Yağmurun Çağrıştırdıkları
Karadeniz / Giresun
Mutfakta sete oturmuşum, camdan dışarıyı izliyorum.
Hava, Alçak Granı’ndan kararmaya başlamış. Anlaşılan yağmurun gelme vakti yakın. Rüzgâr esiyor dışarıda, fındıkların dalları ve yaprakları ters dönüyor rüzgârın hızıyla. Bir toz bulutu havalanıyor yerden, rüzgâr yerleri süpürüyor. Yapraklar ise bir o tarafa bir bu tarafa…
İnek yaymaya giden kardeşim, yağmurun geleceğini önceden tahmin etmiş ki inek önde o peşte koşuşturarak geliyor kapıya. Annemler hemen ineği ahıra bağlıyor, ahırın kapısını kapatıp eve geliyorlar.
Evde bir koşuşturmaca başlıyor sonra. Kapıdaki çamaşırlar toplanıyor, evin camları kapatılıyor ve kapıdaki lastikler içeri alınıyor.
Bir ses geliyor inceden. Harmana çıkıp Tepe Tarla’ya bakıyorum, yağmur aşmış geliyor. Önce birkaç çise düşüyor olduğum yere, yağmurun gelişini izliyorum, bir yandan da ağaçların yapraklarına vuran yağmur tanelerinin çıkardığı o biraz ürkütücü biraz da etkileyici sesi dinliyorum.
Yanıma düşen damlaların sayıları artıyor yağmur çok yakın ve birden bir koku yayılıyor etrafa, doymak ister gibi çekiyorum içime, yağmur sonrası toprak kokusu; koklamaya hiç doyulmuyor.
Yağmur tam ıslatmaya başladığında eve koşuyorum, eşikten ayağımı içeri attığımda tam bastırıyor yağmur iri taneleriyle. Kapının kenarından izliyorum yağmur damlalarının yere vurduğunda yerden kalkan buğuyu…
Tekrar mutfağa geçiyorum, setin üzerinde köşeme kuruluyorum. Guzine ocaklığın altında yanıyor, ağzından alev çıkıyor. Guzinenin üzerinde bir übrük; fokur fokur kaynıyor, emzüğünden buhar çıkıyor, kalkıp ağzını açıyorum.
Übrüğün yanında bir demlikte çay demini alıyor yavaş yavaş ve terekten bir bardak alıp çayımı dolduruyorum demlisinden, şekeri atıp karıştırdıktan sonra bir yudum alıyorum.
Yağmur devam ederken o ilk başladığı şiddetini kaybediyor artık, daha sakin yağıyor. Evin üstü çinko, yağmur damlalarının çıkardığı o ses bir ninni gibi geliyor, uykumu getiriyor.
Tam setin üzerinde dalacakken tatlı bir uykuya annem dürtüyor; oğlum kalk ineğe yal kaynatacağım, içerde odun az kalmış mazunun altından bir kucak odun al da gel, diyor. Dışarı bakıyorum, önce gitmek istemiyorum ama sonra kalkıp ocaklığın altından tekneyi alıyorum, annem omuzum ıslanmasın diye peştemalını üstüme atıyor ve ben mazunun yolunu tutuyorum.
Mazu altında körsenin yanından geçip mengenenin yanında biraz dal odun biraz da yarmança alıyorum kucağıma.
İçeri geldiğimde evde anlatılamaz bir koku; tuz, kepek, pancar yaprağı, fasulye yaprağı ve biraz yavşudan oluşan yalı annem ocağa çoktan koymuş bile. Birkaç yarmança alıp atıyor ateşe, ateş daha bir iştahlı yanmaya başlıyor.
Annem ineğin yalını hazırlayıp götürüyor, ben de übrüğün fokurtusu ve çinkoya vuran yağmurun sesinde kısa bir uykuya dalıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.