- 1103 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Julia
(Resim 19. yüzyılda yapılmış, Tiflis manzarası, Lermontov)
Teyzemin ayağı kırıldı.
Benim teyzem ilk çocuğunu kucağına aldığından beri- ki “kendim tutamazdım da eller alıp kucağıma verirlerdi” der- iltihaplı eklem romatizmasından muzdarip. O zamanın şartlarında gitmedik kaplıca, batmadık çamur bırakmamışsa da faydası olmamış ve hastalık, parmaklarını olmadık biçimlerde bükerek işe yaramaz hale getirmiş. Ben bildim bileli elleri böyledir. Sağlık sorunları bununla da bitmiyor. Safra kesesi alınmıştı, o ne mübarek keseyse bir gitti mi yeri dolmuyordu. Sebze yese karnı şişer, meyve yese midesi yanar. Kendisi çok güzel yemekler bildiği halde, sağlığı yüzünden, yağsız peynir, tuzsuz ekmek ve açık çaya talim ede ede zapzayıf kalmıştı. Yıllar geçtikçe akciğer ve kalp sorunları da eklenmiş ve evden neredeyse hiç çıkmaz olmuştu. Eski bir apartmanın ikinci katındaki dairesinde günleri geçip gidiyordu. Kahvaltıyı yapar, ilaçlarını içer, televizyonu açar, ünlülerin evlerini gezdiren programları seyreder, kendisi gibi yaşlı ve hasta akrabalarla telefonda konuşur, kim yazlıktan dönmüş, kim memlekete gitmiş, kimin oğlu evlenmiş, kimin kızı boşanmış öğrenir, öğleden sonra bir gayretle mutfağa gidip oturduğu yerden kızına yemek tarif eder, patlıcanı küp küp doğratır, soğanı on dakika kavurturdu, sonra kapı çalar belki bir komşu gelirdi beş dakikalığına, ona örgü modeli tarif eder, kol kesmeyi, ilik açmayı filan anlatır, yine ilaçlarını içer, sonra camın önündeki İskandinav koltuğuna yerleşip sokağı izler, karşı dairenin küçük çocuğunun kreşten dönüşünü bekler, böyle böyle sabahı akşama, akşamı sabaha bağlardı. Bir gün şiddetli bir bel ağrısı yüzünden hastaneye yetiştirmek zorunda kalmasak belki şu son birkaç ayı da aynı şekilde geçirirdi. Ama daha sabrı tam sınanmamışmış, kader işte. Doktorlar bel fıtığı için ameliyat olsun mu olmasın diye tartışadururken, teyzeciğim bir akşam hastane tuvaletinde düştü ve ayağı kırıldı. Bel ağrısıyla geldiği hastaneden, ayağında alçı ve iki ay yatak istirahatı tavsiyesiyle besbeter eve döndü.
Çocukları “kuş kadar canın var biz yatırır kaldırırız seni” dedilerse “kemik ağır çeker” dedi ve bir bakıcı bulunmasına karar verildi. Birçok akrabanın da bakıcısıyla kaldığı yaşlı bir sülalede yeni bir bakıcı bulmak zor olmadı ve kısa bir telefon trafiği sonunda Gürcistan’dan gelen Julia’ya ulaşıldı. Aslında herkeste bir endişe vardı. Eve bir yabancı sokmak kolay değildi. Hırsızı uğursuzu vardı. Hem evde bekâr oğlan vardı, bu Julia sarışın mavi gözlü bir Gürcü güzeli ise Allah muhafaza! Neyse ki Allah muhafaza etti, karşımıza 40 yaşlarında zayıf, esmer bir kadıncağız çıkardı. Üstelik merhametli, çalışkan biri. Bizim gece boyunca soğuk yerini bulalım diye yastığımızı otuz defa ters yüz ettiğimiz o yaz sıcaklarında, teyzem 24 saatini yatağında geçirmek zorundaydı. Teyzemin odasına bir yer yatağı yapıldı. Teyzem gece azıcık kıpırdansa, Julia da hemen yatağından fırlıyordu. Teyzemin nefesi daralsa, kalbi çarpsa Julia ağlamaya başlıyor, ıstavroz çıkarıyor, dualar ediyor “amen” diyordu. Bu minnet filan da değildi. Kadıncağız teyzemi seviyordu. Bizim ailede sevgi de diğer duygularla beraber yürekte kilitli tutulur. Sanki sevdiklerinin etrafından kadife bir kordon dolaşılmıştır da, sessizce uzaktan seyredilmeleri gerekir. Kimseye “canım, gülüm” denmez. Bebekleri bile yüksek sesle sevmek, çok öpmek ayıplanır. Münasip düşmez. Kabahatli değillerdi belki, böyle görmüşlerdi büyüklerinden. İşte şimdi bu ailede, bu kadının, ateli giydirip çıkarırken teyzemin kırık ayağını öpücüklere boğuyor olması şaşkınlık uyandırıyordu. Ama karşımıza bu temiz insan çıktı diye gece gündüz şükrediyorduk tabii.
Buraya kadar her şey güzel gidiyordu ama önemli bir mesele vardı. Julia Türkçe bilmiyordu. Ablam Gürcüce- Türkçe konuşma kılavuzu aldı. Gürcü alfabesi de farklıydı. Kitap üstünden kelimeleri göstere göstere anlaşmayı çalışıyorduk. Dil sorunu yüzünden basit şeyler bile bazen çözümsüz hale gelebiliyordu. “Her sabah yumurta yiyemem, benim kolesterolüm yüksek” diyordu teyzem, ama her sabah güneşle beraber kalkıp, ocağa yumurta koymayı ibadet titizliğinde devam ettiren bu kadına bunu nasıl anlatabilirdik? Başka bir gün su istenince ilaç sepetini getiriyor, “koltuğu çevir” deyince minderi kabartıyordu. Bu iyi niyetli kadıncağız dilimizi öğrenme konusunda pek yetenekli de değildi. Julia Türkçe’yi sökecek diye bekleyeduralım, yetmişinden sonra teyzem Gürcüce öğrenmeye çalışır oldu. Öğeleri yerli yerinde cümleler bile kurmaya başladı. Ama Julia hiç mesafe kat edemedi.
Julia pantolon giymiyordu. Uzun etek ve bluzla dolaşıyordu. Kocası kızarmış. Beden diliyle iletişim kurmakta benim aksime çok yetenekli olan ablam, her gittiğimizde Julia’yla mutfağa geçiyor, bir yandan balkona doğru sigarasını üflerken bir yandan da Julia’nın ağzından laf almaya çalışıyordu. Kimdi, Gürcistan da nerede otururdu, kocası ne iş yapardı, çocuğu var mıydı? İşin tuhafı başarıyordu da. Öğrendik ki Julia’nın kocası gemilerde çalışırmış, göbekliymiş, biraz şarap severmiş, Julia’nın “az” (yani “küçük” diyecek) bir çocuğu varmış. Adı Nikolas’mış. Çocuğa kayınvalidesi bakıyormuş. Köyde oturuyorlarmış. “Nikolas. Demek oğlan.” dedim. “Kız” dedi Julia. Biraz garipsedim. Belki de Nikol filan gibi bir isimdir diye düşündüm.
Julia ablamı sıcakkanlılığından başka bir nedenle daha seviyordu; ablam her gelişinde cep telefonundan Gürcistan’daki yakınlarıyla görüşmesini sağlıyordu. Bir telefonda yine karşılıklı bağrışıldı, yine anlamını bilmediğimiz sözler uçuştu, gırtlaktan gelen H ler K lar patladı. Ama telefonu kapattığında Julia ağlıyordu. Bir şey oldu zannettik. İşaretle bize Nikolas’ın yürümeye başladığını anlattı. İçimiz burkuldu.
Nasıl bir şeydi? Köyünde bir yaşında bir bebek bırakıp kadın başına bilmediğin bir ülkeye gelmek. Bir ay ofis köşesinde yatıp kalkarak iş beklemek. Sonra tanımadığın bir ailenin evinde kalmaya başlamak. Dillerini anlamamak. Memleketle olan telefon görüşmelerini saymazsak iki ay boyunca hiç konuşmamak nasıl bir şeydi?
Teyzeciğim biraz iyileşince Julia bir haftalığına ülkesine gitmek istedi. Önce biletleri ayarlayacağını ve yol arkadaşlığı yapacağını söyleyen bir Gürcü kadının son anda yan çizmesi, sonra da valizinin şu sözde iş bulma ofisinde rehin kalması yüzünden Julia sıkıntıya düştü. Durup durup ağlıyordu. Valizde Nikolas için aldığı bir iki parça giysi kalmıştı. En çok ona üzülüyordu. Batum’a yeniden bir bilet alındı. Arife günü yola çıkacaktı. Otogara kadar da götürüp bırakacaktı kuzenler. Ama Nikolas’ın elbiseleri ne olacaktı? Ablamın içi rahat etmedi, hem bayram üstüydü çocukları sevindirmek lazımdı. Akşam pazarı, alel acele, çiçekli güzel bir kot elbise ve pembe beyaz çizgili bir pijama takımı aldı, hediye paketi yaptırdı, Julia yola çıkmadan yetiştirdi.
Bayram bitti, birkaç gün sonra Julia döndü. Görgülü kadın eli boş gelmemiş. Bahçesinden incir ve fındık toplamış, köy pazarından bir teker kaşar almış. “Nikolas nasıl” dedik? Koşup gitti çantasından bir zarf getirdi. İçinden bir fotoğraf çıkardı. Yeşil bir çayırda, ayağında naylon terlikler, üstünde bizim pembe beyaz pijama, yüzünde koca bir gülümseme ile dikilen kumral bir çocuk. “Kot elbiseyi de giydirseymiş keşke” diye düşündüm. Belki de Tiflis’in dağlarında hava serindi, belki de çocuğa dar geldi. Birkaç gün sonra öğrendim, meğer bizim Nikolas aslan parçası bir oğlanmış. Anlaşamamıştık, dilimizi bilmeyen Julia kız ve oğlanı karıştırmıştı, valizde kalan elbiseler için ağlayınca da ablam da gidip çocuğa kot elbise almıştı. Sonuçta oğlancık bayramı pembe çizgili pijamayla geçirmişti.
Teyzem iyileşti. Çok şükür artık yürüyebiliyor. Her şey yavaş yavaş eski düzenine dönüyor. Hava daha erken kararıyor. Teyzem yine bir gayret mutfağa gidiyor, kendisi yemeyecek olsa da kış için turşu kurduruyor, tarhana yoğurtuyor, sonra İskandinav koltuğuna geçip karşı apartmandaki çocuğun okuldan dönmesini bekliyor. İş bulma ofisi kapanmış, ortaklar kavga etmiş, ayrılmış, valiz kayıp. Julia uzun eteği ve kısa kollu bluzuyla kalakaldı. Teyzemin ihtiyaçları azalınca Julia da kendine yeni işler icat ediyor, toz alıyor, halı siliyor, nevresimleri değiştiriyor. Arada Gürcistan’dan arıyorlar. Nikolas telefonda anne diyor. Julia ağlıyor. Teyzem Julia’ya nasıl “git” diyeceğini düşünüyor. Diyemiyor.
YORUMLAR
Off ff..Nasıl duygulandım anlatamam.Yarabbim öncelikle böylesi rahatsızlıkları olanlara acil şifalar versin.
Sonrasında ekmek parası uğruna, namusuyla, şerefiyle, onuruyla nafakasını dilini bilmediği halde başka bir ülkede çıkaran işçilerimize.Yarabbim dedim nasıl insanlar varmış.Hele ki dediniz ya ayaklarını öpüyordu, ağlıyordu diye...
Allah iki cihanda mutlu, bahtiyar etsin inşallah.Nicolasına kavuştursun inşallah.
Çooook güzeldi.Gönülden tebrik ederim değerli eserinizi.Selam ve hürmetlerimle.
cizgilikagit
Bizim için de çok değişik bir tecrübe oldu. Teyzem iyi çok şükür. Julia bu kışı burada çıkaracağa benzer.
İnsan her yerde insan, gurbet herkese gurbet.
Tekrar teşekkürler, saygılarımla.
Çok beğendim. Kurgusu, duygusu, anlatımı çok iyi bana göre. Hatta son zamanlarda okuduklarımın en iyisi.
Kutluyorum.
Saygılar.
cizgilikagit
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim.
Çizgili Kağıt, dedimiştim ya sen bir tertipsin uslupsun diye.. öylesin işte. hikayen güzeldi çok hemde. şu julia dan birde bana veren olsaydı babamı evlemdirmeden önce keşke. .. güvensizlikten yabancı bir kadını yardımcı olarak almaya yanaşamadım ve memleketimden bir hatunu ki, muhtaç olduğunu düşündüğüm. Babamla nikahladık.. Mesele o ki karı koca olarak değil, babam emekli, kendisinden sonra emekli maaşının muhtaç olan birisine fayda sağlaması düşüncesi...Kadın hanfendi kesildi başımıza ve babacığımın takma dişlerini fırçalamaktan dahi kaçıyor. neymiş midesi kaldırmıyormuş.. hay senin midene diyemiyorsun. hal böyle iken bu yazıdaki julia yı tebrik etmek gerekiyor...... sevgiler çizgili Kağıt.
cizgilikagit
Bizimkisi bir lütuf oldu bize. Allah sizin de babanızın da yardımcısı olsun. Güzel sözleriniz için ayrıca teşekkür ederim.
Bir başka hayat gelir çakırşır sizin hayatınızla
artık iç içe girmiş bir yaşam olur
ne o gidebilir ne de sen git diyebilirsin
.
keyifle okudum
saygılarımla