- 384 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet Algısı 1
1-]İnsan cennetten çıkmamıştı. Cennet insanın içinde çıktı. İnsanlar başta toplumsal hayata geçişle, birçok cennet algıları yarattıysalar da, bana göre; tarihi süreçte insanlık üç temel cennet algısı üzerine, diğer sosyal ve toplumsal özne algılarını da bu algılar üzerine bindirilişleriyle de, cennet tasavvurlarını ve cennete dek fikirlerini geliştirebildiler. Bu algı artık tüm gelecekteki yaşamlarının da kurgu temeli olacaktı.
Bu algıların temelinde, egoizmin rahat sağlanır oluşuna denk düşen bir konumla bulunuş sağlasanı vardır. Ki bu konumlama sağlasanı da bu tür tüm fantezi ve takıntıları (fetişizmi) kristalize eden bir imeyicidirler.
Hele de cennet özlemi içinde sonraki mülkiyetçi ilişkilerin bulunması vardır. İnsanların sınıfsal olma farklarından dolayı kendi için ulaşılmaz olanların fetişizmi ile cennet özlemlerinin yeni birikmesine dek beklenti takıntıları vardır. Ki bu cennet tasavvurlarının içi daha çok ittifakı dönem sonrasıyla başlayan üretim ilişkieriyle hayli yüklendiğini göstermektedir.
Bu yüklemler, insanın varsıl insanlarda görüp te, kendi durumuyla kıyaslandığı sağlasan ve adalete dek eşitsizliklerdir. Bu algı daha sonraları insanlarının kendileri için ulaşılamaz olanları, kendileri için umut ve kavuşum ettiği, bir ölüm ötesi yer olup çıkmıştır. Ki burası imanın alanı olmakla da, konumuz dışıdır.
Üstelik zenginler de, fakirden zengine doğru olan bu sınıfsal imrenmeyi kırabilmek için yoksulluğu da, yoksula sindirtebilir bir durum kılmada, bu cennetti tasavvur figürleriyle, insanların haldeki durumları sindirten konumlar olacağın; ilintili ve etkili bir kullanım şekli olmuşturlar.
Söz gelimi; “Zenginin cennete gitmesi, devenin iğne deliğinde geçmesi gibidir” denişle, cennete değin algı; fakirlerin, muradına kavuşamamışların, bir murat kavuşum yeri olmuştur. Hatta öyle ki cennette, sabahtan akşama kadar, bekâreti bozulmayan kadın ve hurilerle; cima vardır! Bunlar benim konumun dışı olan inanç alanlarıdırlar.
Böylesi algı alanının temelinde, sadece insanın değişir olan, yaşanır olan ve sürekli oluşur bir hayatı vardı. Bu kırılmaların kaynağındaki boşluklar, bu algılarla doldurulmuştu. Bu manada da, insanlar bir çok cennetlerden çıkmış ve cennetleri terk etmiştiler.
Üç cennet algısından birisi herkesin tanık olduğu bir durumdur. Doğum öncesi koşullara dönme. Yani rahim koruyuculuğundaki cennet algısıdır. İkinci kırılma noktası, hayatın sularda başlayan; o hazır ortamlar dalgalanması içindeki duyuşun arkaik duygusu. Rahatça besini bulduğunuz ve ortama atık bıraktığınız, keyfi etlikti bir durumdular. Karalardaki gibi aşırı bir sıcaklık farkı yaşamadığınız, ılıman sulardan karaya çıktığınızda cebelle şilen kara yaşamı size; sulardaki rahat hayatın yaşama değin olan kıyaslanmasını, cennet gibi algılatmıştı. Bizler bunların genetik, arkaik kalıntılarını taşıyorduk.
Üçüncü kırılma noktası da, bir sosyal aktarımsa tasarımdırlar. İnsanlığın ortak sağlaşılar ve ortak olan paylaşım içinde bulundukları sosyal birlikti komün döneme dek yaşamlarının; daha sonraki mülkiyetçi dönem çalkantıları içinde ancak fark edilen kıyastı huzurun cazip olan çekiciliğidir.
İnorganik dünya süreçlerinden geliyorduk. Oradan organik dünya süreçlerine, oradan da toplaysa öznel olacak (ruhsal-beyinsel algılardı) süreçlerle, tinsel süreçlerden, sosyal beyinli ve toplumsal güç beyinli, yapı süreçlerine doğru gelmiştik.
İşte tüm bunlar, nesnel ve öznel geçmişler; yani kimya ve biyolojinin ve dıştan sosyal organik elciliğin oluşmaları bu yapı süreçlerin ana karekteristik temasıdırlar. Atalarından aktarılan, eski dünyalardan yansıyan, bir arkaik dönem; atalar yaşantısı kopyaları; geçişen ve etkimesi olan bir insani duygudurlar. Ki bu duygular meşumlukları da içerirler. Bunlar; hayal gücümüzün de, sezgilerimizin de, kaynağı olma durumundadırlar.
Şu soruyu karşılamamızda yarar var. Madem sudaki hayat ve komün dönemdeki hayat, cennetti; atalarımız cenneti neden terk ettiler? Hayli zorlu bir soru. Bir kere atalarımız cennette yaşadıklarını hiç bilmiyordular. Ama sudan çıkma ile karşılaşılan feci durum, sizi geri suyun içine; ve o komün dönemden ayrılışla, ıstıraplı olan mülkiyetti yaşama geçişteki karşılaşılan kötücül durum da sizi geri o, komün döneme; yani cennete döndürmemeli miydi?
Bu sorunun nesnel olmayan, ama; insan aklını ikna eden öznel cevabını, o günlerin çelişkileri içinde kıvranan insanlık, vermişti. Bunun aktarımını totemi semboller üzerinde yürütmüştüler. Bu çalkantılı yeni durumu çok cazip buluyorlardı. Bu nedenle de, yeni olan kalleş, çileli, hırs ve tamahı olan; ama “üreten” dünyanın günahı ve sevabıyla da sindirtilmesi şarttı. Hem de şimdi neden böyleydi? Neden, bu durumda olmamız; zorunluydu? Bunu da açıklamak gerekiyordu.
Açıklama nesnel olan ve temelde kişinin ego sal enerji transferini sağlamaya matuf ve buna bağlı olan güvenlikti, korunma gibi temel durum devinmeleriydi. Girişmeler bu devinmeler üzerine olan, bir mücadelenin organize şekli oluşla; o günlerin bilinemezi ve açıklanamazı olmasıydılar. Ama bir kez de bu yola da girilmişti. Bu yolda, eski ortaklaşa sosyal güç sağlayışı yerine; şimdiden ve giderekten de, bireysel çaba ve emeğin baskısı altına da, girmişlerdi.
Şimdiki yaşamı içinde; eski yaşamı içinde olan ve cennette hiç olmayan; önceden hiç de bilmediği; hırsızlıklar, mal için öldürmeler, mal talanları, yağma, mal edinme, kişi olaraktan aç kalma ve kişi olarak başınızın çaresine bakamamanın yalnızlığı vardı. Şimdi birey insan ne kadarda yalnızdı!
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.