İnsanı Kamil (Abdulkerim Ceyli)-2
Rahman ve rahim olan ALLAH adı ile başlarım..
Hamd.. Tek olan ALLAH’a mahsustur..
Salât ve selâm; Kendisinden sonra bir peygamber gelmeyecek olan büyük Resûle..
Bu eserin meydana gelmesinden beklenen; Cenab-ı Hakkın marifeti olduğuna göre; Bize düşen, mukaddes ve yüce olan Cenab-ı Hak üzerine konuşmak olacaktır..
Ama önce onun isimleri yönünden gideceğiz.. Çünkü; Ona delil olan isimleridir..
Daha sonra vasıfları cihetine yöneleceğiz.. Çünkü; Zat-ı İlâhi’nin kemâl derecesi çeşitleri oradadır..
Kaldı ki; Cenab-ı Hakka has mahallerde, ilk zahir olan sıfatlarıdır. Zuhurlarda, sıfattan sonra, ancak zat gelir..
Bu itibarla: Mertebe cihetinden; sıfatlar, isimlerden daha yüksektir..
Zat üzerine sarf edeceğimiz kelâmı; Esma ve sıfatlardan sonraya bırakacağız.
Haliyle bu bölümdeki konuşmamız, bu aleme has olan ibarelerin tahammülü kadar olacaktır..
Durum böyle olunca; Konuşmalarda sofiyenin kullanmakta olduğu kelâm derecesine inmemiz gerekli olacaktır..
Bu arada bazı açıklamalar da yapacağız.. Haliyle; Lüzumlu olduğu ve ihtiyaç duyulduğu yerlerde.. Ta ki; Bakıp okuyana kolay anlama durumu hâsıl ola..
Bazı sırlara karşı da açıklayacağız.. Ki onlar, İlmi; Kitaba yerleştiren zatın yazmadığı meseleler olacaktır..
Ki onlar; Yüce Hakkı bilip anlama ile ilgili işlerdir.. Mülk ve melekût alemini anlamaya yarayan mevzulardır..
Bütün bunları anlatmaya çalışacağız.. Ama: Mevcud olan işaretli ifadelerle.. Bağlı remizleri nükteleri ancak bu yoldan bileceğiz..
Bu arada isleyeceğimiz yol; Saklamakla, açmak arası bir ifade tarzı olacaktır..
Bu haller içinde bir tercüman olacağız ki; Bazan yıkıp dağıtmak, bazan da yapıp onarmak durumu meydana çıkacaktır..
Ta ki; Düşünce gücünü kendinde bulan, tam manası ile düşünebilsin..
Anlatılan manâlar arasında öyleleri vardır ki; Ancak kapalı bir ifade, ya da geniş manâlı bir işaretle anlatılabilir..
Böyle anlatılması gereken bir şey; Eğer açık bir şekilde anlatılacak olursa.. zihin kayar.. Esas mahallinden ayrılır; başka bir yöne gider..
Bu ise.. beklenen hasılatı getirmez.. Öyle ki; Arananın bulunması imkânsız hale gelir..
Bu durumİ İnce bir iştir.. Çoğu kez vukubulur..
Bu manâyı, -Nuh’un gemisi anlatılırken geçen- şu âyet-i kerime ile, daha iyi anlatabiliriz;
- “Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik..” (54/13)
Görülüyor ki; Burada gemiden söz edilmiyor.. Ve o, Nuh’u yüklenen, aslında; Levhalarla, çivilerle yapılan değildir.. O halde neyle?. Düşün..
Böyle olsaydı;
- Levhalarla, çivilerle yapılan gemiye yükledik..
Şeklinde bir ifade tarzı tercih edilirdi..
Şunu da bildirmem gerekir ki; Bu kitaba, Kur’an ve Resulullah S.A. efendimizin sünneti ile teyid edilmeyen hiç bir şeyi almadım..
İş, anlatıldığı gibi olunca; Bu esere bakıp okuyandan bir dileğim var; Şayet, Kur’an’ı Kerim, veya Hadis-i Şerif dışında bir sözümü görürse.. onunla amel etmeyi bıraksın.. Ve, o sözün, benim kasdım olmadığına, âyet-i kerime ve hadis-i şerifin manâ mefhumu içinde olduğuna inanıp teslim olsun; inkâr etmesin..
Ta, ALLAH-ü Teâlâ, o manâ yolunda kendisine bir kapı açıncaya kadar..
Burada inkâr yoluna sapmamanın ve teslim olmanın faydası şudur, O anlamadığı bir şeyi anlama bereketinden mahrum kalmaz.. Şimdi anlayamadığını, belki de az zaman sonra anlar..
Sebebine gelince; Bizim bu bilgilerimizden bir şeyi inkâr eden kimse, onun aslını bilmekten yana mahrum kalır..
İşbu mahrumiyeti ise; İnkârı devam ettiği süre sürer.. Daha öteye geçemez..
Başka yolu yoktur..
Sonra, Onun vuslat tadı; Bu inkârı sebebi iel, ondan kesin olarak tamamen gider.. Hem de; İlk inkârı anında..
O kadar ki; Onu için artık iman ve teslim babında başka bir yol da kalmaz..
Burada önemli bir husus açıklamak isterim..
Bilesin ki; Hangi ilim olursa olsun; onu, âyet ve hadis teyid etmiyorsa.. o bir delâlettir..
Belki de hiç bir şey değildir..
Belki de öyle bir şey yoktur..
Ncak bu durum; Senin o manâyı değerlendiren, âyet ve hadisi bulamadığın için meydana gelmez..
Hemen her ilmin ; kendi özünde, âyet ve hadisle teyid edilmiş olması bir gerçektir.. Ancak seni o ilmi anlamaktan alıkoyan, istidadının azlığıdır.. Bu halin, o ilmi anlamana engel olur..
O ilmi, kendi gücünle almaya, onunla nimetlenmeye kalkarsın.. Ne var ki, böyle bir şeye; asla gücün yetmeyecektir..
Bu halini anlamadığın için, sanırsın ki; O ilmî konu, âyet ve hadise aykırıdır..
Şimdi sana bir tavsiye:
Böyle bir halle karşılaşırsan, teslim bayrağını çekmelisin.. asla, inkâr yoluna sapmamalısın..
Taa, yüce ALLAH elinden tutup seni, o ilmi anlayış makamına çıkarıncaya kadar..
Zira bu ilim; Bir varidattır.. Geliştir.. Ama; Sence yapılan bir şey olmadan..
Sana faydalı olacağı cihetiyle, aşağıda anlatılanları iyi dinle..
Zira bu anlatılanlar, ilmin geliş yollarını gösterecektir..
Sana gelecek ilmi varidat, şu üç yönün dışında değildir..
BİRİNCİ YÖN:
Bu, bir mükâlemedir. Karşılıklı konuşma manasına..
Bu, senin kalbine gelir.. Fakat Rabbanî ve melekî bir ihtarla. İlâhi bir anı ile.. Ondan gelen bir tahrikle.
Böyle bir halin reddine, yollar kapalıdır. Keza inkârı da imkânsızdır.
Çünkü Cenab-ı Hakk’ın, kulları ile konuşması, onlara yaptığı ihbarlar zatına has bir şekilde kabul edilmek zorundadır.. Böylr bir hali defetmeye, kabul etmemeye, hiç bir yaratılmışın gücü yetmez.. ama hiç bir zaman..
Ancak, zihne gelen her kelâmı bu manaya almamak veya;
- Bu ALLAH kelâmıdır..
Dememek için, alâmetlerini, işaretlerini bilmek icab eder..
O alâmetleri bildikten sonra: Duyan, mecburi bir şekilde anlar ve;
- Bu yüce ALLAH’ın kelâmıdır..
Der..
Meselâ O kelâmı duyan, her yanı ile duyar.. Tepeden tırnağa kadar.. Hiç bir şekilde o duyduğunu belli bir yöne bağlayamaz..
Bir yönden duyup, diğer yönden duymamak olmaz..
Tek yönden duyulursa.. onun; ALLAH kelâmı olması imkânsız olur.. Çünkü o; Bir yöne mahsus oluyor, başka yöne geçemiyor..
Görmüyor musun; Musa a.s. kendisine gelen hitabı ağaçtan dinledi.. ağacı dinlemedi.. O sesi hiç bir yöne bağlamadı.. Ağaca da bağlamadı.. Çünkü ağaç bir cihettir.. Yöndür..
Evet.. Rabbani ihtarın durumu budur..
Melekî ihtara gelince.. Kabûl yönünden Rabbanî olana yakındır..
Birincisi kadar kuvveti haiz değildir.. Ancak, kabul edilmesi itibari yönünden zaruridir..
Bu sırf Cenab-ı Hak’la mûkâleme değildir.. Demek oluyor ki; Varidat yolundan, Cenab-ı Hak’la vasıtasız bir konuşma değildir..
Buna, yüca Hakk’ın tecellileri de karışır..
Özetleyelim; Her ne zaman ki, Cenab-ı Hakk’ın nurlarından bir kırıntı kula tecelli oldu.. Kul; İlk anda bir ilim sahibi olur.. Anlar ki; O bildiği, Cenab-ı Hakk’ın bir nurudur..