- 659 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Artık senin de benim gibi geçmişin yaşayacak gelecekte...
Her şeyini geçmişinden alıp geleceğe taşırken, bana vurdurduğun geçmiş kırbaçları ile senin de canını geçmişin, gelecekte yakacak...
Tükenmişliğimizin sebeplerini geçmişinde ararken, ben bittim, benim geçmişim geleceğimi yok etti, sözlerimi hatırladıkça, aşkım aşkımızdı, bizi ayakta tutan, hayata bağlayan, sözlerimi sen de geleceğine taşıyacaksın eminim...
Ama gelecek benim geçmişim kadar seni vurmayacak, benim geçmişimi özleten mutluluk anılarım kadar seni geleceğin de olmayacak bilirsin...
Biz geçmişimizdeki bağlarla, geleceğe güler yüzle taşınmak isterdik, ama sen yıktın, ezdin, kaybedeceğim neler varsa hepsini benim geleceğime taşırken, beni yıktığını da biliyordun. Oysa benim yıkıklığım, senin de gelecek yıkıklığın oldu, bilirsin sevgili...
Sözlerimizin tükeneceğini sandın, koyverip bütün bağları, aramızda bizi tutan neler varsa, kesip atarken oysa geleceğin nefeslerini boğuyordun, onu da bilirsin sevgili...
İnanırdık sonsuz sevgimize, inanırdık sevgimizin sonsuza biz kendi kendimize kenetlenerek taşıyacaktık, bunu da çok iyi bilirsin sevgili, bilirsin...
Sen sessiz ve düşünceli kaldıkça, bense seni kaldırır, umut denen iç güdüye kondurur ve sen de gülümserdin. Umut der başka bir şey demezdin. Her umut kırılışında da bu da başka bahar umutlarına kaldı derken bile sana inatla “bak göreceksin bu da geçecek, sadece sevgiye tutun,” derdim, bunu da bilmediğini söyleyemezsin sevgili...
Ama her umut kırılışımızda, başka baharı beklemektense, yeni umutlar yazardık beynimize ve tutunurduk yine de el ele gülümseyerek...
Gülümsemelerimizin üstünden koyu giri kışlar geçti, kavurucu yazlar ve sonbahar yağmurları dibe vurdu, yeniden gelen kış aylarında...
Donduk ama donduğumuzu da sakındık birbirimizden, biz kış aylarının donukluğunda da birbirimizi ısıtacak cümleler bulurduk sevgili, öyle değil mi?
Biz bizdik çünkü, biz birbirimizi omuzlarımızdan tutup sallardık, dayanacağız bunu da geçmişe bırakacağız derken...
Bıraktık da sevgili, söylesene bir kez de sen...
Dayanacağız bunlara, bunlar bizim gelecekte gülmelerimiz olacak ve nelere dayanmışık deyip, hepsini gelecekte gömeceğiz derdik be sevgili, derdik işte...
Dedikte dedik ama geçmiş dediğimiz sadece benim belimi kırdı... Sen döndün kolay gülmelere, sen döndün kolay yaşama ve o kolay yaşamda varken de, sen ağlıyordun değil mi be sevgili?
Sen ağlıyordun, için için, çünkü benim ağladığı biliyordun ve bana yeni yeni iletilerle “dayan” dedin yeniden dayan yeni yeni ağlamalara...
Bu sefer olmadı, be sevgili olmadı, sen yıkık, kırık, ezik bir beden bıraktın geride, nede bende o mecal, yeni ağlamalara dayanmak için ki eskileri hâlâ yıkamadım omuzlarımdan yenisi caba olsa istemez be sevgili... İstemez...
Kaç bahar, kaç kış var daha geride beim gözüm kesmiyor, bak hastalandım zaten, teklemeye başladı senin vuruşlarına, kulak dayayıp canımın sesi dediğin göğsümdeki gümbürtü eskisi gibi yok artık, yok be sevgili yok...
Artık sensiz baharlar ve kışlar istiyorum, göz gözü görmez yağmurlarda baş gezdirmek istiyorum...
Belki yeni sevdalarda umutlar var diyorum hâlâ, ama düş artık yakamdan ve ruhsal baskından be sevgili yeteri kadar ucuzlattın hayatımı, yeteri kadar elmalı şekeri acıya banıp tutuşturdun elime ve yeteri kadar göz yaşımı sildirdin elimin tersi ile, yeteri kadar utandım ağladıklarımı bilemeden...
Ya sevgili ucuz hayatlar peşinde olmayı bırak artık, zorlan biraz, yük taşı ve en azından benim kadar acılanmayı öğren biraz, acılan ki acılarımın neler yaşattığını öğren...
Uzatan bak evlerin ışığı yanan pencerelerine, gece yarılarından sonra sönen ışıkları ve karanlıkları tanı, uzaktan bak el ele dolaşan sevgililere, uzaktan bak mor ışıklı reklam panolarına, uzaktan bak şehrin gürültüsüne ve uzaktan bak terk ettiğin şehrin tepesindeki şehir ışıklarına, uzaktan bak simit satan, sokaktaki uykusuz çocuğun gözlerine, avuçlarındaki kırışıklıklara, açlığı, yalnızlığı, kimsesizliği, konuşamamazlığı, konuşma zorluğunu, baş dönmelerini, sessizliğe gömülmelerini, nasılsın diyenlere yalandan iyiyim, mutluyum demeyi, her şeyin varken hiçbir şeyin yokmuş gibi yaşamayı, zor nefesler almayı, rüyalarda kabus inlemeleri ile sessizce baş eğmeyi, yollara düşmeyi, kuytularda dolanmayı ve geceyi öğren, be sevgili ki sonradan sesin çıksın...
Sonradan karşıla kâbus gecelerinden sonraki doğan güneş ışıklarını...
Ya sevgili önce ne öğren biliyor musun, adilce sevmeyi ve bana dediğin emeği o sevgiye katıklamayı öğren be sevgili öğren ki bunları ben yaşarken ne kadar inlediğimi anla ve hisset içinde...
Öyle ki dudağını tembelce oynatıp ben seni seviyorum demenin de artık modası geçti, sevgi çok diplerde artık, onu taşırken insanın beli terliyor artık...
Zor be sevgili çok zor seni seviyorum demek, çok zor...
Artık sevgi çok derinlerde, saygıyla, sayılmakla ve ter dökülerek yaşamak istiyor.
Kolay aşklar artık aşk olmaktan çıktı, artık aşkı yakaladım demek o kadar kolay değil...
Sahte aşkların ömrü o eskisi kadar uzun olmuyor, artık sevgi seveni de sevileni de tanıyor...
Artık sevmek öyle parmak oynatırcasına kolay değil bilirsin, sen sevgi çok güç derdin, çok güç, o güçlük sevgide değil sendeymiş, be sevgili...
Ölü rüzgârlar geçiyor üstümüzden, kaybettiğimiz neler varsa silip süpürüyor, alnımızda biriken terler donuklaşıyor, sakinleşmiş tüm rüyalar kâbus çerçevesinde, geçmişin zamanları tarihe gömülüyor, anılarla gelen cümbüşler tek tek siliniyor, aklımızda tuttuğumuz tüm resimlerimizin karartılarının hepsi artık yalnızlık çerçevelerinde, seslerimiz ocak başı ağıtlarında savruluyor, yalnızımsı sanılan hayatımın hepsi karartılar içinde ve sen unutulmuş bir şarkı gibi tekrar tekrar ortaya çıktıkça haykırasım geliyor boşluğa...
Yalvarıyorum geçmişin kayıp zamanlarındaki halime, unutulmaya dahil ne varsa fulüleşmesi için... Bir ben varlığımın sancılarının yok oluşuna dair ne varsa kayıplıklarda kaybolunmalarına...
Acılar içinde kavrulan yüreğime teselli verecek her olguyu baş tacı etmeye... Sen varlığının unutulmazlar arasında olsa da anılar gömüsünde yok olmaya giden zamana eğiliyorum...
Kahpe bu yaşam, kahpe bu zamanlar, kahpe bu kurşunlar, hep acıya doğru ve kahpe bu gözyaşları tükenmeyesiye bir inatla, akışta ve tekrar bu dünyadaki yaşam bana göre, beni bağlayan ve beni içine alan kahpelik. Her şeyin bir oldu bittisi sıralanmış, her şey mecburiyetlere bağlı ve sevgi yıllarca kahpece vurup durdu sırtımdan ve umulmaz yerlerimden, hem de ters ters, kaç yıl oldu bu vurulmalarımla geçen zaman, on mu, on beş mi, boş ver vurdun geçtin işte yıllarca önce ki acısı hâlâ sırtımda...
İçimden kurşun sıkmak geliyor bu kahpe dünyaya... Yaşamıma...
Mustafa Yılmaz