- 1221 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BALIK KRAKER
Sabahları en büyük eğlencemizdi çay bardağında "balık kraker" yüzdürmek.
Ama ne çay çay olarak kalırdı, ne de yenilebilecek bir kraker kalırdı geriye...
Hamurlaşmış bir karışım dururdu önümüzde sadece. Ama hiç pişman olmazdık, yiyemesek de o balıksal krakerleri çay içinde şişirip yüzdürmek haz verirdi bize..
Daha o zamanlarda başlamış bu muamma kalp ile beyin süzgecimizde. çünkü elimizde gerçek bir balık yoktu, ve kısmen de olsa balığa benzer birşey vardı elimizde.
onu yüzerken görmek, bize ait canlı bir balık hissini tatmak adına ziyan ediyorduk çayı da krakeri de...
Gözleri daha çapaklarından arınmamış bir çocuk vardı, dünyanın neden dönüp durduğunu, suyun asıl renginin keşfinde ve tabanları çivi iziyle dolu bir çocuk..
Ağzında hiç sakız olmayan, fikirlerini gevelemeyen ama en çok fikir savaşlarında kan kaybeden...
Ve bir gün bir kız onu kendi ruhuyla savaşırken, savaşını paket sandı. Ellerini ona uzattı.. Ama amacı savaşını bitirmek değil, o çocuğu kraker yapmaktı..
Yazık, her bakkalda satılıyordu oysa paket paket hamsili istavritli krakerlerden(!) şimdi ne gerek vardı hava durumunu denize çekmeye,
-ki o çocuğun okyanus ötesi düşleri vardı, olmamış kızının saçlarında ördüğü...renk renk dantelleri vardı defterlerinde d’okunmuş sıkı iğneli..
Adı konmamış tohumları vardı, merdiven altında sakladığı saksılarında..Yedi mevsim biriktirmişti parkasının altına sakladığı kumbarada..
Hep üşürdü, hep burnu akardı , hep kalbi sıkışırdı kız yanında olmayınca.. Hep bir adım geride kalırdı hayata, raylardan kurtarmak için atıldığında kızın siyah şalına..
Bilmezdi kız ona sarılınca aslında fanusa soktuğunu. Tüm dünya dönmekten vazgeçti sanırdı o aşık olunca... Suyun rengi varmış, diye sevincinden ağlardı...
Avuçlarında toplardı denizden sızdırdığı gözyaşlarını; bak, derdi ona, bak renksiz değilmiş, hiç birşey nötr değilmiş! Bunu sen öğrettin bana...
Kızın hiç ruhunu tanıyan ve onu bedeninden öncelikli yaşayan bir sevdiği olmamış hayatında. Ve ruhuyla savaştaki çocuğu görünce almış fanusa.
Masum bir çocuğun yaptığı gibi bardağına kraker atmadığını anlasaydı, bu kadar yara aldırıp masumiyetine, yaralar açmayacaktı gözleri aşk çapağıyla kapanmış o çocuğa..
Sonra erimiş aşk parçaları doldurmuşlar birlikte o sırça hücreye... Yüzmüş çocuk, tüm damarları şişmiş aşk kalıntılarıyla.
Kız onu izlerken hiç olmadığı kadar mutluymuş. Tüm karakterlere bürüyormuş onu; bu ol diyormuş, çocuk o oluyormuş. Sağa döndürüp, soldan dibe vurduyormuş.
Sonra öl diyormuş, çocuk çırpınamadan ölüyormuş.............
Ağzı son hamleyle açılmış dibe vuracakken , demişki kıza ; neden bu kadar bencilce davrandın sen söylesene, ne gerek vardı hayallerine kılıf olmama?
Gerçekler varken yalanlardan bir ütopyada boğulmama.. Ben hayallerine benziyorum diye mi cesedim bu sularda isimsiz ve kayıp?..
Söylesene kadın! ne suçu vardı adı okyanus olan kızımın? Onun geleceğinden ne istedin? Gömülseydin düşsel avuntularının en mahrem karanlığına.
Hatta ölseydin orda karabasan taşlarken.
..ve bilmelisin ki kırmızı en çok senin dişlerinde kanadı, geçirdiğinde adamlığımın en kalın duvarlarına. Heyhat, ne zormuş ölmek en sevdiğinin bıçağıyla..
Çabuk soğurum evet, teşekkürler merhametine, çabuk soğur çabuk defnedilirim , defolur bela olmam başına...
Sen hayattın sevgili.. Adına hayat koymuştum, yalandan da olsa yüzmüştüm ben o kör kuyuda... Çünkü yanında olmak yetiyordu bana.
Amaçların , kurguların işlemiyordu aşktan salaklaşan beyin vidalarıma..
Artık nefret ediyorum tüm çocuk oyunlarından , dedi çocuk... Hamurlaşmış bir çocuk oyununda" hayali karakter" olmak düşmüş payıma..
Şimdi ne ben kalabildim "balık kraker " kıvamında, ne de yaşanabilirliliği kalan bir fanusum var artık, hayat diye içine girdiğim aşkla... ...
Gülşen Altunbaş