- 564 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Doğru Adımla Yanlış Sonuca Varmak :
Bölgemizi ve özellikle de ülkemizi doğrudan ilgilendiren ve emperyalistlerce yazılan senaryo sahnelenmeye başladığında, oynanacak olan oyunun kuralları her hecesiyle milletimizi bölmeyi, parçalamayı hedeflediği ortaya çıkmıştır. Bilerek ya da bilmeden bu senaryoda rol alan her oyuncu, yaptığı her hamlede kendi milletinin sonunu hazırlayan bir adım atmış olmakla kalmamakta, kendi doğasıyla da çelişen hıyanete de alet olmaktadır. Ama ne hikmetse (!), her figüran kendisini jön olarak görmekte, dolayısıyla haklılığına tüm içtenliğiyle inanmaktadır. Bunun nedeni ise son zamanlarda sıkça işitmekte olduğumuz toplum mühendisliği’’ denen bir tekniğin uygulamada oluşudur. Roller öylesine bilinçli dağıtılmıştır ki, oyuncu çevresinde sadece kendi rolünün ihtiyaç duyduğu manzarayı, aracı ve ara sonuçlarını görebilmektedir. Zaten istenen tam olarak da budur(!).
Senaryonun oturtulduğu temel, hiç kimsenin ret edemeyeceği şu evrensel doğrular ile maskelenmektedir:
· İnsan Hakları
· Demokrasi
· Özgürlük
Her üç başlık da uygar insanın vazgeçilmezi olmasına rağmen nasıl olur da hıyanetin en önemli silahı olarak kullanılabilmektedir(!)?
İşte bu noktada toplum mühendisliği devreye girmekte ve nasıl sorusuna mantıklı bir cevap zemini hazırlamaktadır. Atılan doğru adımların nasıl yanlış sonuç verdiğini, önceden planlanarak proje haline getirilmiş ve sahnelenmekte olan oyun sahasında birlikte inceleyelim. Ama önce kısa tanımlarıyla o üç başlığı anımsayalım.
İnsan hakları : II. Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nca Paris’te kabul edilerek imza altına alınan bildiri...
Bu bildiriye göre; En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin temellerini oluşturur.
Demokrasi :Tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. ...
Özgürlük : Biçimsel olarak bireysel tercihlerin yaşama dönüştürülebilmesi ve dayatmalardan uzak bireysel iradeyle karar alabilme yetisi.
Bu tanımı ile özgürlüğü, sosyal yaşam içinde hayata geçirmek ancak bazı kısıtlamalarla mümkündür. Buna ilişkin Thomas Hill Green’in beğendiğim güzel bir betimlemesi bulunmaktadır. Bunu siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
“ Devletin gücüne neden boyun eğmem gerekiyor diye sormak, aslında yaşamın karmaşık kurumlar bütünü tarafından düzenlenmesine neden izin vermem gerekiyor diye sormaktır. Bu kurumlar olmadan ne ‘benim’ diyebileceğim bir yaşamım olurdu, ne de benden yapılması istenen şeyler için haklı bir açıklama bulabilirdim. Thomas Hill Green “
Aslında öz olarak aynı fakat daha güçlü bir tanımlamayla Immanuel Kant’ı da paylaşmadan edemeyeceğim.
“Anayasal bir ilke olarak bireyin özgürlüğü şu formül ile ifade edilebilir : Hiç kimse benim mutluluğumun kendi anlayışına göre olması konusunda beni zorlayamaz, herkes kendi mutluluğunu başkalarının özgürlüğünü sınırlamadığı ölçüde dilediği şekilde seçer.
Immanuel Kant”
Pratikle daha rahat örtüştürebileceğimiz ve ulus olarak yaşadıklarımızla daha iç içe olan bir anlatımla Mustafa Kemal Atatürk ise;
“Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve her kuruluşun anası özgürlüktür. M. Kemal Atatürk”
Dikkat edilirse üç başlıkla ele alınan kavramlar, farklı yorumlanacak ve algılanacak özellik taşımaktadır. Şayet kısacık anlatımlarıyla matematikte olduğu gibi kesin ve net anlamlar içerseydi, kötü amaçlı olarak suistimal edilemez, algılamada farklılığa imkan tanımazdı. Ama ne yazık ki ülkemizde sürekli suistimal edilen kavramların başında bu üçü (insan hakları, demokrasi, özgürlük) gelmektedir.
Özellikle etnik ve dinsel/mezhepsel farklılıkların körüklenmesi için gerekçe olarak ülkemiz aleyhinde kullanılan münferit örnekler, gerek iç siyasette gerekse uluslararası arenada her fırsatta önümüze sürülmektedir. Oysa tersinden bakıldığında yurt içindeki bazı kasıtlı taleplerin, feveranların ulusumuza yönelik kapsamlı bir siyasi linç malzemesi olduğu açıkça görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti toprakları üzerinde etnik taleplerle sözde devlet kurma çabaları ve yine emperyalizmin desteklediği tarikatların gayretleri ile cumhuriyet rejiminin ortadan kaldırılarak çağdaş yapının din devleti kimliğine dönüştürülmesi sürecinde bu üç kavram sıkça kullanılmaktadır.
Terör örgütünce etnik kökeni Kürt olan insanların talebiymiş gibi gösterilmeye çalışılan ayrılıkçı hareket; gerçekte Kürt halkı tarafından benimsenmemekte, aksine ulusal birliğin korunması düşüncesi Kürt vatandaşlarımızca da ezici bir çoğunlukla korunmaktadır. Bu nedenle etnik bölünme ihtimalini zayıf görmekteyim. Ancak asıl tehlike; etnik bölünmeyi de beraberinde getirebilecek irticai faaliyetlerle belli ölçüde taban bulmuş gerici akımdır. Çağdaş yapısını, laik devlet anlayışını kaybetmiş bir Türkiye, etnik bölünmeye de açık olacaktır. Şu ana kadar sürekli aksi savunulsa da muhafazakâr görünen siyasilerin attıkları adımlar ne yazık ki bu yönde olmaktadır. Toplumun her katmanından tepkiler gelmesine rağmen erk sahipleri, bu tür itirazları, tepkileri duymama, göz ardı etme konusundaki alışkanlıklarını sürdürmektedirler.
Bir ülkenin aydınları, akademisyenleri, sanatçıları benzer kaygıları dile getiriyor fakat umursanmıyorlarsa, işte o zaman demokrasi ve özellikle de özgürlük kavramı ciddi anlamda devre dışı bırakılmış ya da tehdit altında demektir. Kaldı ki; umursama bir tarafa, hükümetin üst düzey yetkililerinden bazıları kaygısını dile getirenleri sert bir dille eleştirebilmekte hatta dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say örneğinde olduğu gibi yol bile gösterebilmektedirler. Elbette bu tür sıra dışı ve mantıkla izah edilemeyecek yaklaşımların yönetimlerce sergilenmesinde, seçim sistemimizin de büyük payı bulunmaktadır. Aksi olsaydı, yönetim kadrolarında daha nitelikli insanlarımız yer alır ve bu tür dışlayıcı, umursamaz tutum ve açıklamalara şahit olunmazdı.
Seçim sisteminde kaliteli insanların milleti temsil edebilmesinin yolunu açmanın bir tek yolu vardır; Kamu sektöründe en küçük memuriyet için insanların yedi sülalesi sorulurken, sabıka kaydı belgesi şartı bulunmaktayken, milletvekilliği gibi daha önemli mevkiler için bu şart ön görülmemektedir. Üstelik seçildikten sonra dokunulmazlık zırhı ile de özel korumaya alınmaktadır. İvedilikle bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekir. Böylece; bir çok olumsuzluk kendiliğinden giderilmiş olacaktır.
Bütün bu olumsuz ortam ne yazık ki bir çok suistimali beraberinde getirmektedir. Siyasilerce sulandırılan yasalarımız, bir süre sonra vatandaşlarımızca da ciddiye alınmamakta, ve ülkenin hukuk devleti vasfı zaafiyete düşürülmektedir. Şu anda yaşadığımız şey ne yazık ki tam olarak budur. İster başörtüsü konusu olsun, ister dinimizi yaşayamıyoruz feveranları olsun, isterse etnik aidiyet farklılıklarını öne çıkarma konusu olsun işte bu sağlıksız zemin nedeniyle yaşanmaktadır.
İnsanlarımızın özellikle kamuoyuna açıklanan her konuyu daha derinlemesine takip etmeleri büyük önem taşımaktadır. Zira söylenenlerle uygulamalar arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Daha fazla özgürlük dendiğinde halka yansıyan; tahakküm ya da örtülü baskı şeklinde olabilmekte. Daha fazla demokrasi dendiğinde ise tek tip insanlardan oluşan bir toplumun alt yapısının oluşturulduğunu görmekteyiz. Gülünmeli mi ağlanmalı bilinmez ama insan hakları dendiğinde ise bu talebin altında vatan hainliğinin, bölücülük yapanların dokunulmazlıkları kastedildiği görülmektedir. Buna yakın zamanda TSK’nın hava kuvvetleri ile gerçekleştirmiş olduğu son derece başarılı ve haklı operasyonuna verilen tepkileri örnek olarak gösterebiliriz. Bu operasyonda saf dışı bırakılan teröristler için insan hakları ihlali olarak bakan ve çeşitli platformlarda dile getiren açıklamalara, evrensel bir hakkın nasıl suistimal edilebildiğine çarpıcı örnek olarak bakmamız mümkündür.
Netice itibariyle, hukuk devletleri yasalarla yönetilir. Yasalar herkes için geçerlidir.Başta da izah ettiğimiz gibi çağdaş toplumların vazgeçilmezi olan demokrasi, insan hakları ve özgürlük kavramları siyasi malzeme olarak ya da yasaların yaptırımlarından korunmak amacıyla kullanılamayacak kadar önemlidir.
Saygılarımla...
Tamer DURAN