AYNIYDI
Yok be canım efendim, kainatta ne kadar söz varsa söylenmeyi bekleyen ve ne kadar uzun ne kadar çok konuşursam konuşayım kimse kendi öz cümlelerini kuramadıkça tam bir ifade bulup oturtamayacağım gönlümün has bahçesine. Her şey yalandan ve riya’dan daha fazla bir anlam taşımayacak. Bu dakikadan olmak üzere beklemeyeceğim de üstelik duymayı hak ettiklerimi. Varsın susulsun ve ardımdan kusulsun bundan sonrası itibariyle.
Nalıncı keseri sevdim huyunu bildiğimden. Bundandı olmamaya yeminim. Bundandı incitmemeye gösterdiğim gayret. Bilinmeyen kıymetler filizledim, yeni tomurları besledim yaz baharlarda. Yeşerttim gülümsemelerine maksatla. Gördüğüm bir tek şey vardı. Yalancı baharları doğmaları için zorlamışım. Unutmuşlar çocukluklarını. Büyük olmanın kederlerini sevmişler illede. Yokmuş dengim, dengeler bozulalı çok olmuş. Terazinin bir kefesi eksik, gelişimi bekliyormuş.
Dağ başlarına kurduğum huzur dolu bir kulübe lekesiz beyaz badanasıyla beni bekliyormuş. Yalnızlık sofa’ya kurulmuş, kalemimi çakısıyla sivriltmiş Rahmete emanet gönderdiğim Babacığım. Kağıdım aherleneli çok olmuş. Rengi sarıya dönük, yeni yazının altında eskiden kalma anıları saklamaya yeminle, parlıyor geleceğim günlere.
Aşk diyorum ya hani hep. Aşk ille de. Unutulmuş, bozulmuş, yıpranmış, özensizlikten küskün aşk. Aranıp sorulmayan, geniş zamanlara kilitli, dar zamanlarda yalnızlık oldukça yüzüne bakılan ya da lafın kestirmesi, darda kalmadıkça aranmayan kızıl elma. Varken balığın deryadaki hikayesi kadar kıymetsiz, yokken dilenmeye çıkılan. Oldu bitti hercai menekşeler bile kabulüm. Umulur ki öğrenecekler bir gün sevmeyi ve “vefa” diye bir kelime eklenecek dillerinin ucuna hatırlamayacak olsalar bile.
Türkü söylemeyi bırakalı on altı sene oldu. Uzundur dinlemeyi bile bıraktığım can yangım. Hey gidinin ozanı. Bu kadar mı yandı ciğerin. Bu mudur senden hediye bunca yıldan sonra bize bıraktığın mirasın. Derdinden kurtulmaya diye dağı taşı inlettiğin o türkü de dolandı dilime ya. Neylim…
Biliyorum yine kedere sarmışsın diyeceksiniz ve lakin şimdiden söyleyeyim kederime sitemim çelme takalı çok oldu. Çamurda sürünsün bundan sonra. Sitem kendimden gayrısına değil üstelik. Yıkıldığım, yandığım ve yerden kalkmaya mecbur oluşum, Leyla’nın kederini anlatamayışından öte bir gayret değil. Mecnun…Çöle vurgun, yanan kumlarda yürümeye mahkum bir faniden öte değil gayrı. Yolun başında, benden Hakka yürüdüğünü bilmez miydim sanırdınız? Yolu gösteren de yürüten de ondan gayrısı mıydı ki bana varsaydı Kays. Kendi yolunu yürürken aradığı Hak’tı. Durduğum yerden bulduğum Hak’la aradığı Hak aynıydı.
***
"Nasıl yar diyeyim ben böyle yare
Mecnun edip çöle saldıktan sonra
Alemin bağında bülbüller öter
Nidem benim gülüm solduktan sonra
...
Coşkun sular gibi çağlamayan yar
Gönlünü gönlüme bağlamayan yar
Benim şu halime ağlamayan yar
Daha ağlamasın öldükten sonra
Pir Sultan Abdal’ım sürem bu yolu
İnsanı Kamilin olmuşam kulu
İster yağmur yağsın isterse dolu
Nidem ben ummana daldıktan sonra..."