- 3469 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Artık zorlamıyordum kendimi; kadere razı oluş mu, boş vermek mi bilmiyordum ama güç değildi bu, onu biliyordum. Çaresizlikti belki de… Ne kadar güçlüsün dediklerinde buruk bir sızı yakar geçerdi içimi. ‘’ öyle olmak zorundayız ama…’’ diye başlar onlara da güçlü olma dersleri vermeye çalışırdım, yıllardır ezberlediklerimden… Güçlü görünmek her zaman hoşuma gitmiştir. Yalnızlığımdan mı, ağır sorumluluklarımdan mı, içinde yaşadığım ortamdan mı bilmiyorum ama böyle bir savunma mekanizması, bir kalkan oluşturmuştum kendimce… Hayatım boyunca hep güçlü görünmeye çalıştım, en zayıf olduğum zamanlarda bile zayıf görünmek hep ürkütmüştür beni. Zayıf görünürsem ezileceğimden korkardım, hayatın ve insanların acımasızlığından korkardım hep… Güçlü olmalıydım, ya da en azından insanlar öyle zannetmeliydi, en yakınlarım bile…
Kanser olduğumu öğrendiğim zaman da yine aynı, sorunu küçümseyen güçlü, iradeli kadını oynuyordum. Evet oynuyordum, çünkü sadece yalnız kaldığımda ben oluyordum, Yalnız kaldığım da korkularımla yüzleşiyordum… Çaresizliğimi sadece duvarlara haykırıyordum ‘’ ben ne yaşadım ki daha, neden şimdi… BİR GÜN MUTLAKA’ m var benim, o gün daha gelmedi. Her şey bitmiş olamaz, daha her şey yarım…’’
Çok uzak bir şehirdeydim. Bir kaçışın beni sürükleyip getirdiği, yabancı bir şehir… Ailem; ki hiç aile olamayan bir aile, sevdiklerim; hep sevip hiç karşılık beklemediğim, elimi uzattığım da bile elime değil, elimdekine uzanan dostlarım… ve kaçışımın son ulaşılmaz kalesi bir şehir… yalnızdım aslında hep olduğum gibi… suskundum hep sustuğum, içime attığım gibi… çaresizdim, alışık olduğum ama bu sefer geçecek mi bilemediğim… ve tabii güçlüydüm hep göründüğüm gibi…
Buna da yenilmeyeceğim, en azından ‘’yenildi’’ diyemeyecek kimse arkamdan. Pes etmeyeceğim, kaçmayacağım, yarım bırakmayacağım… hiç bir şeyden pes etmeyecek kadar inatçıyım hala, korkmuş olsam da korkularımdan kaçmadım hiç ve yarım yaşanmış çok fazla şey var hayatımda…
Tedavim devam ediyordu. Kemoterapi aldığım günler inadına daha çok çıkıp dolaşmak istiyordum ama ilacın son günlerindeki etkileri çok fazla vuruyordu. Etrafta naz yapacak kimse yok, dayan diyordum dayan. Başka ne yapabilirsin ki dayanmaktan başka…
Kapkaranlık bir kuyunun dibindeydim sanki. Kuyunun ağzından gökyüzünü seyrediyordum. Gündüzleri güneşi göremesem de, gün ışığı biraz aydınlatıyordu karanlığımı. Geceleri tek tük de olsa yıldızları, hatta bazen kendi yıldızımı görebiliyordum, onunla dertleşebiliyordum yıllardır olduğu gibi… Bazen iyice karanlığa kesiyordu içerisi, o zaman ne gün ışığı ne yıldızlar görünüyordu. Umutlarım da körelip gidiyordu işte o zamanlar. O soğuk buz gibi karanlıkta tek başıma içim üşüyor, büzülüp kalıyordum çaresizce. Sesimi duyan olmadığı için artık hiç seslenmiyordum, hatta konuşmuyordum, kendi sesimi bile unutuyordum bazen…
Yine böyle karanlık gecelerden birinde, derinlerden bir ses duydum;
‘’ Buradayım, elimi uzatıyorum tut elimi seni çıkaracağım ordan’’ diye bağırıyordu.
Başımı yukarı doğru kaldırdım şaşkın ve mahmur, ama ses yukarıdan değil kuyunun içinden geliyordu. Şaşkınlığım iyice artmıştı kuyunun en derin yerinde, dibinde olduğumu zannediyordum. İnanamadım önce, şaşkınlığı üzerimden atar atmaz seslendim;
‘’ sen kimsin, orada ne işin var?’’…
’’ ben yıllardır senden daha fazla yalnızım, senden daha fazla karanlıkta yaşıyorum. Buradan çıkışı biliyorum ama yalnız çıkamam bana yardım et, bu kuyudan birlikte çıkalım. Eğer elimi tutarsan ikimiz de kurtulabiliriz’’…
İnsanlara güvenmemeyi çoktan öğrenmiştim, yıllardır kaçmaya çalıştığım en gerçek şey buydu…
‘’ yalan söylüyorsun, orası buradan daha derin ve daha karanlık. Eğer çıkışı biliyorsan neden kendin çıkmıyorsun?’’
‘’evet çıkışı biliyorum ama çıkabilmek için yardımına ihtiyacım var. Doğru söylüyorsun burası oradan daha karanlık ama sonunda aydınlık var, huzur ve mutluluk var. Hadi tut elimi birlikte kurtulalım bu karanlıktan…’’
Hayır; yalan söylüyordu bunu biliyordum, hissedebiliyordum. O’na inanmıyordum, bana hiç güven vermemişti. Ama nereye kadar, bu kuyuda tek başıma, acaba bu gece yıldızları görebilecek miyim umuduyla yaşabilecektim ki…
Belki de o el benim için son umut tu, Allah tarafından gönderilmiş son çareydi. Bunu yaşamadan öğrenemezdim. Zaten ne kaybedecektim ki artık…
İçimde ‘’hayır’’ diye feryat eden şüphenin sesine aldırmadan, uzattım elimi karanlık boşluğa. O an elimi yakalayıp beni karanlığın derinliklerine doğru çekmeye başlamıştı, bense hala’’ acaba’’ diyordum. ‘’Gerçekten çıkabilecek miyim bu karanlık kuyudan?’’ O benim bu şüphelerimi hep ‘’bak görürsün her şey geçecek, değişecek. İkimizde çok karanlık günler yaşadık, çok yalnız kaldık. İkimizin de kimsesi yok. Biz birbirimize güç vererek, destek olarak çıkacağız bu kör karanlıklardan…’’ gibi sözlerle bana güven vermeye çalışıyordu.
Hala karanlıktı her yer ve artık gökyüzünü de göremiyordum. Ne gün ışığı, ne arada sırada da olsa görebildiğim yıldızlar… artık yalnız değildim, elimi tutan bir el, yanımda bir ses, bir nefes vardı ama ben sanki kuyumu özlemeye başlamıştım… O’ na ‘’hani, daha yaklaşmadık mı çıkışa? Bıktım bu karanlıktan’’ diye isyan edeceğim zaman, o gayet rahat ‘’ az kaldı merak etme’’ diyordu, umursamaz bir ses tonuyla…
Bir süre sonra hep aynı yerde dolanıp durduğumuzu fark ettim. Önce paranoyak bir şüphe olduğunu düşünsem de, geçtiğimiz yollardan bir şeyler alıp biriktirmeye başladım gizlice. Ama yine de inşallah yanılıyorumdur diye dualar ediyordum içimden.
Ne yazık ki bir süre sonra, biriktirdiğim şeylerin hep aynı şeyler olduğunu fark edince, şüphelerimde yanılmadığımı anladım. O sürekli ‘’ az kaldı, yaklaştık, çıkacağız…’’ dese de artık ona inanmıyordum. Aslında hep aynı yerde dolaşıp duruyorduk. Beni küçücük karanlık, yalnız ama huzurlu kuyumdan alıp, bu daha karanlık, çok daha soğuk, uçsuz, bucaksız dehlize sokmuştu. Yalnızlığına ve çaresizliğine beni kurban ediyor ve bu dehlizde hayatını sürdürebilmek için beni kullanıyordu… üstelik artık istesem de kuyuma dönemiyordum. Nereye gideceğimi bilmeden o sesi takip ederek karanlık dehlizin içinde bir o yana bir bu yana sürüklenip duruyordum. O’ da anlamıştı artık kendisine inanmadığımı ve güvenmediğimi, maskesi düşmüş bütün gerçekler ortaya çıkmıştı… söylediği yalanlar işe yaramıyordu...
Artık canımı da acıtmaya başlamıştı. Hem sürekli itip kakıyor, hem sözleriyle yaralayıp beni bu şekilde sindirmeye çalışıyordu. Her şeyi göze alıp, geri dönmek istediğim de iyice hırçınlaşıyor, hatta çıldırıyor ve zapt edilmez bir hale geliyordu. Karanlık bir cehennemin içinde yaşıyordum artık. Hastalığım, tedavim… bütün bunlar önemini kaybetmiş, yaşam isteğim kaybolmuştu. Hiçbir beklentim gelecekle ilgili hiçbir umudum kalmamıştı. Tek istediğim bir an önce bu cehennemden kurtulmaktı.
Yine beni yaralamaya çalıştığı bir gün; yaşadıklarımın vermiş olduğu, büyük bıkkınlıktan gelen bir güç olarak düşündüğüm, bir anlık bir hamleyle, onu ittim ve hemen uzaklaştım yanından. Karanlık dehlizin ortasında tek başınaydım şimdi, ama ne gariptir ki korkmuyordum. O’nun arkamdan bağırıp çağırmalarına, yalvarmalarına, tehditlerine aldırmıyordum artık…Bir süre öylece durup ne yapacağımı düşündükten sonra, hiçbir yöne sapmadan dümdüz gitmeye karar vermiştim. El yordamıyla yolumu bulmaya çalışarak ilerlemeye başladım. Nasıl olsa bir yere varacaktım, kaderime teslim etmiştim gideceğim yönü…
Ne kadar sürdü karanlıktaki bu yolculuğum bilmiyorum ama sanki bir esinti hissetmiştim soluğumda. Bir yerden hava geliyordu, o yöne doğru ilerledikçe daha güzel hissetmeye başladım, ciğerlerime tertemiz havayı çekebiliyordum artık… garip bir enerji, bir canlılık sarmıştı bütün bedenimi, adımlarım hızlanmıştı. Bir an önce o havanın geldiği yere ulaşmanın heyecanı sarmıştı yüreğimi. Neredeyse koşmaya başladım karanlığa aldırmadan… çok uzun sürmedi ışığın sızıntısını görmem. Allah’ım çıkış yolunu buldum sonunda, hem de tam umudumu kaybetmek üzereyken…
Bir süre sonra gün ışığıyla kamaştı, karanlığa alışmış gözlerim. Öylece durdum çıkış kapısının önünde. Rüyamı, gerçek mi anlamaya çalışarak, gözlerimi ovuşturup duruyordum ışığa alışsınlar diye. Ciğerlerim oksijenden patlayacak gibi, kalbim öyle hızlı atıyordu ki, göğüs kafesime sığmıyordu sanki.
Artık adımlarım daha yavaş. Hedefe ulaşmış olmanın sakinliğiyle çıkışa doğru yürüyüp dışarı ilk adımımı attım nihayet. Bir sessizlik, bir dinginlik ve tertemiz bir hava... öyle mutluydum ki ne tarafa gideceğimi bilmeden öylece etrafa bakıyordum. Biraz ilerde bir kayanın dibinde daha önce hiç görmediğim renk ve güzellikte bir çiçek duruyordu. Elimi uzattım, öyle güzeldi ki kopartmaya kıyamadım, öyle güzel kokuyordu ki daha önce hiç böyle bir kokuyla karşılaşmadım ve içime çekerek derin derin kokladım. O an çiçek kulağıma fısıldayan bir ses tonuyla.’’ beni kopartmayacağını biliyordum, çünkü beni kopartırsan diğer dallarım ve kökümde kurur ve ben ölürüm. Bir daha da kolay kolay filizlenemem’’ şaşkınlıkla ürpererek ,‘’sen konuşuyorsun ama çiçekler konuşamaz’’ diye sorduğumda, ‘’ ben umut çiçeğiyim, aslında insanların içinde yeşeririm. Daha önce de senin içindeydim ama sen uzun zamandır o kadar soğuk ve karanlık içinde yaşıyordun ki ben orada yaşayamadığım için buraya geldim ve senin dışarı çıkıp, beni bulmanı bekledim’’… tekrar tekrar koklayarak umut çiçeğimi yoluma devam ettim. Biraz sonra muhteşem bir manzarayla karşılaştım. Kocaman bir ağaç, ama her dalından farklı bir meyve sarkıyordu. Tadını bilmediğim, bilip de unuttuğum ya da özlediğim bütün meyveler ağacın her dalından bana doğru uzanıyordu. Tam ağacın yanından akan gürül gürül bir pınar… hemen o yana koştum. Öyle yanmış ki içim, hiç farkına varmamışım. Avucumu doldurup o mis gibi sudan kana kana içtim önce, sonra elimi yüzümü yıkadım, bu ne güzel ferahlıktı ya Rabbim… o anda pınar huzur veren sesiyle, ‘’ ferahladın mı? Ben dostluk pınarıyım, sen beni terk edip gitsen de, ben seni hiç unutmadım. Sen o karanlık içinde yaşarken ben de burada umut çiçeği ile seni bekledim. Bir gün çıkıp geleceğini biliyorduk’’… biraz daha dostluk pınarından su içtikten sonra, bir meyve koparayım diye elimi uzattığımda dev ağaç hışırdayan bir sesle ‘’ ben çare ağacıyım. Aslında hep senin bahçende yaşardım ama sen beni boş verip unuttun. Ben de yıllardır dallarımda barındırdığım şu küçük kuşu da alarak, buraya gelip arkadaşlarımla birlikte seni beklemeye karar verdim. Yani çare uzaklarda değil, hep elini uzatıp tutabileceğin bir yerdeydi ama sen beni fark etmedin’’ ben şaşkınlıktan ne tarafa bakacağımı bilemezken küçük bir kuş havalanıp, çare ağacının dallarının arasından, dostluk pınarının kenarına konmuştu. Cıvıldayan bir sesle ‘’ ben sevgi kuşuyum. Yıllarca her sabah senin pencerene kondum, belki beni içeri alırsın diye. Ama sen hep meşguldün, hep bir yerlere yetişecektin, sürekli koşuşturdun ve beni hep dışarıda bıraktın. Sonra da her şeyi bırakıp bu karanlığa girdin. Ben hapsolamam, kapalı yerlerde yaşayamam. Umut çiçeği hepimizi buraya çağırdı. Bir gün buradan çıkıp geleceğini biliyordu. Biz de hep birlikte seni burada beklemeye başladık…’’
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Öylece donup kaldım. Bir süre sonra kendime gelip mahcup bir şekilde seslenerek;
‘’ evet haklısınız, size çok büyük haksızlık etmişim. Umut çiçeğim; beni affet sensiz hiçbir şey olmaz, hem senin yerin burası değil, gel yine içimde filizlen çiçeklerini kalbimde aç…
Dostluk pınarım; sana her zamankinden daha çok ihtiyacım var. Beni ancak sen ferahlatabilirsin. Ellerimi hiç çekmeyeceğim üzerinden…
Çare ağacım, seni uzaklarda aramayacağım artık, bak geldim beni çarenden mahrum bırakma…
Sevgi kuşum; sen artık hep benimle penceremin içinde yaşayacaksın. Senin olmadığın bir dünyada yaşamayı zaten istemem. Gel en güzel şarkılarını benimle söyle…
Allah’ım hayattan umudumu kaybettim, ama senden umudumu kesmedim… çare aramaktan vazgeçtim ama pes etmedim… sen beni hep sevdiklerimle sınadın biliyorum, isyanım sana olmadı hiçbir zaman. Senden gelen her şeye şükürler olsun, kötü kullarından yine sana sığınıyorum.
Umudumuzu kaybetmeden, gerçek dostlarımızla birlikte ve sevgiyle üstesinden gelinemeyecek dert yoktur… yeter ki biz çareyi uzaklarda aramayalım. Allah sevdiği kullarını hastalıkla sınarmış, en sevdiklerini ne hastalıklarla ne dertlerle sınamış, onları düşünelim ve unutmayalım…
GÜLŞEN KARADAĞ 17.10.2011
YORUMLAR
Gülşen KARADAĞ
"Allah’ım umudumu kaybettim, ama senden umudumu kesmedim… çare aramaktan vazgeçtim ama pes etmedim… sen beni hep sevdiklerimle sınadın biliyorum, isyanım sana olmadı hiçbir zaman. Senden gelen her şeye şükürler olsun, kötü kullarından yine sana sığınıyorum." Aminnnn
Tebrikler emek verilmiş,güzel bir yazıydı...selamlar
Gülşen KARADAĞ
İbrahim ERZURUMLU
Gülşen KARADAĞ
Güçlü olduğunu düşünen insanları daha doğru ve daha olgun bir imana ulaştırmak isterse Allah, güçsüzlüklerini farkedebilmeleri için onlara bir zorluk gönderiyor sanki. Bazen bir başarısızlık, bazen sevilen birini ölümü, bazen de bir hastalık. Buralardan aydınlığa doğru bir kapı açılıyor. Ne güzel, siz de o kapıyı görenlerden olmuşsunuz. Zira önünden öylece geçip gidenler de çok. Güzel yazınız içn teşekkürler.