- 1198 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Hay(a)li Gerçek
1492’de Cristof Colomb’un ‘Yeni Dünya’ olarak adlandırdığı bölge bugün üzerinde her çeşit ırktan karışık bir milletin yaşadığı Amerika’dır.Belki de hiç haksız sayılmaz ‘Yeni Dünya’ derken…Ya da gelin şuna ‘Yenileştirilmiş Dünya’ diyelim.Neden mi?Avrupalılar bölgeye keşif amaçlı geldiklerinde bu zengin topraklar zaten bazı insanların dünyasıydı!..
Güney Amerika yerlileri ormanda yaşayan canlıları dahi incitmekten korkup onları rahatsız etmemek için ağaçlıklar arasında tek sıra halinde yürürlerdi.Onlar için doğa hayat demekti ve onlar doğa kanunları tarafından yönlendirildiklerine inanırlardı...Fakat ne oldu da dünyaca ünlü Kristof Kolomb’un, tayfasının ve daha sonra gelen meraklı kaşiflerin bu zenginliği ve kültürü yok edip kendi dünyaları olarak tanımlamasına olanak sağlandı?Belki ismini bir yerlerde duymuşsunuzdur Pizarro’nun.Peru`daki İnka ırkının topraklarını 1500’lü yıllarda ele geçiren, İspanyolların en önemli işgalci komutanlarından biridir.200`den az kişi ile 80.000 İnka ordusunu tek bir kayıp bile vermeden yok ettiği anlatılmaktadır.Sizce bu kahramanlık öyküsü mümkün müdür?Ucu bucağı görünmeyen binlerce kişilik bir ordu bu kadar az kişi tarafından alt edilebilir mi? Evet edilebilir…Peki ya nasıl?Pizarro’nun Güney Amerika’nın İnka adındaki yerlilerine çiçek hastalarının elbiselerini güya yardım amaçlı dağıttığını ve kültürü dillere destan bir ırkı böylece soykırıma uğrattığını kaçımız biliriz?Ya da 1763 yılında Colonel Henry Bouquet’in Pensilvanya’da kızılderelilere çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeleri dağıttığını…
Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder derler; sanıyorum ki biz ilave edilemeyenlerdeniz ya da bilgi mirasının duvarını hep kırık taşlardan yapmaktayız.Yüzyıllar önce Avrupalıların ellerini kollarını sallayarak gelip çaldıkları, biyolojik terör silahları kullanarak yok olmaya mahkum ettikleri ırklar ve krallıkların hüzünlü tarihleri önümüzde.Kendini yıl yıl, gün gün tekrarlayan bir olgunun yani tarihin varlığından söz ediyorum.1500’lü yıllardan 2000’li yıllara geldik.500 yıllık bir geçmiş bazı şeyleri hala değiştiremedi, aynı pilav ısıtılıp ısıtılıp insanlığın önüne sunuluyor.Tabi Türkiye’nin de bu pilavdan nasibini alması kaçınılmaz.Türkiye tarihi içinde çok değil sadece 3-5 yıl önce yaşadıklarımızı anımsayalım:
1996-2000 yılları arasında bir deli dana çılgınlığı aldı başını gitti, köylü büyük baş hayvanından korkar oldu.Anlayacağınız mikrop yolunu şaşırdı ve asıl delirttiği köylü oldu…
2001 yılında ABD 11 Eylül saldırılarından sonra şarbon krizi patlak verdi, bir mektup zarfından ölüm çıkacağı şeytanın bile aklına gelir miydi?
2005-2006 yılları kuş gribi salgınları ile ünlendi, sanırım kuşlarla hiç bu kadar haşır neşir olmamıştık.
2007-2008 yılları kene yılları ilan edildi…Sadece 2007 yılında 25 can aldığı söyleniyor...
2009 yılında domuz gribi peydah oldu ülkemizde, her yıl normal grip (H. İnfluenza virüsü) nedeniyle hayatını kaybeden insan sayısından fazla değildi aslında ölümlerin sayısı. Olay abartıldıkça abartıldı, Dünya sağlık örgütü Faz 3 çalışması yapılmamış test aşaması henüz bitmemiş aşıları sürdü piyasaya. Bir aşı reaksiyonu olan Guillain Barre hastalığını göze alıp aşı yaptırdı çoğumuz. Çoluk çocuğumuzun, yaşlılarımızın, hamilelerimizin ölmesini istemedik. Bu yüzden üzerimize oynanan oyuna bir kez daha alet olduk... Nitekim sonradan öğrenecektik ki, bu durum tamamen Dünya Sağlık Örgütünün para kazanma politikasıydı, vergilerimizden kazanılan trilyonlarca lira hiçbir geçerliliği olmayan aşılara gitti.
1978 yılında çiçek hastalığı virüsü ülkemizde ortadan kalktı.Bilindiği üzere çiçek hastalığının tedavisi yok ve sadece aşı ile koruma sağlanabiliyor!Gerçekten bu virüsün ortadan kalktığına emin olan Ankara’daki Cumhuriyet Döneminin en önemli bulaşıcı hastalık önleme çalışmalarını yürüten merkezinde yani Hıfzısıhha’da hemen hemen hiç virüs aşısı örneği kalmadığını, hepsinin gereksiz denilerek çöpe atıldığını bilmek insanın içini acıtıyor.Hele ki yabancı ülkelerin bu ve bunun gibi virüsleri biyoloji laboratuvarlarında ürettiklerini ve askeriyede biyolojik silah olarak kullanılmak üzere bekletildiklerini bilmek acı verici…Aynı zamanda gelecekte bir savaş durumunda milyonlarca insanın sadece bu virüs yüzünden kırılacağı düşüncesi insanın geleceğe bakışını kabusa dönüştürüyor.
Kolaylıkla anlaşılan bir gerçek var; bu hastalıkların ortak paydası, bulaştığında kısa vadede hastalık yapabilmeleri, ucuz olmaları, kolay üretilebilmeleri ve saklanabilmeleri.Ve acı gerçek, bunların hepsi birer biyolojik silah ve biyolojik terör zararlıları!…
Ne olmak istiyoruz ya da nasıl anılmak? ‘Yeni Dünya’ , ‘Yenileştirilmiş Dünya’ ya da ‘Sonlandırılmış Dünya’…Bu tabii ki biz ve bizden sonra gelecek nesillerin kararı.En azından bildiğimiz bir gerçek var; o da ışığın olduğu her yerde umudun hala var olduğu…
Düşünceleriniz mürekkep iziniz olsun, hoşçakalın!..
YORUMLAR
Birde Domuz Gribi olayı vardı Sn. yazarım halkımız suni bir girdabın içine çekiliverdi.Ülkemizde her vasıtayla bir rant kapısı açıldığı için bunun üzerine balıklama atlanıldı.En basitinden yüze takılan maskeden tutun aşısına kadar her şey gündem konusu oldu hatta öyle ki devletin Sağlık Bakanı ve koskoca Başbakanı arasında bile bir kaos oluştu..
Yazınızın verdiği mesaj ziyadesiyle açıktır ve takdire şayandır ben naçizane başka bir cephedende irdelemeye çalıştım affola..Vatanını,milletini ziyadesiyle seven bir bireyim ve gündemi değiştirmek,halkı uyutmak adına bize empoze edilmeye çalışılan olaylar karşısında ismim gibi suskun kalamıyorum..
Çokça beğenim sayfanıza ve siz değerli kaleme...Saygıyla efendim..
Didem Deştioğlu
Ellerinize sağlık...
Hamuş-71
Çok mutlu oldum Sevgili Yazarım en kalbi teşekkür de sevgide bizden olsun..
Ziyadesiyle...
Teyfik Fikret'in hatıralarında bir gün Yemenden arkadaşı ziyaretine gelir.Yanında Yemenli bir zat.Sohbetten sonra ayna kutusundan dört tane bit çıkarır.Bakar Teyfik Fikret bizim buralarda dört çeşit bit olur amma bunlar yeşil renkli .Der arkadaşı büyük olan dişi,küçük olan erkek.Bir gece koynuna atda gör sabaha kadar kaşınmaktan yara bere olursun.
Evet İngilizler genetiğiyle oynanmış biti Mehmetçiğimize musallat etmişti.O zamanda öyle bildiğimiz ''Bit yiğitte,pire itte bulunur.''ata sözü.Bu atasözüde İngiliz oyunu idi .Mehmetçiğimiz bite dokunmamış ve kırılıp geçmiştir.
Yeni Dünya Düzeninde dünya nufusu çok fazla ve çeşit çeşit hastalık üretilirek dünya nufusunu azaltmak isteniyor.Ülkemde hastahaneler tıka basa.En fazla gelirlerden bir sağlık sektörü.Hastalık tedavisi var saklanıyor.Yazılacak çok konu, çok önemli bir mesele.
Allah bizleri şeytanın şerrinden,şeytanlaşmış insanların şerrinden emin eylesin.
Saygı ve selamile.