- 546 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet Algısı 3
3- İnsanların bulduklarıyla yetinmesi cennette sürdürülen bir yaşam ilişkisiydi. İnsanların ortaklaşa yaşamları içindeki tutumsa bilmeleri onların bilen gözleriydi. İnsanların, cennet dışındaki toplumsa yaşamlarıyla, cennete göre; cennette bulduklarından daha fazlasını elde etmenin cazibesi ile gözleri iyice açılmıştı.
Bir anlamda ekmek elden, su gölden olurdu cennete dek olan insan yaşamı; cennet dışındaki insanın gözünün açılmasıyla da, insanın cennet yaşantısını, bitirmişti. Şimdiki cennet dışı yaşam içinde, elde birikmiş servet veservetin boyun eğdiren gücü vardı. Cenneti terk ettiren servet; serveti olmayanların gözünde yeniden olacakla, cennet özlemini de tutuşturmuştu.
İnsanlar, ortaklaşa yaşam içindeyken, asla bilemedikleri ve asla da bilemeyecek oldukları şimdileri içindeki mülkiyetçi ilişkinin sefaletini ve lüksünü yaşamayla burun buruna bulunuyorlardı. Bu kabil cazibedi durumunu insanlık, kölelikleri pahasına, göze almıştılar. Artık insanın hem doğaya; hem de hem cinsine egemen oluşunun, kendi keyfini süren ‘bir bilmesi’ ve bir ‘göz açılması’ olan şimdiki tutumları vardı. İnsanlar bu kazanımlar yüzden, cennette olmayan egemenleşme yaşam tarzına da kavuşmuşlardı.
İnsanların bu denli göz açılmasına dek cazibeye tutumları yüzünden, artık cennete de, dönemezlerdi. İnsanlar, ennete dönseler bile, bu yeni biçim cennet dışı ilişkilerini, cennette süremez olacakları
İnsanların cennet dışı mülkiyetçi yaşamlarına göre, cennet yaşamlarıyla insanlar, adeta cennette gözü kör olan insanın, şimdi açılmış bir gözü; açılmış olan gözün gördüğü belalar vardı. Şimdiki süreç cefa ve sefalarla birbirinin yerini alıyordu. Kimisi belasını yaşarken, kimisi bu belanın sefasını sürüyordu. Ya da sefanın sürüle bilmesi için de birilerinin, sefa maliyeti olan cefayı, çekmesi gerekiyordu!
Cennetten çıkmış olmanızla, cennete bir daha girememeniz arasında bir ilişki vardır. Cennetten çıkışla sizler davranışça ve özne ilişkilerinizce oldukça öznelce büyümüştünüz. Artık cennete dek ilişkileriniz sizin bu büyümelerinizi hiç taşıyamazdı. Örneğin, su içinde; ara sıra karaya baş uzatmayı huy edinen kendilik tutumunuz, giderek akciğer solumasına başlamıştı. Artık suları tümden terk ettiğinizden epey sonra da, suya dönseniz bile; gelişmiş büyümüş olan akciğer solumasıyla tekrar suya dönemezdiniz.
Yine, etnikti komün yaşam ilişkilerinizi terk ettikten sonra; şimdiki araçlı üretim yapan yeni tip ilişki düzeninizi; eski komündü cennet düzen ilişki kavramıyla taşıyacak olmanız, artık olanaksızdı. Ne o günün etnikti totem kültürü ile mülkiyetçi yapıyı başarabilirdiniz, ne de o günün doğada sağlayışlı olan tutum ilişkileri ile bu yeni tarz mülkiyetçi üretim ilişkisini; yürütüp sürdürebilirdiniz.
Sizin dışınızda oluşla, girişen; giriştiren güç; sizin neleri göze almanız gerektiğini, bizatihi size öğretip uygulatmıştı. Örneğin, bir hücreli iken ölümsüz olan hayatınız, amip gibi ikiye bölünüp çoğalıyordu. Oysa sizin dışınızdaki güç, sizi çok hücreliliğe zorlarken; hayatın devamı bağlamında sizin ölümünüzü dahi göze almıştı. Çok hücreliliğin maliyeti ölümdü. Lakin çok hücreli üreme de hayatın devamı için pek verimli bir yoldu.
Hayat bu kabil egoizmle diken üstünde idi. Diken üstünde olan egoizm, vesvese ve kaygılar içindedir. Peki ama bu kaygılar nasıl giderilecekti? Bu kaygıları gidermenin yollardan birisi de, değişen çevreye uygun cevaplar verebilmekti. İşte bu diken üstünde olmaya dek kaygı süreciniz, sizin cennete gerisin geri tekrardan dönememe süreçlerinizi başlatacaktı.
Hücre oluşumunu dayatan çevre olay ve olguları, şimdi yoktu. Söz gelimi ilkel okyanuslardaki arkaik dönemde bol organik besinler oluşmuştu. Bunları rahatça tüketen ego benler, giderek azalan besin kriziyle ilk ekonomik buhranı (krizi- çevrenin değiştirici etkisini) yaşamıştılar. İşte sizin dışınızda olan ve sizden bağımsız olan çevrenin bu kabil sunumları ve dayattığı yoklukları, sizileri; değişmenin tepki koyutuna zorluyordu.
Üstelik hayat sizin dışınızda ama sizinle de vardı. Böylesi karşılıklı zorunlu girişmeli bir oluşuma, boyun eğiyordunuz. Aksi halde bu hal ile (yaşayan canlı olma halinizle) kalamazdınız. Benlik olan güç, düzenli girdi çıktı seçimlemesi yapacakla, yaptığı enerji transferlerini dönüştürüp; enerjiyi düzenli kullanışla düzenli enerjili ve kararlı yapılardı.
Çevredeki sunumlarının (nedenlerin) değişmesi demek, cennetin sunumlarının değişmesi anlamına da geliyordu. Üstelik çevreniz ve dünya ve evren, sizin dışınızda ve sizden önce ve sizden sonra olacak bir kesikli sınırlı, oluşmalar girişmeli, sürekliliktirler. Ama bu süreklilikler bir an sizinle de vardırlar. Siz, var olan, karşılıklı girişmeli olan bu oluşuma sadece boyun eğiyordunuz.
Çevreye dek ram oluşunuz yoksa, bu halinizle (canlı halinizle) var olamazdınız. Canlı haliniz hayatı taşıyan bir kalıptır. Kalıp bu taşımayı yapabilmenin eğimiyle zorunlu girişir. Girişmeleriniz, sizin hayat damak tadınız, mücadeleniz, uygarlık serüveniniz, hak ve görevleriniz, sorumluluklarınız olacakla ulvi eşip; sizce yaşamı devasalaşan bir anlam bulacaktı.
Hep bu ilke için (hayatı ne olursa olsun sürdürme egoizmi için) çaba gösteriyordunuz. Avatar konum can tatlılığı nedeniyle sizin için kıyametin yaşanması olurken, taşınan ilke için sizin (avatar kalıp taşıma ve hoşlanmalarınızın gelecek için) hiçbir öneminiz yoktur.
Yine cennette çıkmanın bir diğer önemli adımı da şuydu. Her ne kadar kişi algıları, olay çevresindeki gerçekleşmeleri, kendisine yönelik bir tehdit ve kayrılmanın sunumu gibi anlarsa da, bu doğal olan bir egoizm, eğimlemesidirler. Ego, dünyayı size göre, sizin için yansılı kılışla; cevrenizi size göre çarpıtma eğilimlidirler. Egonun sağlayışları olmasa, siz dünyayı tanıyamazdınız. Egoizm kör bir yönelme şiddeti gibi saldırgan olabilen ve ben diyen bir eğilimdir. Ama seçme ayıklaması ile de akıllara durgunluk verir denli akıllıcadırlar.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.