca sarılıp coşmalıyım.’
Kumsal boşalıyordu. Bunu karısına söylemişti. Okulların açılmasıyla daha da boşaldı. Yine de günde iki tepsi satabiliyordu. ‘Üç gün önce beş tane alan, bugün on , on beş tane alıyor. Bu böyle sürmez. Artık uyarmalıyım, bir tepsilik yapsın. Ya da midye alma işini ben üstlensem? Demeye dilim varacak mı? Kırılır...’ Güneşlenen biri doğrulup el salladı. Tepsiyi başına koyar koymaz ona gitti.
Pirinçleri yıkarken dayanılmaz bir istekle kocasının dönüşünü bekliyordu. ‘Onu dinledim, bir tepsi yaptım. Yine mi bitmedi !’
Bugün daha geç döndü. Yarın daha da geç dönecekti.
Hiç bu denli gecikmemişti. Artan dolmaları yiyip evin yolunu tuttu. Karısı önemliydi. Üzülmemeliydi. Özellikle şu günlerde. Ancak günden güne daha çok midye dolma yemesi gerekeceğini biliyordu. Yemesine yerdi de ya bir gören olursa!
‘Çuval bitmeye yüz tuttu. Artık satış yok , bu son. Diyeceğim. Ya bugün, ya yarın. Kazandıklarım üçümüze de yeter. Dahası; ayrıldığım işe dönerim. Başkasını almadıysa? Birdenbire ayrılmama kızmıştı ama? Belli olmaz.’ Ev görünmüştü.
Bulutlar kumsalı daha da boşalttı.
Arada bir görünen güneşin değeri şimdi çok iyi biliniyordu. Sözleşmişçesine herkes aynı anda denize giriyor, aynı anda çıkıyordu. Üstelik midye dolma satın almayanı yoktu. Aynı kişiler. Her gün, her gün. Artan sayılarda. Sanki onu hoşnut etmek istercesine... Eğer öyleyse, bu da inciticiydi. O işi bırakmasa mıydı? Sürekliydi. Çocukluğundan bu yana orada çalışmıştı. Seviliyordu. ‘Oysa hanım... Düğünden birkaç hafta sonra. Bir gün birdenbire, ivecence. Üsteledi de üsteledi. Yazıklanmıyorum. Günün birinde yazıklanırsam bile bu, sevgiye değer.’
Dolmaları yemekten kurtulamayacak mıydı? Tok karnına akşam yemeğine oturmak. Güzel bir kahvaltı, öğle yemeğinden sonra özenle hazırlanan masalar. ‘Senin için yaptım. Yesene... Beğenmedin mi yoksa?! Gücenirim.’
Karısının kulağına gitmesinden çekiniyor, tanıdıklarına da veremiyordu. Atsa?.. Kıyılabilir mi! Midyelere değil; onu yapan ellere, emeğe, beklentilere, çocuksu şaşırtmacalara... Neyse ki pirinç çuvalının dibine gelinmişti. Her şey kendiliğinden sonlanacaktı. Duymuştu: Üzüntü, gerginlik bebeğe de yansır, dokunurmuş.
Mutfaktaydı. Yazın-yaşamının-bir bölümünü orada geçirmişti. Yedi tepsilik günler unutulmuştu. Geçmişe özlem duymuyordu. Parlak görünmeleri için midye kabuklarına zeytinyağı sürdü. Tepsi dolunca içeriye seslendi. “Hazır!” Kapı ağzında ekledi, “İyi ki seni dinleyip de bırakmadım. Her gün bir tepsi gidiyor. Puslu günler geçti.” Kocasının omzunu okşadı. “Sen de şişmanlıyorsun.” Gülümsedi, “Gün be gün, benim gibi.” Kapıyı kapatırken yüzü asıktı. ‘Anlamadı. Sürpriz yaklaştı bey!.. Böyle bir ad duymadım ama kulağım alıştı, hoşuma gidiyor. Dayanamayacağım artık, ona söylesem mi?’
‘Bugün son,’ diye düşündü. Bu kaçıncı sondu! Kumsalda tek başınaydı. Kimi gün iskemleyi koyacak yer bulamazdı ; kapatıp koltuk altına sıkıştırır; çömelir, tepsiyi dizine dayardı. Renk renk havlular, güneş şemsiyeleri, şapkalar, gözlükler... Mayolu, bikinili, üstsüz, giyinik; yakınlaştığı genç , yaşlı insanlar... Mısırcıdan, dondurmacıdan geçilmezdi. Deniz yataklarındaki çocuklar , birbirinin sırtına güneş yağı sürenler ; okuyanlar, yazanlar neredesiniz? Öpüşenler, sevişenler... Hiçbir şey paylaşmamışsa da kumsaldakilere alışmıştı. Yo ; paylaşmış da sayılır. Az da olsa. Söyleşiler kısaydı, kısıtlıydı. ‘Bir daha göremeyecek miyim,’ diye kaygılandığı ; ‘Yarın yine gelse,’ diye isteklendiği birçok gezgin. Yerlisi, yabancısı... Nedense yazdan değişik bir tat almış ; burada doğmuş, büyümüş olmasına karşın yöresine ilk kez bu denli bağlanmıştı.
Kumsalda yürüyordu. Konaklama yerlerinin hepsi kapanmıştı. Arkadaki çamlığa baktı. ‘Araçtan, çadırdan ağaçlar zor görünürdü.’ İskemleyle kovayı kayaya yasladı. Külleri, yanmamış kömür parçacıklarını ayağıyla saçtı. Koya inen yola tam sapacakken geri dönüp satın aldığı gazeteyi yere serdi. Dolmaların tamamını sarmaya yetmeyecekti. Bir an için okumaya isteklendiği gazetenin yapraklarını ayırdı. Paketler ilk çöp bidonuna atılmaya hazırdı şimdi.
‘Kumsalı böyle görmese miydim,’ diye yazıklandı. ‘En az bir ay önce bırakmalıydım.’ Dopdolu kıyı burnunda tütüyordu. Elinde değildi; anıları olmuştu
Zili çalar çalmaz bu uzun yazı unutacaktı. ‘Önceki işim güçtü ama içim yorulmuyordu. Tanımadığım insanlara hiç bu denli yaklaşmamıştım. Neyse ki güneşin gücü tükendi. Sevenim var, seviyorum. Kışı düşün, kışı... Üç olacağız! Şenleneceğiz.’
Seslenir seslenmez kapıyı karısı açtı. Elinden tepsiyi alırken yerinde duramıyordu. “Duyunca şaşıracaksın, bey !” Gözleri ışıldıyordu.
Boş bulunup, “Biliyorum,” deyiverdi. ‘İkinizi de seviyorum,’ diye ekleyecekti. Kendini tuttu. Karısından duymalıydı.
“Nerden bilebilirsin! Az önce satın aldım. Bir çuval pirinç. Baktım işler iyi gidiyor. Midyede sorun yok, tasalanma. Motorcuyla konuştum. Pastırma yazı bu. Uzadıkça uzadı. Sürpriz! Sevinsene bey, küserim.”
Pastırma Yazı / Seçkin GÜNDÜZ