- 696 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Z A M A N
ZAMAN
Faniliğin güzergâhı, geçişlerin başlangıç ve bitiş noktalarının denklemi, kumandası, dereceleri ve akordu olan zaman. Görünmeyen âlemin, görünmez ve korkusuz aktörü olan zaman. Hani aklın var olduğunu bilirsin ve onunla düşünürsün, varlığına kanaat getirisin, kendince hükümler verirsin, ama onu hiç gören olmadı ki. Bir lahzada, binlerce bilgilerin, anıların yığılı ve yığılmakta olduğu, lazım oldukça, hatta şuur altından ortaya çıkan ve yerinde duramayan zamanın dilimlerine kayıtlı birikimlerin vardır.
Bir anda hatırına gelir, yaşarsın her şey gözünün önüne gelir. Zaman bunları dilimlere ayırtmıştır. Gurbetteki yakınlarını sözleriyle şekilleriyle hayal edersin, yaşarsın, ama gözükürde hiç bir şey yoktur. Onları göremezsin ve tutamazsın, ancak zamanın içinde yaşadıkların sana hatıralar bırakmıştır. Hani görmediğimiz hiç bir şeye inanmıyorduk ya. Yaşantımızla sınırlı olan zaman gibi, bizim görüş alanımız ve yetkilerimiz sınırlı olduğu için etrafımızda ki ve daha evvel göremediğimiz melekleri inkâr ediyoruz. Ama onlar sessizce, gizlice çevremizde duran, gizli kamera cihazının hafızası gibi her hareketimizi, sözlerimizi kayıt yapıyorlar.
Havanın yapısını oluşturan moleküllerin, elementlerin birer melek olmadığını kim iddia edebilir ki. Bilimin sonsuz sınırlara ulaştığı zamanımızda ne zamanı, nede akılı gören bir cihaz yapılabildi mi? Ardınıza dönüp baktığınızda günlerin ayların hatta senelerin çok hızlı bir şekilde geçtiğini, zamanların adına mazi adını takarak gittiğini, hayal gibi oluğunu ve sizi son süratle ecel kapısın önüne doğru ittiğini görürsünüz. Her gün sabah aynaya bakarsınız hep aynı yüzü gördüğünüzü aynı kaldığınızı zannedersiniz lakin yıllar sonra evvelce çekilen fotoğraflarınızla karşılaştırdığınızda yanıldığınızı görürsünüz. Sinsi zaman sinsice gençliğinizi, güzelliğinizi ve ömrünüzü götürmüştür.
Eshabı Kenf örneği 50, 60 yıl sonra dirildiğinizi bir tahayyül ediniz, sokaklar çarşılar değişmiş, yıllarca ailenizce oturduğunuz evinize gidiyorsunuz, bir çöpünü başkalarına kıymadığınız evinizi, bağınızı, dükkânınızı özgürce başkaları sahiplenmiş dolaşıyor, herhangi bir hak iddianız yok, ortalarda kalıyorsunuz. Şöyle demek gelir içinizden ‘’Onlarında bir gün benim gibi ellerinden alacaklar, fani dünyanın fanileriyle aldanacaklar, zaman bir çığ gibi her an önüne katıp kaybediyor ve bu dünyada bir gün zamanın önünde yok olacaktır’’ diyecek iş işten geçtikten sonra tefekküre dalacaksınız, heyhat!
Zaman aynı zaman, insan aynı insan ama bazan o zamanı kısaltırız, kısa gibi görürüz. Hani denilmiştir ki ağır zaman da ömür kısalacak, günler kısalacak. Bu doğru değil mi? İnançlarınızı unutarak veya sıhhatinizi göz ardı ederek yarı gece yatarsanız, sabah üzerine güneş doğarsa, keyfinizi getirip 9 da 10 da yatağından kalkarsanız sabah uyandığınızda yüzünüzü bereket suyu ile yıkamazsınız elbette ki günde kısalacaktır, ayda kısalacaktır, gün içerisine işlerinizde sığmayacak, ertesi güne sarkacaktır. Bir gün sabah namazına kalkınız, yatmayınız ve işinize başlayınız. O temiz pırıl, pırıl havayı soluyacaksınız, işleriniz için çok uzun bir zamanınızın var olduğunu ve o günün çok uzun olduğunu göreceksiniz.
Zamanı hiçbir zaman göremeyeceğiz, ama onu tasdik etmek için her yerde saatlerimiz, takvimlerimiz, uydu araçlarımız var ama öte âlemi tasdik etmek için hiçte Kurana başvurmuyoruz, uzak kaldık. Bir türlü göremediğimiz ama inandığımız şu zaman olmasaydı, saatler, günler, seneler olmazdı, kaç yaşımızda olduğumuzu da hiç bilemezdik. Belki de, yoksa bakimi olurduk. Faniliğin bu acımasız anahtarı bizi ardına takmış son hızla farkına varmadan menziline doğru götürüyor. Nereye mi götürüyor, büyümeye, yeni bir hayata başlamaya, işe, çarşıya pazara gurbete ve en son da meçhul, uzun ve çetin yolculuğun giriş kapısı olan mezara götürüyor. Orada ne zaman var, ne dünyaya sığmayan krallar, ne tasarımcılar, ne doktorlar, ne dil çok bilenler vardı, ne zalimler, ne mazlumlar, ne hak yiyenler vardı. Mallarını, eşyalarını, bildiklerini, yakınlarını bıraktıkları gibi zamanı da dünyaya bırakıp gitmişler. Bizimde dönüşümüz, atalarımız gibi illaki orası olacaktır, bir gün bizde atalar olacağız. Orada bizim bilemediğimiz ayrı bir zaman, ayrı bir sonsuz başlangıçlar başlayacaktır.
Öldüğümüzde bizimle birlikte zamanın da bir hükmü kalmayacaktır. Nasıl ki rahim hayatı, dünya hayatı ve ahret hayatı birbirlerine hiç benzemiyorsa, o zamanda da ayrı bir zaman dilimi ortaya çıkacaktır. Zira binlerce asır içerisinde ve her döneminde yaşayan milyarlarca insanların imtihan günleri başlayacaktır. Orada uyurumda kurtulurum, ölürüm de kurtulurum ve mahkemenin ertelenme, Danıştay’a gitme gibi bir durumu yoktur. Çünkü bütün organların ve görevlendirilmiş melekler şahitlik edecektir. Bedenin olmadığı kabir hayatı, yeniden dirilişte gölgeliğin olmadığı, dünya hayatının bin günü bir gün olan mahşer meydanında bir hesap günümüz başlayacaktır.
Henüz kendi fırtınamız kopmadan, fırsatlar içerisindeyken, zamana, elektriğe, akla ve yaşadıklarımıza inandığımızın yarısı kadar imanın şartlarına ve öte âleme gönülden inanabilseydik. Hanefi mezhebimizin kurucusu Ebu-hanife Hz.leri henüz küçük bir çocuktur. Bir gün babasının arkadaşlarıyla bir konuşmalarına tanık olur, aradan uzunca bir süre geçer Ebu-Hanife ağlamaya başlar. Babası sebebini sorduğunda ‘’Babacığım saatlerdir konuşuyorsunuz bu kadar zaman geçti, ağzınızdan bir defa Allah c.c. kelamı çıkmadı onun için ağlıyorum‘’ der. Keşke akıp giden zaman içinde hep böyle bu küçük çocuk kadar düşüncemiz olsaydı, bilmeyenlere de ışık tutabilseydik.
Yeniden varoluşu tasdik etmek için, yaşarken, farkına varmadan her gün geçici olarak zamanın durur, hükümsüz kalır. Gece uyuya kaldığınızda her şeyi geride bırakırsın, mecalsiz kalırsın, ağzın açıkta kalır. Bir anlık zaman dilimine günler aylar sığar, başka diyarlara gidersiniz, saltanatlar görürsünüz, bezende çığlıklar atarak korkular içerisinde uyanır kendinize gelirsiniz. Zamanın sınırlarınızı bozduğu o anda ebediyen öyle kalmakta var. Zaman fırsatı elimize verilmişken, fırsatları yakalayıp, heyhat deme noktasına gelmeyelim.
Şu anda sene 2009, Nisan ayı, 60 yaşındayım. Cep telefonumun tarih ayarlarını yaparken nasıl olduysa tarih 2060 yılını gösterdi. Ne kadar sınırları zorlasanız da asla ben o tarihte olmayacağım, ben ölmüş, beklide bedenim dahi toprak olacak. Beni bir hüzün, bir düşünce kemirmeye başladı, ne olacak benim akıbetim, nasıl olacak ölüm anım, nerede ve nasıl diye, o anda içimi bir haşyet fırtınası kapladı. Zira içimi öylesine bir ölümsüzlük, ebediyen yaşama hırsı ve sahiplenme sarmalamıştı ki, zamanın beni her lahza ivmesini ve gidişatımı idrak edemiyordum.
Her lahza değişen zaman, her lahza insanların, mekânlarını ve sahip olduklarını da değiştirmektedir. Muhtemel ki, bundan 50, 60 yıl sonra bu sokaklarda dolaşan inşaların hiç birisi olmayacak, Özene bezene, yaptırdığımız muhkem binalarda başkaları yaşayacak. Bazen düşünüyorum da benim şu anda malik olduğum evimde daha kimler sahiplenip yaşayacaklar. Görünmeyen zaman, meçhulden gelenleri yığarak devam edecektir.
Zamanın çok önemli iki hassası vardır. Çok uzun zamanın kısa bir lahzaya sığması, çok kısa zamanın çok uzun bir zaman dilimine yayılması. Birincisi, yorgun ve uykusuz olduğunuz bir gününüzü düşünün. Derin bir uykuya dalarsınız en az 10 veya 15 saat uyursunuz, uyandığınızda sanki birkaç dakikalık zaman dilimi geçmiş gibidir.’’Ne çabuk 10 saat uyudum, inanmıyorum‘’, dersiniz. İkincisi, günleri kapsayan rüyalar görürsünüz, hatta başka yurtlara gidersiniz, hatta saltanat yaşarsınız ama bu zaman dilimi de ancak bir iki dakikayı geçmemiştir. Bu durdurulan zaman dilimi içerisinde bir hakikat ortaya çıkar. Ruhunuz gerçek olarak olayları yaşar ama bedeninizde bir hareket yoktur. Öyle ise her şeyi yaşayacak olan ruhtur. Önce seni ve mekânını yok edecek zaman, sonra yeniden yeni bir mekân yeni bir zaman akışını başlatacaktır.
Sen zamanı asla durduramazsın lakin zaman seni bir gün durduracaktır. Seninle birlikte oda sona erecektir, artık senin için zamanın bir hükmünde kalmayacaktır. Sinsice senide beni de eriten zaman. 2009
Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.