- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Oysa sevgi ötesiz olamazdı… DENEME 2
Adam sokaktaydı, yürüyordu…
Ve
penceredeki ışık yandı...
Sonra,
penceredeki ışık söndü...
Rüzgâr çıktı...
Adamın gözünden yaşlar damlıyordu...
Soğuktu...
Motor sesleri vardı...
Duymuyordu...
Yaşlar önce dizlerine...
Sonra asfalta düştü...
Rüzgâr çıktı...
Asfalt kurudu...
Gözler kurudu...
Adam yollara düştü...
Ağlamıyordu...
Sadece yutkunuyordu...
Kadınsa...
Karanlık camından dıştaydı bakışları...
Gözleri...
Adama bakıyordu...
Ellerini gördü cebinde...
Elleri...
Son kez ne zaman öpmüştü, bayram mıydı, ayrılık mıydı?
Adam ağlıyordu...
Gece uzanıyordu karanlığa...
Görmüyordu adam...
Ağlıyordu kadın...
Biliyordu gideceğini...
Biliyordu bir daha dönemeyeceğini...
Kapattı pencereyi...
Adam sokaktaydı, yürüyordu...
Soğuktu...
Kadın evdeydi, sıcaktı salonu, buğulanmıştı camlar... Camı sildi, adamın resmini sildi...
Buharlaşmıştı camlar...
Ve
kadın tekrar perdeyi kapattı...
Adam,
arkasına bir daha bakmadı, dönüp ağlayışını görmedi, kendi ağlıyordu, göstermedi ağlayışını.
Birçok yıllar ağladılar
ama
hiç görmediler birbirlerinde göz yaşı...
Adam ağlamıyordu artık, içi yanıyordu...
Kadınsa gülüyordu geçmişi düşündükçe...
Geleceğine ağlıyordu korkuyla...
Ve
adresiz mektuplar yazdılar hep kendilerine...
Kendilerini hayata umarsız yapan...
Yaşamlarını çerçeveleyen bir aşktı bu...
Binlerce cümle sıktın bana doğru... Hepsi bir kurşun hızındaydı...
Kuşlar yandı...
Benim ruhum yandı...
Sonsuzluğa giden bir devrilen bedenle, yere serilen bir vücut oldum...
Bu muydu istediğin? Senin canın yanmadı mı?
Oysa tırnağım dökülse içim parçalanır derdin...
Yürüyordu adam...
Oysa bileklerindeki patlayan mor damarlarından sıçrayan kanlar, önce dizlerine, sonra da asfalta dağılıyordu...
Ve mektuplar sayısız ve hesapsız alıcısına ulaşamayan, ulaştırılmayan.
Hayatın bir köşesinde saklandı yazılanlar
Ayrımında bile değillerdi yazılanların gözyaşlarının perde kapanmış oyun bitmişti
Sahi oyun muydu yaşanılan onca gün, dökülen damlalar inci inci gözlerden
Ve
Biz aşkı yaşadık dedi kadın sevdim sevildim.
Seni bana sakla derdi ayrı kaldıklarında, saklayabildin mi? Söyle be kadın dedi kendi kendine söyle…
Saklayabildin mi kendini sevgide?
Şimdi yaz bakalım adresine ulaşamayan nameleri dizeleri sevgiye dair sözcükleri.
Giden gitti sevgim gitti sevenim gitti.
Yola düşürdüğün sevgini hiç ettiğin bir camda bekleyen adama oynadığın neydi sahi?
Çocuk oyunumuydu, bilmedin kırdın döktün bir kenara attın şimdi kolunu, bacağını kırarak attığın bebeklerin gibi.
Şimdi
Oku bakalım adressiz mektupları, ara bul ve okuyabildiğin kadar, gözlerinden düşen her bir damla için yan yanabildiğin kadar…
Kadın kendine konuştu durdu. Artık onu duyan kimse yoktu…
Adam hâlâ soğuktaydı elleri ceplerinde inen perde gözlerinde…
Duymuyordu hissetmiyordu ne soğuğu nede motor gürültülerini duymuyordu. Kulakları sağırlaşmış, görüşü zayıflamıştı…
Hayal meyal hatırlıyordu yollara düştüğünü. Sevgi de biterdi…
Her bitenin yerini başkası alırdı…
Hayatın köşesinde yazılıp saklanan dizeler güneş görüyordu artık…
Yağmur yağıyor, gökkuşağı renklerine bürünüyordu adresi kayıp dizeler.
Adamın kuruyan gözlerinin her bir gözesinden fışkırıyordu aşka dair satır...
Hızını alamayan çağlayandı, çağladıkça çoğalan dizeler ve adamın kaleminden hızla yayılan…
Yan sen de şimdi
Yanabilirsen
Seni bana sakla
Ve yalnızlığını ve yalnızlığımı
Haydi yağdır yıldız yıldız gökkuşağını
Özletme kendini bana
Kadın telaşlandı, perdeler hâlâ kapalı olan odanın içinde hızlı adımlarla pencereye doğru koştu…
Sanki adam oradaydı, yıllar önce olduğu gibi köşe başında bekliyordu…
Boş baktı baktı kadın boş camdan bomboş sokağı gördü, hayret sokak lambası da yanmıyordu artık…
Geleceğin korkusuydu ona bunu yaptıran
Saklanmayan sevgiyse çoktan açık camdan uçup gitti,adamın soğukta bekleyen yüreğinde…
Koşamıyor sadece yürüyebiliyordu, adam…
Şaşkın bakışları vücudunu titretiyordu… Ve kahrolası düşünce çemberindeydi…
Aniden mırıldandı...
Bu sevgide başım yere eğildi…
Başı yere eğilenleri düşündüm…
Acı ve azap…
Bir de eğdirenleri…
Acı
ve
azap çektirenler çıktı ortaya…
Sadece yaşayanların ve bu çemberin içinde dolananların bileceği bir yürek sıkıntısı bu…
Sadece beden titremesi…
Sadece ruh dağınıklığının sebeplerini düşündüm…
Kaç yıl geçti aradan, beş mi, on mu, belki de daha fazla ama bu sürtünme, bu acı yükleri ile dolanma bitmiyor…
Kim kime, neye sebep olmuştu, vebali kimin omuzlarında? Kimin vicdanı ezik, kiminki huzurlu bu hâlâ içimde sorulan bir soru?
Bu ben desem ki
bu acıları hak edenim…
Yok,
bu sensen ki,
çektirdiğin bütün yüklerin bedeli ödenmedi daha…
Yaşam büyük bir çember, döner bu devinim…
Hem de kimsenin tutamayacağı bir hızla…
Başları yere eğdirenlerin vicdanlarının rahat olamayacağı kesin…
Bu bensem ki kör kuyularda kalayım…
Bu sensen ki yine de söylenecek tek cümle yok…
Hesap yeri çok ötelere uzanacak ve ötesizlikte görülecek bu sonuç…
Artık hayatımı seninle tırtıklamaya gerek yok. Yeter ki önümde ve ardımda durma…
Gölgen benim için mükâfat değil…
Bir sonsuzluk bu dönüş.
Bir sonsuzluk bu acılarla kıpırdayış.
Göz açıp kapatıncaya kadar geçen bu zaman da, artık bir kazanç değil.
En azından ruhu özgür bırak, bunu da geçen güzel günlerin hatırına yaparsın umarım derim demek bile laf_ı güzaf…
Sevdalar çok gerilerde saygınlıkla kaldıkça, adına sevda deniliyor, sevmek deniliyor…
Acı verenle acı çeken sevda hiçbir zaman eşit olmadı, olmazdı da…
Unutulanlarla, unutulamayanlar arasında çok ama çok uzaklarda olsalar da çok büyük bir içtenlikle düşünülme farkı vardır… En azından saygınlık farkı…
Oysa sen, her geçen gün ve yıllarla saygınlığını yitirdin. Bu muydu saygın sevgi? Bu muydu ölesiye sevmek ve içinde kalmak?
Artık günler de, mevsimler de tadını kaçırdı bende…
Kadınsa hâlâ camdaydı…
Soğuktu, gözlerinin içinden akan yaş kurumaları şakak kemiklerinde duruyordu…
Sessiz hıçkırışlardı içine akıttığı… Yılarca yazdı yazabildiğince…
Hasreti, sevdayı, fedakarlığı, sevgiye sadakâti, sevmeye ölmeyi yazdılar…
Yaşayamadıklarını yazdılar… Yaşadıklarını yazdılar…
Ama birbirlerine hiç zarar vermediler…
Hep bildiler nerelerde yaşadıklarını ama kendilerine bile yasak ettikleri seslerini duyurmadılar birbirlerine…
Soğuktu…
Yağmurlar hep üstünde geçti adamın, kaldırımlarda çok ayak tabanı eskitti…
Hep umarsızca baktı araç seslerinin ardından…
Sadece “biz bunu hak etmedik ki” derken bile akıtamadığı gözyaşları ile savaşıyordu…
Kadın da ağlıyordu bir yerlerde sessizce…
İçine içine akıtıyordu yaşlarını… Gözyaşları içinde saklıydı… Ağlıyorlardı keşkesiz birbirleri için…
Hasreti uzaklarda aramaya gerek yokmuş, içimize gelip anladığımızda da artık keşkelerin anlamı yokmuş…
Yok artık O eski güzel günler...
O eski güzel günleri göremeyeceğiz artık...
Mustafa Yılmaz