- 987 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ORDA BİR BATMAN VAR YAKINDA
1983 Yılında Antalya- Manavgat İmam-Hatip Lisesinden rotasyon sebebiyle Batman Lisesine Tarih öğretmeni olarak atandım. Ufacık bir 50 NC Kamyona tüm eşyalarımızı, hatta oralarda belki bulamayız diye yarım ton çam odunu , ben, hanım ve henüz birkaç aylık olan oğlumuzu yükleyerek düştük yollara...Kamyonu bir öğrencimin babası olan Murat Amca kullanıyordu...Şanlıurfa’ya kadar her şey güllük gülistanlıktı, Şanlıurfa’dan sonra manzara, iklim, insanların konuşmaları, çehreleri, yaşam şartları, evleri-barkları her şey değişti...Adana’ya kadarki güzergahta mayosunu bikinisini kapan denize, kendisini kızgın kumlardan Akdenizin serin sularına atarken, özellikle Şanlıurfa ve sonrasında çapasını, orağını alan, başına poşusunu saran kendini toz-toprak ve sivrisinek kaynayan tarlalara atıyordu. Adana’ya kadar La Meridien, Clup Bananas, Dallas cafe gibi tabelalarla karşılaşırken, sonrasında Duvarına kömür ya da tuğla parçasıyla Resturan ya da ’ Maho’nun yeri’ yazılmış yerlerle karşılaşıyorduk. İşin bize göre en feci tarafı gördüğümüz toprak evlerdi. Gerçi ben toprak ev nedir, nasıldır biliyordum. Çünkü çocukluğum Erzurum’un Pasinler ilçesinde böyle bir evde gazlambası ışığında ders çalışarak geçmişti. Eşim de bilirdi toprak evi az buçuk çünkü o da bir Fethiye köylü kızıydı..Ama ilk defa böyle kümbet şeklinde toprak evler görüyorduk. Şoförlük mesleği dolayısıyla bu bölgeleri çok iyi bilen Murat Amcaya da eğlence çıkmıştı. Eşime ’ Bak kızım buralarda tek tük görüyorsun ya toprak ev, Batman’ın tamamı bu evlerle kaplı. Unut artık Manavgattaki gibi bir evde yaşamayı’ diyor, benim ’ Yok ya Batman gelişmiş bir yerdir, orada petrol çıkıyor, petrol çıkan yer zengin olur merak etme evler de iyidir ’ diyerek yaptığım karşı ataklar havaya gidiyordu. Bize evi Batmanda görev yapan Manavgatlı bir öğretmen arkadaşımız bulmuş olduğu için biz, gideceğimiz yer hakkında hiç bir fikrimiz olmaksızın çıkmıştık yola...Şanlıurfadan sonra eşim hiç mola verdirmedi Murat Amca’ya, ne kamyondan inmek, ne de bir lokma birşeyler yemek istiyordu. Nihayet Silvan’a vasıl olduğumuzda Murat Amca: ’ Kızım kafamı kessen de ben yemek yiyecem açlıkan geberdim’ diyerek bir dinlenme tesisinde mola verdi...Hep beraber indik ..İçeri girer girmez bizi karşılayan garson biz oturduktan sonra bana ’ Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve barakatuhu, ebeden ve daimen...Çevani gurban’ dedi....( Sonradan ben de alıştıydım selamı bu kadar uzun vermeye....Çevani ise nasılsın demekmiş kürtçede. Karslı omama rağmen kürtçeyi hiç bilmem.) Afedersiniz anlayamadım kürtçe bilmem dedim. ’Ne arzu edersiniz’ diye sordu bu sefer gayet düzgün bir Türkçe ile...Ne tavsiye edersin dedim: ’Bu gün en güzel yemek haşlama et..Getireyim mi’ dedi. ’Eh getir madem’ dedim. ’ Başım gözüm üstüne’ diyerek fırladı...’ Başım gözüm üstüne...’ bunu da ilk kez duyuyordum. Bir tabağın içinde, el kadar iki kalem kaburga kemiği ve üzerine tünemiş bir kaç gram etten ibaret olan yemek doyurmadı elbette...Baktım dolapta yoğurt var....Yoğurt getir dedim. ( Aslında yolculuklarımda konaklama tesislerinde yoğurt dışınde pek kolay kolay bir şey yemem ) Yoğurt ile karnımızı doyurup tekrar yola revan olduk..1 saat sonra Batmandaydık...Yirmi dakika içinde bize evi ayarlayan arkadaşı bulduk ve evimize avdet ettik...Evden içeri adımımızı atıncaya kadar durum o kadar vahim değildi. Çünkü evler eşimin korktuğu gibi kümbet şeklinde ve toprak değildi...Aksine Batman oldukça gelişmiş bir ilçeydi ( O zamanlar Siirt’e bağlıydı ) İlle velakin eve girince tüm ümitler suya düştü...Çünkü evin tuvaleti, banyosu ve mutfağı aralarında bırakın bir duvarı bir perde bile olmaksızın aynı yerdeydi. Yani eşim mutfakta yemek yaparken ben aynı yerde banyo yapacak ya da def-i hacet eyleyecektim...O kadar uzun yol boyunca hiç bir mızıltısı olmayan bebeğimiz de tam o esnada koyuvermesin mi yaygarayı...Artık bebek ağlar, hanım ağlar, ben ağlarım, hatta Murat Amca bile ağlar....Sokakta o kadar çok çocuk var ki şaşarsınız. İki dakika demedi bizim tüm eşyaları eve taşıdılar. O anda aklıma ilk gelen şey ne yalan söyleyeyim: ’ Öğretmenliğinin de, insan yetiştirmesinin de’ deyip eşyaları kamyona geri yükleyerek Manavgat’a dönmek oldu . Ama hayatım boyunca hiç bir zaman risk almadım..Bu sefer de böyle bir riske girmedim...Ayrıca her şeye rağmen okulumu merak ediyordum...Batman Lisesini...Gördüm ertesi gün..
350 öğrenci mevcutlu Manavgat İmam-Hatip Lisesi yanında 2000 öğrenci mevcutlu Batman lisesi ürküttü beni önce ama zamanla ne ürkme kaldı ne de korkma ...Okulda 43 öğretmen görev yapıyordu Ben henüz beş yıllık bir öğretmen olmama rağmen okuldaki en kıdemli 3. öğretmendim, diğerleri komple stajyer...( Zaten benimle birlikte rotasyona tabi olup da Manavgat’tan doğuya, güneydoğuya gitmesi gerekenlerin hiç birisi gitmedi oralara, eşinin üzerine nalbant dükkanı açarak eş durumu sebeyiyle tayinini iptal ettiren bile oldu. ) Kırk öğretmenin birden Bana ’ Sami abi’ demesi göğsümü kabartmıştı...İki ay geçti- geçmedi öğrenciler de ya ’Sami baba’ ya da ’ İmparator ’ demeye başladılar. Bazen genç öğretmenlerle yaka paça kavga eden öğrenciler ben dövsem de , sövsem de bana karşı saygıda kusur etmiyorlardı.Pardon sövsem dedim..Ana, bacı, sülale karıştırmadan, manevi değerlere hakaret etmeden sövmek serbestti aksi takdirde öğretmen möğretmen dinlemezlerdi...Yani ’ula eşşek’ derseniz boyunlarını bükerler ama eşşeoğlu eşek derseniz bittiniz..
Kısa zamanda Batman’a alıştık.Belki inanmayacaksınız ama o eve bile alıştık. Artık hanım kürt komşu kadınlarıyla altın günleri yapar olmuştu.Ben de ilk zamanlarda kahveye gidiyor öğretmen arkadaşlarla okey filan oynuyordum...Sonraları okulun tiyatro kolu rehber öğretmenliği verildi bana ( Ve hep bende kaldı )Artık boş zaman diye bir şey neredeyse yoktu. Batman Kültür Merkezi emrimize amadeydi. Altı sene içinde Cevat Fehmi Başkut’un ’Paydos’undan, Necip Fazıl’ın ’ Yunus Emre’sine kadar pek çok tiyatro eserini sahneye koyduk...Batman beni şaşırtmaya devam ediyordu...Mesela Türkçesi oldukça bozuk olan bir öğrencim ’ Hocam bana da bir rol verin’ diye yalvarmıştı adeta...Bir deneyelim diye yedek kadroya aldığım, Oyunda geçen ’ Çıkar şu dilinin altındaki baklayı’ yerine her seferinde ’ Çıkkar şu dilinin altındaki baklavayı’ diyen bu öğrencim altı aylık bir çalışmadan sonra diğer arkadaşlarıyla birlikte ayakta alkışlattı kendisini...Ya her perde açışımızda salonun tıklım olmasına ne dersiniz? Bir tiyatro eserini en az beş kez tam dolu salonda oynamaya...İşin acıklı tarafı ne biliyor musunuz? Geri kalmış Batmanda ! bir tiyatro eserini beş kez sahneye koyabiliyorsunuz ama aynı eseri İleri ! Kocaeli’de bir kez bile sahneleyemiyorsunuz...Afyon’da oynanmasını teklif bile edemiyorsunuz.’ Hocam boş ver uğraşma bu işlerle bakarsın oyunda geçen bir cümle birilerinin hoşuna gitmez sonra sen de yanarsın bizde ’ diyorlar... Paydos’u oynayayım diyorsunuz. ’Bu oyunda hacılara hakaret ediliyor’ diye engelliyorlar. Yunus Emre’yi oynayalım diyorsunuz ’ Buram buram irtica kokuyor.Bu olmaz ’ diyorlar...
Geçmişe baktığımda hep bunu düşünürüm: Geri kalmış dediğimiz yurt parçaları neye göre geri kalmıştır? Gülüyoruz ama İbrahim Tatlıses çok haklı söylemiş. ’ Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık ’ diye. Her neyse...Artık Batman ikinci vatanımız olmuştu...Her şeyine alışmıştık...Pardon bir iki şey hariç. Ki onlara hiç bir zaman alışamadım: 1- Sabahın köründe ’ Dadliiiiii’ sesiyle uyanmaya. Hani şu halka şeklinde tulumba tatlısı var ya işte onu satıyor vatandaş... ’Yahu sabah sabah, neredeyse hemen sabah namazından sonra tatlının ne işi var’ diyorsunuz fakat bakıyorsunuz bir saat sonra tatlıcı tüm tatlıları satmış dönüyor...Yiyor millet demekki...Ben buna bir türlü alışamadım...2- Öğrencilerin çoğunda sansür kavramının olmamasına... Bunu zamanla yıktım ama çok uğraştım. Mesela Napolyon Bonapart’ın büyük bir devlet adamı ve komutan olduğunu ama Türklere karşı çok ikiyüzlü davrandığını anlatıyorsunuz. Kalkıyor birisi. ’Hocam ne büyük komutanı ya herif, ib... nin tekiymiş’ diyor.Fakat bunlar bu gün gülümsememe sebep olan şeyler ve ülkeye kaybettirdiğ bir şey yok.Hiç alışamadıklarımının en vahimi ise altmış-yetmiş yaşlarındaki saçı sakalı ağarmış insanların ’ Şıh’ım ya da Ağam’ diyerek on-onbeş yaşındaki ağa-şeyh çocukları karşısında iki büklüm olması ve onların ellerini öpmesi...Buna hiç bir zaman alışamadım...Bunun haricinde her şey güzeldi Batman’da. O yüzden de mecburi hizmet üç sene olduğu halde ben altı sene kaldım orada...Daha da kalırdım ana-baba, sıla hasreti olmasa.
YORUMLAR
beğeniyle okudum
tebrikler
ummueytem tarafından 11/21/2014 10:58:18 PM zamanında düzenlenmiştir.
ummueytem tarafından 11/21/2014 10:58:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
ummueytem
anlamadığınızı yazmışsınız
ben el öpülmesinden hiç hoşlanmam asla öptürmedim kendimden büyüklerime
seceremiz var soyumuz hazreti abbastır
peygamber efendimizin amcası
onlarla gurur duyarım ancak amelimin beni kurtaracağının bilincindeyim
onlar bir avuç tarlayı kendi elleriyle kazar eker ve elleriyle hasat ederdi
kimsenin zerre kadar hakkı geçmesin diye.
bir zeytinle iktifa eder Allahın zikri ve ilmiyle iştigal ederlerdi
bizimde amacımız bir nebze onların yolundan gitmek
Kızım öğretmen eşide asker. Batmana tayinleri çıktı mecburi hizmet.
Bu yazdıklarınız içimi rahatlattı teşekkür ederim:)
sami biberoğulları
Bizi bize bıraksalar her şey yolunda gidecek de maalesef bizi bize bırakmıyorlar. İnşallah Batman hâlâ 1983 lerde benin gördüğüm , tanıdığım Batmandır.
Yüce Rabbim kızınız ve damadınızın yardımcısı olsun.
Selam ve saygılarımla.
Hocam, ilgiyle okudum yazınızı. Bu tür anı yazıları çok severim. Siz de son derece anlaşılır ve etkili bir dille anlatmışsınız. İşte böyle hayata ışık tutacak, gülümsetecek yaşamı sevdirecek çalışmalar okumak istiyor insan.
Sizden ricam yazınızı paragraflara ayırmanız. Bu şekilde okumak zor oluyor çünkü.
Bugün beni etkileyen iki yazıdan biri çalışmanız.
Kutluyorum.
Saygılar.