HİÇLİK-YOKLUK
İstanbul
Yıkılmış bir efsânenin enkâzında asırlar ve fırtınalarca dikili kalabilmiş son bir mermer sütû-nun soğuk bir nefesle yıkılışını, düşünde olsun, görebilir misin?
Bu yıkılışın sarsıntısını, içinin bir gizli mâbet kadar kutsal saydığın derinliklerinde duyabilir misin?
Kraterinden alevler fışkırmaya başlayan bir yanardağ eteğinde kalakalmış bir kimsenin çaresizliğini düşünebilir misin?
Bastığı yerin birden bire sarsılarak tam bacakları arasında çatlayıp iki yana ayrılmaya başlması ve o çatlaktan kızgın kükürt dumanlarının fışkırması hâlinde, hangi tarafta kurtuluşu araması gerektiğine karar veremeyen bir kimsenin aczini bir an olsun yaşayabilir misin?
Sen, kuvvetlinin zavallılığını ve zavallının kuvvetsizliğini aynı anda kendinde hiç yaşadın mı?
Sen hiç yaşadın mı? Yaşadın mı ki ölümü düşünmezlikten gelirsin, yaşadın mı ki “öldürmekten” haz edersin, yaşadın mı ki kendini ölümsüz sanırsın?
Heyhat! Nice yiğitler, ki dağlar kadar yüce, bu savaşta HİÇLİĞİN bir parçası olmaktan kurtulamadı, HİÇ oldu. Öyle ise daha önce de bir HİÇ’ti onlar; Hiç olmayıp da VAR olsalardı ancak YOK olurlardı; oysa bir HİÇ oldular, çünkü önceden de, dağlar kadar yüce, devler kadar güçlü iken bile bir HİÇ idiler.
Öyle ise gerçek, Hamlet’in usundaki “var olmak, ya da yok olmak” gerçeği değil; gerçek: YOK OLMAK YA DA HİÇ OLMAK, çünkü varlık ve yokluk, paranın tersi ve yüzü gibi birbirinin tamamlayıcısıdır. Yokluk ve hiçlik’ten biri mukadder olduğuna göre, hakîkî güç Hiç’likten kurtulup Yok olarak varlığını sürdürebilmektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.