- 1368 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ADAMA VE ADANMA RUHU
" ADAMA VE ADANMA RUHU İLE TEZYİN EDİLMİŞ, VARLIK ŞUURU İLE IŞIMIŞ, YALNIZCA ALLAH’A KULLUK BİLİNCİNİ KUŞANARAK ÖZGÜRLÜĞÜN DORUĞUNA YÜKSELMİŞ YÜREKLERE SAHİP OLMAK, HAK EDİLMİŞ BAYRAMLARI HER İKİ CİHANDA DA YAŞAYABİLMEK TEMENNİLERİMLE İSLAM ÂLEMİNİN, TÜM İNSANLIĞIN VE HASSATEN EDEBİYAT DEFTERİ AİLESİNİN MUBAREK KURBAN BAYRAMLARINI TEBRİK EDİYORUM EFENDİM. SELAM, MUHABBET VE DUALARIMLA..."
…..(İbrahim) “Rabbim bana salihler den olacak bir çocuk ver” dedi.
Bizde o’na hilim sahibi bir çocuk (İsmail’i) müjdeledik (verdik).
O kendisinin yanın da (olgunluğa erişip) yürümeye başlayınca (İbrahim) dedi ki: “Ey oğulcağızım, doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak , ne dersin?” O’da dedi ki: “Babacığım sana emr olunanı yap, inşallah beni sabredenlerden bulursun.”
Böylece ikisi de teslim olunca, babası oğlunu alnı üzerine yatırdı. Biz o’na şöyle seslendik: “Ey İbrahim sen rüyayı gerçekleştirdin, şüphesiz ki biz itaat edenleri böylece mükafatlandırırız”
Gerçekten ki bu apaçık bir imtihandı.Ve o’na fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.
Ve sonra gelenler arasında o’na (iyi bir nam) bıraktık.Selam olsun İbrahim’e... (Saffat suresi: 100 – 109 ayetler)
Ne müthiş bir tablo!..İnsanın kanını donduruyor adeta damarlarında…
İnsanın mantığı kabul etmese, aklı almasa da bu haber gerçek bilginin kaynağı olandan; mü’minlerce asla şek ve şüphe olunmayandan, yani Kur’an’dan…
Bu tablo adamak ve adanmak ruhunun iman’ın nuruyla insanda inkişaf edişinin aklı zorlayan ama bir o kadar da mübeyyen bir simgesidir…Ölümü onurlandıran ve ona hayat bahşeden bir tablo. Ölümü diriltmek ya da ölüme minnet etmeden dimdik, vakarla yürüyerek dirilmek bu olsa gerek…
İmanın tüm vehim kabuklarından sıyrılarak üryan duruşu, kulluğun bütün endişe ve heves prangalarını kırarak özgürlükle şahlanışı ancak böylesi bir tablo ile simgelenebilirdi.
İman ve iman edilene olan aşkın hatırına canın adanışı.İman ve onu özümsemiş, onunla beslenen ruhun şahlanışı.İman ve onun izzetini tadan yüreğin akıl ve mantığa meydan okuyarak kanatlanışı.Amansız bir deneme kıskacında sınanan imanın şaşırtan başarısı.İman nimetinin kıymetinin farkına varan iradenin tüm dünyevi hesaplardan arınışı, saf iman halini alışı…
İmanın ihsana dönüşmesi sonucu yazılan bir destanın yansımasıdır İbrahim ile İsmail (as)lar tarafından insanlık tarihine silinmez bir şekilde çizilen bu tablo.Mal ve evladın bir fitne (sınanma vesilesi) olduğu bilinciyle bu tür eğilim, tutku ve kokuşmalara karşı kazanılmış bir zaferin destanı.
İblisin ayak oyunlarına takılmadan menzile ulaşabilme mücadelesinin destanı.
Böylesi bir destanı ancak İbrahim’ce bir duruş, Hacer’ce bir sadâkat ve bu bilincin eğittiği ruha sahip olan İsmailler yazabilir hiç şüphesiz. Çünkü İbrahim safi bir muvahhid idi ve o başlı başına bir ümmetti. İbrahim çok içli, yumuşak huylu, kendisini Allah(cc)’a adamış bir bilge kişiydi.İbrahim puta tapıcılığın ahmaklığından beslenerek yoğunlaşan şirk karanlığına karşı tevhidin nuruyla mücadelesini sürdüren bir ışık hamalıydı. İbrahim puta tapıcıları karşı bir anlık ta olsa beyin fırtınaları yaşatan hikmet ehli biriydi. Neredeyse kavratmıştı onlara; bilinçsizce bağlandıkları putlarının hiçbir işe yaramayan aciz varlıklar olduğu gerçeğini. İbrahim, Allah(cc) düşmanlarının kendisi için yakmış oldukları azap ateşini iman ve teslimiyetiyle gülistana çevirtebilmeyi başaran bir tevekkül abidesiydi.
Öyle bir imandı ki onun imanı; İbrahim (as) Rabbini kastederek, hep “O yaratmıştır beni, O doğru yola eriştirdi, O yedirir, O içirir, hastalığımda O şifa verir, O öldürür, sonra yine O diriltir ve hesap gününde günahlarımı bağışlamasını umduğum da O’ dur” diyerek tevhidi bilincini ilan ederdi.
İbrahim olabilmek; temizleyebilmek zihinlere taht kurmuş olan put molozlarını. Düşünmeden sunabilmek en sevdiği şeyi Rabbine; O istedi diye.
Hacer olabilmek; iman ve teslimiyet penceresinden bakıldığında, adanma ruh ve ilişkisinden ayrı düşünüldüğünde eşinin akıl almaz gibi gözüken kimi talep ve uygulamaları karşısında bile; Allah(cc) adına, Rabbi istediği için istiyor ve yapıyor olduğu kabul ve bilinciyle, mahrumluklara düşmek, can yangınlarına düşmek de olsa bedeli erine, eşine sonuna kadar teslim ve destek olmak…
Ve İsmail olabilmek; canını sürebilmek can pazarına; Rabbi olan Allah (cc) istedi diye, O’nun adına ve O’nun hatırına, hiç tereddüt geçirmeden teslim olmak ve oturabilmek tevekkülün tahtına…
Hiç şüphesiz muhabbetullahtır, imanın aşka dönüşmesidir her üçüne de aşk semasında kanat vurduran, zira muhabbetsizlik darbeleri ile kanadı kırılmış olanlar aşk semasında uçamaz ve aşk menziline ulaşamazlar…
İmanın aşka dönüşmesi hali Allah(cc) ile yakınlaşabilmektir; dua ve yönelişimizle yanında, yakınında olduğumuzu, yörüngesinde meftunca döndüğümüzü O’na bitmez tükenmez bir duygu ve amel seli halinde sunmaya çalışmak ve O’nun da kudreti, rahmeti ve muhabbetiyle yanımızda olduğunu hissedebilmektir tüm hücrelerimizde.
Eğer Allah (cc) ile paylaşabilmeyi göze alabiliyorsa insan kendisini, O’nunla samimi bir şekilde paylaşabilmeyi umabiliyorsa tüm hayatını, yani unutmuyorsa O’nu, O’nun tarafından unutulmak(göz ardı edilmek) düşüncesi bile içini titretiyor, böylesi bir felaketin endişesini hissedebiliyorsa yüreğinde; heves ve arzu kasırgalarıyla savruluşlarından sonra da yine ümit göz yaşlarıyla O’na tutuna bilmeye bir yol bulmak için çırpınıyorsa, içini yakan pişmanlık ateşinin kahredici harından kurtulabilmek, serinleyebilmek için O’nun gölgesine sığınıyorsa, yani nimetlerle de, mihnetlerle de sınanırken her hali bir dua, bir muhabbet duruşu olabiliyorsa bu bir aşk hali olsa gerektir.
İnsan eğer Allah(cc) ile paylaşmıyorsa kendisini, başka şeyler tarafından hoyratça pay edileceğini, paylaşılacağını, heder edileceğini iyi bilmelidir.
Unutulmamalıdır ki; iman ve onun doğurduğu erdem zor elde edilebilen ama kolay kaybedilen bir değerdir, tıpkı bin bir güçlükle tırmanılan sarp yamaçlardan küçük bir dalgınlık ya da gaflet haliyle, bir ayak sürçmesiyle kolaylıkla kayarak dibe vurmak hali gibi.
Bilinmelidir ki, teslimiyet, teyakkuz ve tahammül; zorluklar, fitneler, arzular, tutkular, hevesler ve vesveseler yoğunlaştığında daha bir başka anlam ve önem arz edecektir tüm insanlık için. Bu gerçekler düşünebilen, akl edebilenler için hayatın ve olayların dilinden daha çarpıcı bir şekilde, her nefis için ayrı ayrı tecrübe edilmekte, anlaşılmaktadır.
İslam tarihinde inançları uğruna gözlerini kırpmadan, ölümle karşılaşmanın dehşetini umursamadan unutulmaz destanlar yazan nice yiğit erkek ve kadınlar vardır, onlar kimi zaman talihsiz bir sürçme, savrulma sonucu düşmüşte olsalar, düştükleri yerden kalkmasını, iman ile yeniden dirilmeyi bilmişlerdir. O fazilet önderlerinin hepsini hayırla yâd etmek bir iman borcumuzdur. Onlar “Ey iman edenler iman ediniz” hitabına muhatap olmayacak derecede iman nimetinin lezzetinde burca dikilen onur bayraklarımızdır.
Hz. İbrahim bu destanı bir kez değil birkaç kez yazan ve “selam olsun İbrahim’e” hitabına muhatap olan nadide bir semboldür; tevekkül sembolü. O öyle bir teslimiyet ortaya koymuştur ki; bu teslimiyet kendisine ateşin gülistan kılınmasını sağlamıştır…
İman etmiş olan insanın inanç yürüyüşünde bir kez denenmek yetmiyor demek ki kimi zaman. İbrahim Halilullah’ın denenmesi de yetmemiş olacak ki, bu kez ondan daha çetin bir teslimiyet talep edilmektedir. Adeta denmektedir ki; “Ey İbrahim! canını ateşe sundun imanın için hiç tereddüt etmeden ama, cananını, gözünün nurunu, yavrunu da gözden çıkarabilecek misin bakalım çok sevdiğini söylediğin Rabbi’nin hatırına?!...”
İstek çok çetin bir istekti!.. Ama isteyen kimdi?!...İsteğin doğruluk derecesi neydi, ya bir vehim idiyse?!...Böylesi bir durumda ancak peygamberlerin rüyası itibar edilmeye değerdi ve böyle bir talebin sadece Allah (cc) katından olduğu kesin ise mü’min kul itirazsız, tereddütsüz, serzenişsiz bu emre boyun eğerdi…Halilullah İbrahim(as) da öyle yaptı…
Ya kendisinden can istenen varlık?!...Bu gün anne veya babalarının kendilerinden istemek zorunda kaldıkları bazı küçücük maruf hizmetleri, küçücük dünyevi değerleri dahi vermekte zorlanan, verseler bile bin bir şekva ile boşa çıkaran evlatlar ve Halilullah’ın kuzusu, ciğerparesi İsmail’i!...
Hz. İbrahim İsmail’ini annesi Hacer ile birlikte o zamanlar ıssız bir belde olan Mekke de bırakıp giderken, eşi Hacer ona “Bizi buraya bırakmanı sana Allah(cc) mı emretti ey İbrahim?” diye sormuştu da o “evet Rabbim emretti” deyince o saliha kadın “öyleyse Allah(cc) bize yeter, O bizi korur” diye derin bir tevekkül örneği sergilemişti ya..
Aradan yıllar geçtikten sonra böylesi bir annenin emzirdiği ve yetiştirdiği İsmail de insanlığı hayretlere düşüren bir tevekkül abidesi gibi ölümsüz bir şekilde dikilecektir insanlığın ufkuna. Bu olay belki de İsmaillerin yetişebilmesi için Hacer’ce iman ve tevekkül gösterebilecek annelere ne kadar çok ihtiyaç olduğunun bariz bir beyanı olsa gerek.
“Ey oğulcuğum” demişti İbrahim(as) İsmail’ine, “doğrusu ben uykuda (rüyamda) iken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?!... İsmail’in cevabı ise “…Ey babacığım ne ile emr olundun ise onu yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın!...” olmuştu.
Bu cevap sabi bir yavrunun, henüz rüştüne ermemiş bir oyun çocuğunun, boğazlanmanın manasını akl edemeyecek derecede ham bir çocuğun verebileceği nitelikte bir cevap değildi.
“Ey babacığım! ne ile emr olundun ise onu yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”
Aklı başında, olgun, babası için rüyanın ne anlama geldiğinin bilincinde, yani her şeyin farkında olan bir cevap bu.İman lezzetinin ve emrin geldiği makamın farkındalığın, o makama adanmışlığın ve teslimiyetin rahminden doğan orijinal bir cevaptır bu…
Bu talebin ilahi bir emir oluşunun, ilahi emirlere bedeli can da olsa teslim olmak gerektiğinin, hayat ve içindeki tüm çıkar ve lezzetlere rağmen yalnızca O istedi diye, tereddüt geçirmeden her şeyi feda etmek gerektiğinin bilgi ve şuuruyla akıllara durgunluk verecek gerçeklik ve netlikte mü’mince bir cevap… Pehlivanlık edası yok bu cevapta, tekebbür yok, kuru bir fedailik havası yok, ben yaparım, ben ederim edası yok; Rabbi’nin “yumuşak huylu, halim” nitelemesinin yansıması var en yüksek seviyede. Bu emrin kendisi için bir görev, bir ibadet olduğu bilinciyle bezenmiş bir tavırdır sergilenen…
Sanki Rabbine içten içe bir inkıyat var, teslimiyet var, minnet var; “ ya nefsi galebe çalar da bir an bile olsa tereddüt yaşarsa’nın endişesiyle hemen Rabbi’ne yöneliş var cevabın özünde; sabredenlerden olabilmek için O’nun yardımına muhtaç oluşunun en samimi ve içten ifadesi olan “inşallah” sığınması var…“İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın!”
Allah dilerse, yardımsız bırakmazsa beni, kudret elinden bırakmazsa yüreğimi, ancak o zaman sabredenlerden olurum, ya değilse?!. Düşünülmesi bile içini ürpertiyor mü’min in; Bu eşiz teslimiyet tablosu çetin bir savrulmaya, isyana, ukalalığa, başkaldırıya dönüşebilirdi o zaman…
“Böylece ikisi de teslim olunca babası oğlunu alnı üzerine yatırdı!..”
Ya yavrusu boğazlanacak olan anne?!...Bir rivayete göre şeytanın Hacer valide hanıma gelerek ona vesvese vermesi; “O çok sevdiğin ve güvendiğin İbrahim’in oğlunu kesmeye götürüyor” demesine karşılık o’nun “eğer İbrahim bunu yapması gerektiğine inanıyorsa bir şey diyemem, çünkü o mutlaka doğru olanı yapar” diye cevap vermesi de onun eşinin ilahına inandığı gibi, eşine de inanmış, güvenmiş sadık bir hatun olduğunu göstermektedir bize...
Onun bu mü’min ve mütevekkil tavrına İbrahim (a.s.) onu ve yavrusu İsmail’i Mekke’nin kurak topraklarına bırakıp giderken ki sergilemiş olduğu duruşun da şahit olmaktayız
İbrahim Halilullah ve ciğerparesi İsmail’i emri yerine getirmişlerdir artık, İbrahim’in Hacer’i ve İsmail’in annesi o hayrunnisa da başarıyla çıkmıştır bu baş döndürücü sınavdan. Her üçü de teslimiyetlerini en üst düzeyde sergilemişlerdir, maksat hâsıl olmuştur anlaşılan. Bundan sonra İsmail’in kanının akması, ruhunun cesedinden ayrılması kalmıştır geriye, bu ise Allah(cc)’ın (adetullah çerçevesinde) süreklilik arz eden bir muradı değildir.
Canların can pazarına Allah(cc)’ın rızası için sürülmesi ve karşılığında fitnenin ortadan kaldırılması, din’in yalnızca Allah(cc)’ın olması, zulmün, haksızlığın zelil edilmesi vb. gibi ulvi sonuçlar alınacaksa eğer, böyle bir durumda canların verilmesi, kanların akıtılması Allah (cc)’ın teşvik ettiği, şehitlik ile payelendirdiği bir haldir ve elbette böylesi fedakarlıkların Allah(cc) nezdinde seçkin bir değeri vardır; böylesi bir alış verişin bedeli şehadet tahtı, sonucu ise Allah(cc)’ın hoşnutluğu olacaktır hiç şüphesiz…
İbrahim(as) ve İsmail’inin yaşamış oldukları bu sınavda İsmail’in kanı ve canı böylesi bir gayeye hizmet etmemektedir, olayın gerçekleştirilmesindeki hikmet sadece bir iman, teslimiyet ve sadakat sınavı gibi gözükmektedir, o da sınava tabi tutulanlar açısından üstün bir başarıyla sonuçlanmıştır.
“Ey İbrahim” diye hitap eder Rabbi; oğlunu Rabbi istedi diye alnı üzere yatırarak kesmeye hazırlanan, kimi rivayetlerde bıçağı oğlunun boğazına çaldığı halde kesmediği, taşa çalınca taşı ikiye böldüğü anlatılan babaya, “Sen rüyana sadakat gösterdin, şüphesiz ki biz iyi (sadakatle) hareket edenleri böyle mükafatlandırırız”!...
Alemeynin Rabbi olan Allah (cc) tarafından lütufkâr bir mükâfat, her üçüne de çifte ihsan; hem teslimiyetin yükselttiği eşiz mertebelere sahip olmak, hem evladın, hem canın bağışlanması. Bunlar bile şükründen âciz kalınacak lütuflar iken, Kerim olan Mevla bir ikramda, bir anlamlı hediye de daha bulunuyor nefs ve iblis ile giriştikleri savaştan muzaffer olarak çıkan bu üç muvahhid yüreğe; ta kıyamete kadar hayırla yad edilsinler, mü’min kullar bu iman ve teslimiyet tablosunu her yıl bir bayram atmosferinde yeniden hissetsinler, yüreklerinde Allah(cc)’a teslimiyet adına yeni yeni yönelişler filizlensin diye belki de…
Rivayetlere göre hediye bir kurbandır; Yüreklerinde tevhid ve teslimiyetlerinin coşkulu bayramını hisseden bu sembol aileye ve kıyamete kadar gelecek, İslam’ı kendileri için bir hayat tarzı olarak seçecek olan tüm ailelere lütfedilen coşku, mutluluk ve lezzetin iç içe yaşanmasına vesile olacak bir bayramlık kurban...
Kurban: Yaklaşmak, Allah(cc)’a yaklaşmayı, Allah(cc) ile yakınlaşmayı, Allah(cc)’ın rızası uğrunda mallarını ve canlarını feda edebileceğini, O’na teslimiyet ve şükrü benimseme ve önemsemeyi ifade eder en genel anlamıyla.
Ama ne var ki: kimi insanlar için kurban edinmek değil kurban edilmek söz konusudur bu önemli fırsat zamanlarında, çünkü; yaşanan nice kurban mevsimlerinde yüreklerinde Allah(cc) a inanma, adanma, O’na teslim olma şuurunun doğurduğu iklimi hissedemeyen ve Allah(cc) a adanmanın bir yolunu bulamayan insanlar nefsin ve iblis’in heva ve heves vitrininde sundukları nice süfli emellerin kurbanı olmaktan kurtulamayarak kendileri için çetin bir ziyana, iblis için ise coşkulu bir bayrama, bir karnavala dönüştürmektedirler bu ulvi iklimleri.
Anlatılan kıssa da boğazlanması istenilen kimsenin Yahudilere göre Hz. İshak olarak kabul ediliyor olması da işin doğrusu üzerinde durmayı gerektirecek bir husus değildir, çünkü; bu nadide tablonun kahramanları her kim olursa olsun (ki biz Hz. İshak (as) da dâhil olmak üzere Allah(cc) katından seçilerek gönderilmiş olan tüm peygamber(as) lara iman ediyor ve hepsini insanlığın tevhid inanç ve bilinci ile tanışmasına vesile oldukları için hayır ve şükranla yad ediyoruz); bizim için önemli olan kıssada anlatılan insanların sergilemiş oldukları soylu, muttaki davranış ve itaatlerinin onları nasıl izzetli bir makama ulaştırmış olduğu, bizim için de ne kadar önemli bir müjde ve ip ucu teşkil ettiği gerçeğidir…
Kurban bayramı iman ve ibadet bilincinin insana nasıl ulvi derinlikler kazandırdığı gerçeğinden mahrum kimi materyalist zihniyetli kimselerin zannettiği gibi sadece et yemek için ihdas edişmiş bir et bayramı olmadığı gibi, kimilerinin Allah(cc)‘tan daha merhametliymişçesine sergilemeye kalkıştıkları, aşırı hayvan severlik damarlarının kabardığı reaksiyoner davranışlarında vurgu yaptıkları gibi sadist bir hayvan katliamı girişimi de hiç değildir. Kurban bayramı bir teslimiyet, inanış, adanış ve bilinçlenme bayramıdır.
Bu gerçeği anlayabilmek için imanımızı içimize sindirebilmiş, böyle bir imana sahip oluşumuzdan dolayı onur duyan bir mü’min olmamız, düşüncelerimizin de bu ulvi kaynaktan besleniyor olması mutlaka gereklidir. Aksi taktirde zihin karışıklıkları içerisinde bocalamamız kaçınılmaz olacaktır.
Bu bayramda üzerinde durmamız ve düşünmemiz gereken bir diğer önemli husus daha vardır ki o da; Kurban Bayramlarının mü’minler için “Biz de İbrahim gibi İbrahimler, Hacer gibi Hacerler miyiz, İsmaillerimiz (en çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz şeylerimiz)nelerdir, onlardan her hangi birini Allah(cc) için kurban edebilecek (gözden çıkarabilecek) iman ve teslimiyet istendiğinde bizden bunu yapabilecek iman şuuru ve fedakarlık bilincine sahip miyiz?!...” sorularının cevabını vermeye çağrıldığımız ilahi bir şuur mevsimi olduğunun bilincini kuşanmaktır…
Çağın İbrahim, Hacer ve İsmaillerine selâm olsun…İbrahim ŞAHİN. (Yusuf Akyüz)
YORUMLAR
...........
“Biz de İbrahim gibi İbrahimler, Hacer gibi Hacerler miyiz, İsmaillerimiz (en çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz şeylerimiz)nelerdir, onlardan her hangi birini Allah(cc) için kurban edebilecek (gözden çıkarabilecek) iman ve teslimiyet istendiğinde bizden bunu yapabilecek iman şuuru ve fedakarlık bilincine sahip miyiz?!...” sorularının cevabını vermeye çağrıldığımız ilahi bir şuur mevsimi olduğunun bilincini kuşanmaktır…
derin... çok anlamlı bir çalışma olmuş....sırra ermeyi nasip eylesin rabbim....amin....
tebrikler...saygılar...selamlar...
“Biz de İbrahim gibi İbrahimler, Hacer gibi Hacerler miyiz, İsmaillerimiz (en çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz şeylerimiz)nelerdir, onlardan her hangi birini Allah(cc) için kurban edebilecek (gözden çıkarabilecek) iman ve teslimiyet istendiğinde bizden bunu yapabilecek iman şuuru ve fedakarlık bilincine sahip miyiz?!...”
Yüreği Hakk sevgisiyle yanan kendi güzel yüreği güzel kardeşim. Satırlarınızla bahtiyâr oldum. Rabbim sizden razı olsun. Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Kaleminiz daim olsun. Bayramlar gerçek bayramlar olsun.