- 571 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"ODA" DEYİP GEÇMEYİN
Bir dolu bilinmezliğin gizemini koruduğu ve adına “yaşam” denilen bu dünya aleminde nice mahremiyetlerin yakın tanığı ve en güvenilir sırdaşınız olan Odalarınıza, yalızca “dört duvar arası” deyip geçenlerden misiniz yoksa? Oysa dilleri olsa ve “Görmedim.İşitmedim. Konuşmadım” demek yerine, insanların bir çoğunun yaptığı gibi dillerini tutmayı beceremeselerdi eğer, nelerin yaşanacağını varın siz düşünün artık. “Aman, ağzından yel alsın!” diyenlerinizi işitir gibiyim. Başımı soktuğum bir apartman dairesinde yaşıyorum ben de. İki gündür yüreğimdeki kocaman sevgi ve inanılmaz bir heyecanla kıyı bucak temizliğini yaptığım. Balkonuna çiçekler yerleştirip, gardırobuna lavanta torbaları astığım ve üç yıldır yalnızca bizimle baş başa kalan, gelen gidenlerin pek sevimli buldukları Odanın da en az benim kadar heyecanlı olduğuna eminim. Bunun nedenini kendisinden dinleyelim mi. Ne dersiniz…
Merhaba;
Ben; hoyrat ve kirli ellerin. Acımasız, cahil ve görgüsüz insanların akınına uğrayalı beri, eski tadından ve görkeminden çok şey yitirmiş olan, ancak yine de Anadolu yakasının hala ayrıcalıklı ve itibarlı bir semti sayılan. Edebiyat, kültür- sanat ve nice yurtsever aydınların, insanlığa hizmet etmiş çok değerli insanların derin izler bıraktığı bu semtin, şık bir sokağından hayatı seyrediyorum uzun yıllardır. Her ne kadar, daha çok varlıklı kimselerin yaşadığı var sayılsa da…“kol kırılır yen içinde kalır” terbiyesinin, görgüsünün ve öğretisinin suskunluğuyla yaşayan. Emekli maaşlarının yakıt giderlerini ancak karşılayabildiği oldukça mütevazı bütçeli, ancak gani gönüllü İnsanların yaşadığı da yadsınamaz kuşkusuz. Öyle ki; inandıkları değerli idealleri uğruna kendi kişisel, masum kazançlarını göz ardı edecek ve aile bireylerini unutacak kadar, tıpkı gizli bir kahraman misali savaşan imrenilesi güzelliklere sahip bu saygın insanlar, yıllardır süre gelen çarpık düzenin ve ahlakı her geçen gün daha da çöken toplumun yükünü taşıyamaz oldular…Ve kendi mahremiyetlerini yaşadıkları evlerinin odalarına pansiyoner almak durumunda kaldılar yine sessizce…Kendisini taa genç kızlığından tanıdığım ve yüreğime sığdırıp, yaşantısına yakından tanıklık ettiğim ev sahibem de bunlardan biri…Onları yüreğinize sığdırabiliniz, lakin anlatımlara. Sözlere sığdırabilmeniz hiç kolay değil…Buradan sizlere asıl söz etmek istediğim kişi; her ikimizi de büyük sevince ve oldukça da şaşkınlığa düşüren gerçek bir yaşanmışlığın baş kahraman olan Gökhan…
Saklanması gereken bir “sır” değil elbette bu anlatacaklarım…
Yıl 2002. Açık olan kapımdan, melek yüzlü genç bir Anadolu Lisesi öğrenci, oldukça endişeli ve üzgün bir şekilde girdi içeriye…Eczacı olan annesi ve daha sonraları meslektaş olacakları babasıyla ev sahibemin, evin salonda ilk kez bir araya gelip tanışmaları ve kendisiyle ilgili konaklama konusunu konuşmaları hiç öyle uzun sürmemişti. Ancak, Gökhan’a asırlar kadar uzun geldiği onun her halinden belliydi…Sonuç olumluydu. Bu kez Gökhan’a açacaktım hem kollarımı, hem yüreğimi. Ve tanıklık edecektim duygularına…
Yaşayacaklarına…
Onu görür görmez çok sevmiştim. Ne var ki, bizimle birlikte ne kadar bir süre yaşayacağını iki taraf da bilmiyordu doğal olarak. Sonuç da birbirimize yabancıydık ve aile mahremiyetimizi paylaşacaktık bir yabancıyla Bu hiç de öyle kolay bir şey değildi iki taraf için de...
İki yıl ne de çabuk geçmişti…Kep giydiği günü unutmam mümkün değil. İki sevinci bir arada yaşayacaktık o harika gün…Ev sahibemin yazarken ‘tankerler dolusu gözyaşı döktüğüne’ tanıklık ettiğim: Alıcısı Bulunamadı adını verdiği ve kızına en değerli ve önemli bir miras olarak bırakmayı düşündüğü el yazması üç yüz sayfalık kitabı, verdiği matbaadan çok az sayıda basılmış olarak kapıya gelmişti aynı gün…İstanbul’un belki de en anlamlı, en güzel panoramasına sahip deniz üstündeki, yine çok bilinen bir çay bahçesinde ve nasıl oluştuğu bu gün bile gizemini koruyan o candan ve coşkulu kalabalığın eşliğinde yapıldı bu anlamlı, nefis kutlamalar…
Gökhan, hem girmek istediği üniversiteyi, hem okumak istediği bölümü kazanmıştı. Altı yıllık bir öğrenim süreci sonrasında üniversiteyi de tamamladı başarıyla. Ardında İtalya-Milano Üniversitesinde mastırını yapıp yurda döndü ve askerlik görevini yapmaya koştu heyecanla...İzine hiç gelmeden tamamladı bu görevini de. Geçen süreçte ev sahibem ve Gökhan’ı gerçek bir abla yakınlığıyla sahiplenen kızı, Gökhan’ın İstanbul dışında yaşayan ailesiyle geniş bir aile olmuşlardı adeta…
Yıl 2011. Öncelikle muhteşem bir İnsan, gerçek bir Beyefendi ve ardından çok sevdiği İstanbul’un, Anadolu yakasında mühendislik görevine başlayacak olan yedi yıl öncesinin bu melek yüzlü, altın kalpli genç öğrencisini, şimdi meslek sahibi genç bir Adam olarak yüreğime basmanın sonsuz sevinci ve heyecanını yaşıyorum…
Bu nasıl anlaşılmaz bir gizemdir…Bu nasıl bir bilinmezliktir... Ve bu nasıl bir güzellik masalıdır böyle…
ODANA HOŞ GELDİN GÖKHAN’IM…
EVİNE KOŞ GELDİN EVLAT...