- 561 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnançların Tarihsel Rolü 1
Öznel olanın farkı nedir? Öznel, nesnel olanın hakiki bilgisinden yansıyan bir beyin analiz ve sentez süreçleri olmakla işe başlar. Sonra da yeniden ve yeniden yansıyan ayna görüntüsü süreci olmakla, hakikiliğe dek taşıdığı unsurları, giderek azalır. Böylesi zaman boyut zemin devinmesi içinde, daha hızlı bir oluşmalı belirmedirler. Çoğunlukla eylemsel alanda gerçekleşerek, ancak görece doğru pekin bilgi olurlar.
Bu nedenle inançlar hakiki bilgiyi, hızla ayna yansıması oluşma sürecine sokarlar. Bir yanda insanın kendisine, toplumuna, sosyal yapısına, yabancılaşan fantezilere dönerken; diğer yandan yeni bilgilerin buluşların doğmasının da öncülü olurlar. İnsanı insanlaştıran özel ve nesnel olanın(deneye ve deney verilerine uyuşan sentezler, yine deneylerle verilenir olan bir) yanı vardır. İnançlar tarihin bunca süreçli gelişmeler içinde olumlu olmuş yanarına rağmen, inançlar; sübjektif kullanılmaların da bitmez tükenmez bir kaynağı olmuşlardır.
İnançlar diğer pek çok düşünme, kuramlaştırma, eylemde bulunma gibi insanın özne (bilen, ilişkin etkin varlık) yanını dile getirir. Yani özneden ayrı bir bulunuş olan nesnelliği dile getirmez. Ancak öznece, nesnelin anlamlanan ve çarpıtılan yanı olmasıyla da nesnelle ilişkindirler. Nesnelin bir niteliği olmayıp öznenin hüneridirler. Özne nesne bağıntısı içinde özne dıştaki diğer özne ve nesneye göre kendisini diğerlerinden ayıran ve giderekten de diğerlerini diğerlerinden ayıran, bağıntılıca olay ve olgu kılan bilen etken varlıktır.
Özneler, bilen varlık olacakla etken iken nesneldirler. Ancak bilmelerin yansımalar yansıması olacakla kontrolsüz, zihin analizleriyle de bir öznel olan çok hızlı etkime düşünülü olacakla konum ve davranış alan yasaları (kuralları), özneyi nesneden bağıntılarını da koparmadan farklılaştırır. Yani öznel olanın hakiki alan içinde eğilip bükülen olmasıyla da zorunlu bir deney ve uygulayım alanına konulacak olması vardır. Uygulama olmayan öznellikler özel ve o özneye veya öznelere değin inançtırlar.
Değilse pekince olmayan öznellik işe yaramazından bir fantezi olacakla kalır. Özne nesneden yansır olacakla daima zorunlu bir nesnel yanı vardır. Öznel olana insanca amaç katılmış olmasıyla da özne nesnelden ayrılır. Nesne ve nesnellik olmadan, özneniz, öznelliğiniz ve öznel davranışlarınız olamaz. Özneli sağlayan müracaat alanınız yine nesnelliktir. Özne, nesnelin zihinde yansıtılan gölge kısmıdır. İşte öznenin nesneye bağıntısı olan bilinç, nesne üzerinde etkin olacakla belirir bir girişmedir.
İttifakı yapıların araçlı üretimleri; takası ve kolektif emeği; giderek ve çok uzun süreler sonunda ve çok çeşitli kurulan, bozulan anlama anlayışlar sonunda, bugünkü şekline yakın oluşla, bireylerin bir ailesel sağlayışına dönüştü. Yine o günlerde üretilenlerin de, bireyin tüketimlerine dönüşen sahipliği içinde o günkü bu süreçti yapıyı; bugünkü sosyal adaletli toplumsal yapı içine doğru olacak gelişmelerine, doğallıkla o günlerde ulaştıramazdılar.
Ki o dönemlerde sosyal devletin yerini, dini inançların bir yaptırımı olan zekât, sadaka gibi edimsel tutumları, gelecekte sosyal adalet anlayışlı olacak devletlerin, o günlere özgü sosyal yapılarına denk düşer boşluklarının karşılanmasında, boşluk doldurmakta yer almış çok büyük kurumsa oluşmadırlar.
Böylesi dinsel sağlatım, bu günkü anlamla o günkü sosyal adaletçi toplumların kurum aşamalarının öncülü olmuşturlar. Sosyal adaletçilik, sosyal ve organizma- organizma elciliğinin zorunlu olacakla yansıyan ortaklaşma kısmının; öznel dünyaya, sosyal adalet biçimindeki hak hukuk gibi yansımaların girişmesidirler.
Zekât İslam’da, Yezidilikte vs. yıllık gelirinizin inisiyatifi beyan, oluşla fakire, fukaraya kısacası eşitsiz kılınmış ekonomik geriliklere verilmesidirler. Zekât, merkezi yönetimin (otoritenin) mantığınca gelirin vergilenmesidir. İnancı sembol mantığa göre de, Allah için infaktır (harcamadır). Bu temelle, dinler o günlerde, hala toplumun ve sosyal yapının bu gibi temelse nesnel işlev bir kurumu olacakla, varlığını sürdürmektedirler. Bu da uygulayımcı inancı yapıların, o günlerin özgün üretim ilişkisi içindeki toplum yapısı üzerinden, o günkü ilişkileri yansıyaraktan, halkın içine bir difüze oluşturlar.
Yani inançların sistematik din olması, ittifak dönemler sonrasında, toplumsal olan adım olmakla (nesnel yasallığın tam bilinip, egemenlikçe uygulanamamasından ötürü), avatar bir toplumsal oluşum ve kurumlaşmalar uygulayım sürecidirler. Toplumun yetkin ve tamam olması için (yapının eşitsizlik uçurumları, buna sizi zorluyordu) o dönemlerde de, o dönem sembolizmine uygun (sosyal )olacakla adalet anlayışını ortaya çıkartmıştı. “Sakın orduna ve zenginliğine mağrur olma! ... Daima adâlet ve insaf üzere ol!”
Bir düşünürün dediği gibi: “dinler, din (inanç) tarihi içine, Yüce Tanrı fikriyle çok geç katılmıştılar”. Bağıntısını çözemediğiniz ilişkileri, öznel olan açıklamasıyla inanmak zorundaydınız. Bu inanmalar sembolizme edişle, bir dönüştürücü; bir meşrulaşma ve bir olumlanma oluyordu. 1789 hareketi ile bu sembolizm sosyal alana itilecekti. Artık insanlık bir insan hakları beyannamesi yayınlayacak düzey ve düzleme gelmişlerdi. Toplumsal alan inanç sembolizmi, meşrulaşma ve olumlanması; bilimsel deney verilerine dayanan akıl ve felsefenin sembolizmi olacaktı. O günler için, insanı olduran soyut anlamalı:
‘Yöneticiye; Daima adâlet ve insaf üzere ol!” gibi bir öznel önermeli yaptırım benimsenmişti. Neden adaletli olunmalıydı? Nasıl adaletli olunurdu? Köleyi kamçılamanın adalet olduğu dönemde, adalet neydi? Ama bu söz bugünkü adalet kavramınıza hitap edince, siz de o günü bu günle anlıyordunuz! Bu yüzden de bir çeşit düşünmeden, düşünce uyuşmasına uğruyordunuz. Bunlar açıklanamıyordu. Nedeni açıklanamayan adalet anlayışı, açıklanamadığı içinde (bu o günkü nesnel, sosyal ve toplumsal üretim düzeninizle ilişkin girişendi belirme olan adalet anlayışları), soyut bir osilasyon kaynağının buyuran meşru yaptırım gücü olmayla, güncel (aktüel) sosyal, toplumsal olaylara el atmaya devam ediyordu.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.