- 897 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ağlanmış Satırlar
Normal olmaya çalışırken anormal olmaktır aslında yaşamak. Bu yüzden egoist takıntılarımızla yaşamamız için bir engelde olmamalı! Kelimeler özgür olmalı bu engelleri kaldırmak için; kelimeler kurulduğu cümleleri iyi takip etmeli. Cümleler olmalı; upuzun ama özgür. Normal gözükürken, aslında çılgındır herkes teorisini kanıtlamalı. İşte o zaman; edebiyattan da lezzet alınabilir. Sıkılıyorsanız; son savaşı kaçırmamış olabilirsiniz; kıyametimiz hep yakın ölmeden önce! Mesela şimdi sana yazmadan önce; sana yazmalıyım. Delirdiğime şahit olmalı tüm okuyanlar! (Siz kelime hocaları, artık kötü örnek verebilmek adına da eserler koymanıza hiç gerek yok!) Başlıyorum; kurtarılmış bölgede uzaktan kumandalı aşklar patlatma zamanı!
Esasında ölmeden önce yazacaktım bunları sana; ölmeden önce ve öldürmeden önce hiçbir çocuğu asla! Biliyorsun özlemek kurgusunda var hayatın ve gönül anlaşılmaz bir tiyatro sahnesi. Sır olmasını dilediğim bir avuntu içinde tüm yabancı kelimeler neferlerini harbe gönderip beni susturma peşinde. Ama şarkılara, ama şiirlere hatta ve hatta zemheri kış aylarında banklara saldırmamam için birileri beni tutmalı! Beni tutmalı; seni tutmalı! Aslında birisi aşkı yakıp atmalı bu şehirden. Islanan yastıklar meydanlarda toplanıp yakılmalı! Gözyaşlarına hasret kalmamalı hiçbir vaha; hiçbir kronik ben faciası; hasret aşikârlığında damlamamalı yanaklarına ve gözlerin bazikliği dengelenmemiş acılarla dolmamalı!
Ama sen şahitsin; ben şahit! Annem dahi küfreder sana; annem dahi kabullenmez bana yapılanları. Ağlamak lazım mı; keselim mi bileklerimizi. Gözlerimiz çok ağladı; sıra artık damarlarımızda.
Bende bir keder, sende bir heder kampı; bunların tek suçlusu kader! Olmuyor, kime suçu attırmaya çalışsak da olmuyor! Güçlü olmalıyım elbette, hastaneleri hiç sevmiyorum. İlaç alamam bir daha böylesine damarlarıma ve sarılmam kâbuslarıma günlerce. Bir yalansa; evet bir yalansa güneşle sarhoş olup raks etmesine dahi izin veremem. 6 dakika sonra yanımda olacağını bildiğim bir yerde; ayak bastığın şehrin her sokağında burası da olabilir diye köpek gibi iz sürdürtemem yüreğimle seni. Aklım 33 milyon küfürle dolu şu an; sana yazdığımı unutmamam lazım!
Aramızda bazı doğrular olmalı mesela. Hiç beraber olmayacağımız bir doğrunun en ağır yasası ve itiraz etmek için ölmek lazım. Ama ben ölmeni istemeyecek kadar ölmek istiyorum. Koyulmuyor yerine; koyulmuyor… Çünkü üç harflinin yoluna varılacak yarım kalışlar bile dertli. Bu bir hastalık türü ve de dermanı zaman. Elbette bu da yalan! Ama denemek lazım birazdan!
‘Aslında kimse beni anlamıyor’ cümlesi külliyen yalan! ‘Ben seni çok seviyorum’ cümlesi bile daha doğru olabilir. Süründüren ne varsa hayatta; hep uzakta olanlar olduğu için galiba cümlelerin doğru olması için hafiye tutmam şart! Ama ya bana laf atan icazet sarhoşlarına ne diyeceğim?
Panikliyorsam ve hatta boşalıyorsam soğuk soğuk zihnimden senden yana; savaş sonrası imar edilmeyi beklediğimden dolayı olabilir. Buna manalı bir tokat attırabilmem lazım; levazım; sürrealist bir çağrışım; daha da kötü olabilir başımıza düşebilir bu aşka dair yıldırım! Bunu uydurmayacak kadar direndikçe; kendimden dahi soğuyorum. ‘Bir başkasını kınamayınız! Kınadığınız şey sizin başınıza veya yakınlarınızın birinin başına gelmeden bu dünyadan göç etmezsiniz!’ Bu manifestonun her hecesinde acıların melankolik özeti ve de inadına hala ‘seviyorum’ lafzı. Biz deli olduğumuzu itiraf edersek bir gün; belki de tımarhanede buluşabiliriz. Hem bir deliyi bizden başka kim kabullenebilir ki!
Şimdi gidersek; şimdi bitersek; birkaç yıl daha zamlı olması muhtemel doğalgazın. Çünkü ısınmak için yokluğumuzu itiraf edecek bir ben ya da bir sen dahi olmayacak bundan sonra! Edebiyat yalan atacak ‘mesela illegal aşklarda legal bir yaşamaktır yalanlar’ kavram bozukluğuyla! Evet evet; midemiz bulandığı kadar tavşanların ayaklarının bağlanmasından ve uzak yerlerden göç etmelerden; inanmak kadar küsuratlı bir gözyaşı bumerangı çizilirken şiirlerin, monologların, denemelerin, öykülerin kaderine; söyle bana, söyle; yazmanın da bir manası var mı ağlamak gibi ardımız sıra ardımızın yokluğunun açık kaldığı pencerelerden gelen soğuk havanın bir yanımızı felç bırakacağını hissettiğimiz metabolizması olmayan tek hücreli hasretlikler sofrasında! Ama sen söyleyemezsin ki! Bu da yalan olabilir mesela; korkmak da artık bir aşk bende; iltica ettiğin dürüstlüğümün satır arasında kuruyan gülün sen olduğuna dair bulgulara rast geldiğim andan beri!
Sabıkalıyız! Avutmalarımız unutmalar öncesi kaçamak tebriklerimiz hayata. Soğumak ne ki; anlatmak, kavramak ve zehretmek tüm açıklığıyla o filmlerin hepsini!‘Şimdi bir başka kentte olmak vardı; ıslak ve de yalınayak…’
Tabi ki edebiyat piçi olacak bu kadar ağır duyguların kalp aşımlarından önce hasret değişim aralarında. Bu film sonunu getirecek bir yönetmen olmalı; ama hiçbir yönetmen oyuncularında duyguları olduğunu anlamıyor galiba! Mesela ikimiz için bir yönetmen bulmak; Türkiye’nin kendi topraklarından kendine yetecek kadar petrol çıkarma ihtimalinin bir yalan olmadığını kanıtlamak gibi bir şey!
Sus…Susama artık demek için sus! Allah aşkına susun kafiyeler bundan sonra. Kahkahaların dökemediği bir yazgı soğuk bir yatak ellerimde! İsyansa müebbet bir tebligat içinde; şimdi okumak için fiş çekiyorum arka sokaklardan. Şehir kömür kokmak için; şehir karbon boşaltmak için özgür artık.
Dinle mecalim bu bir mektup olabilir!
‘’Babam televizyonun kumandasını fırlatırken bana, küçüktüm. Aslında fırlatmak istemiyordu; aslında hiçbir yapmak istemiyordu o anda, birkaç dakika sonrasında teselli edeceğini hatırlayarak tekrardan. Sonra ellerim yazmak istemiyordu kahpe duygularımı. Kahpelik ki; filmlerin en özgür halinde bir saksafon muhabbetiydi! Sürünerek elden ele, güz mevsimine ait aşk bozumlarıydı yaşamam denen matbaa. Her defasında doğruları bilmek ve uygulamak güzeldi; bu yüzden ‘deliydim’ azıcık. Yaptıklarımı kimseye anlatamayacak kadar ‘deli’ ve de inanmaya her defasında yenilen bir inanç eri olarak yalanları dahi sevecektim. Hayal dünyasının tam ortasında ağlayan kadınların mutsuzluk macerasında küskün çiçeklerinin hikâyesini yazmadan önce acılı bir menemen yemek kadar rahatsız edebilirdi mesela tohumları. Mezopotamya korkup, suyunu kesebilirdi iki kolunun. Ne güzel küserdik işte hep beraber! Ne güzel Orhan Veli hep şair olurdu, Che hep tişörtlerde basılırdı, dolarlarda Abraham’ın yüzünü çokça görmekten canımız sıkılmaz; belki de yalandan putları kırmak içinde daha uzun vinçler ithal edebilirdik yurtdışından. Bunları anlatmak için illa ki ‘Hyde Park’ olmazdı! Yalnız sen olurdun; iki göğsünün tam ortasında sağlam bir imanın ve de benim kırıklarım. Bunu da yazmazdı hiçbir kitap, defter ya da ‘ölüm hayat şaka budur sobe’ demezdi hiçbir ben gibi bir şaklaban! Mesela demek de çok iğrenç bir şey! Yaşamak en kötüsü ve ben başımın ağrısıyla yaşamaya alışkın olmanın İskenderiyim. Bu kadar küçük olmamalıyım ve bu kadar iğrençleşmemeliyim. Beni tarif eden hiçbir ansiklopedi olmasa da, bir zaman gelirde çocuklar merak edip okuyabilir yazdıklarımı. Tahammül edebilirsiniz anneler! Anne’siz olmak da kötü bir şey; yaş 70’de olsa! Saygılar ve sevgiler Feyza Teyzem…’’
Ya da bir şiir olabilir:
‘’Söyle bana iki gözüm
Gönülden okuyorum bu havayı sana şimdi
Sen de benim gördüklerimi görüyor musun?
Ben esasında görmüyorum desem inanacak kadar saf mısın da
Görüyorum diyorsun?
Görmek ne ki!
Ben dünyanın en başından beri –bir rivayete göre 4 milyar bir de buçuğu yıl önce-
Doğdum ve hasretini çektim görmeden önce.
Buna da kanıttır mesela ellerim
Mesela meselemdir kederim
İçiyorum da tabi ki arada sırada:
‘biraz acı mı ne yaşların bu ara?’
Ben seni sevmeyi galiba abartıyorum.
Memleketim: Yokluğun
Rehberin: Adına yapılacak bir devrim
Ölümüm: Ellerinden gelecek bir seçim
Hükümet: Hiç kurulmayacak bir yasası var
-bunun içinde manalı bir çığlık atabilirsek tam olacak!-
Ben seni sevdiğimi mi söylemiştim?
Af et kudrette bir hikmet ey melek!
Buna bir son vermeliyim
Artık meyhanenin önünden geçerken sadece geçmemeliyim
Oraya bir mezar kazıp, küfürbazların naralarıyla dolmalıyım
…ki pardon ben seni ancak böyle sevebilirim
bundan sonra.’’
Durdurun zamanı! Durabilir misin ya da? Durmanın bir manasını bulun, durmak için ilaçlar üretin ey akıllı İsviçreli bilim saçmalıkları! Tek tek bağrında Türkçem nefret besliyor hazinesinde. Ben buna karşı olmadan yaşıyor olamayacağım. Tekerleğin yaşlanmasına delil olacak plakların dahi kırılabildiğine şahit olmak adına, birkaç süre; aşk pinpirik geğirti ikilemlerinde. Kokmak da sevmek kadar güzel olmasaydı; falan filan sözleşme olmazdı. Sözleşiyorum şu anda; porselen bir bardak ve içinde zehr-i leyl!
Birkaç lüzumsuz ayrıntı daha:
-Aynı aynaya bakamaz dört göz ve aynı aynada resmimiz çıkamaz bu dünya kahırhanesinde.
-Abi, peçete satıyorum; abi aşk tükendi çoktan beri, bunlara sual olunmaz.
-Fotoğraf makinelerinin artık manası yok!
-Yabancı şarkıların anlamını bulmak da küfürdür bana bundan sonra…
-Yağmurları seviyorum, sevişmek de özgürler saatlerce. Hiçbir namüsaitlikleri yok!
-Ellerim sen kokuyor, sen yalnızlık, yalnızlık uyku, uyku ölüm, ölüm çocukluğum ve çocukluğum her vakit yine seni doğuruyor.
Çarmıha geriyorum ellerimden İsasız Musaları ve diliyorum şehrin en yüksek tepesinde bir intihar; düne kalan yorgunluğun yarına lojistik destek olmadan çıkmasını dilemek kadar vacip bir vazife ertesi. Kelimelerin ‘bom’ seslerine ayaküstü rakı-balık çılgınlığını ısırtıp, sofraya 33 milyon lira getirtecek kadar on numara bir dengesizlik olduğuna dair kayıtlar aldım. Ve rapor hazır!
Lebbeyk; İkra!
‘’Sanık savunması, müşteki beyanı, tanık beyanları, sosyal araştırma / inceleme raporu, doktor raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanığın ‘aşka çok fena bir şekilde aşık olma’ suçunu işlediğinin sabit olduğu, ( aşk adına kötü bir şeyler yapmayacağı; içip içip dışarıda kimseyi rahatsız etmeyeceği kesin bir hüküm olduğu belli olmasına ve de parasının az olması kayda değer bir delil olduğundan dolayı herhangi bir vuslat bağımlısı olmadığı) sevdiği insanın çok önemli açıklamaları ile anlaşıldığından buluşma ümidini artık taşımayan sanığın 2011 Türk Ceza Kanunu’nun 310 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince , öncelikle denetimli serbestlik tedbirine hükmedilmesine, 2011 Türk Ceza Kanunu’nun 310 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince şahsına münhasır psikolojik destek alacağına, 2011 Türk Ceza Kanunu’nun 310 inci maddesinin dördüncü fıkrası gereğince bir ömür süreyle denetimli serbestlik tedbirine karar vermek gerekmiştir.’’
Değil mi? Değil mi saklamakla olmuyor hiçbir şeyi! Yalanlar mevcut bir firari çılgınlık; buna da muhtaç, buna da ihtiyacımız var!
Çarşaflarımı çöpe atacak kadar zengin değilim; ki bence sen de olma! Mesela bana verebilirsin. Nasıl olsa fazla bir ayrıntı yok; gözyaşı, biraz şaka, sperm ve de amilaz! Ah eskici Ortaköy ve de yalan makinesi CIA! Ben müşteki bir sanığım davalarımın giyotin bilenmelerinde; buna da razıyım!
Akıl istiyorum; yer gök suskun! Acaba başkaları mı daha iyi biliyor yaşamayı?
Örümcek abanıyor duvarın ortasında. Gerilmelerini hesaplamak mühendislik zekâsı; bu da yok bende yıllardır. Değil bir integral; değil birkaç üstü üstüne türev; toplamayı dahi unuttum çoktandır. Seninle beni ya da benimle seni topladığımda ( toplamada galiba değişme özelliği vardı) sonuç yok! Cevapsız sorular ne kadar da zevklidir esasında, değil mi? Hani hocalar bazen kıyak geçer de, cevapsız sorular dahi koyarlardı sınavlara. Soruları cevaplayamayan bazı öğrencilerde o sınavdan yüksek notla geçerlerdi. Cevap olarak ‘cevabı yok’ olarak yazdıkları için, çok çalışıp sınava gelen inek lakaplı ‘dürüst’ insanlardan yüksek not alırlardı. Ama ben zevk alamıyorum cevapsız kalışlardan. Toplama yapmaya çalışıyorum; galiba sıfırı bile hak etmiyoruz. Yutan eleman dahi bizi kabul etmiyorsa, boşluk da bir hiç olarak kalmamız ve hiçbir zaman tanımlanmamız daha manidar galiba!
Ben İstanbul yalancısı bir soytarıyım. Yüzlerce şiirde yalancım ve biz yalanız. Oh be ne kadar da kolaymış esasında! Yalanız işte; yalan! Buna böyle kabullenmek şart! Biçare olmak kadar güzel kanamak yürekten yüreğe! Annem dahi anlamıyor yaşlanan yanaklarımda birer birer masalarımızdan eksilen umutlar. Umutlar mı? Hiç bu kadar saçmalamamıştım önceden; susmak için artık bir ‘es’ dokunmalı ayaklarıma. Şişti ayaklarım; ağır yaralı yüreğim; dikiş tutmuyor gözlerim, kusuyorum ciğerimden en karbonlu nefesimi.
‘Biliyorum kalanlarla yaşamak da zor; gidenleri unutmak kadar!’
Sana söz veriyorum; bu kadar ucuz esprilerle dolaşmam artık. Sevmekmiş, özlemekmiş, darda kalmışım, yorgunum, sevmekten bıkmıyorum, yok yok yok… Hepten ölmemek için mi bu trene bir daha gireceğim? Uzun ölümlerde hızlı seferler için teknolojik olarak maşallah artık gelişmiş bir ülkeyiz. Biraz İstanbul, Ankara ve hatta Kayseri de denek artık!
Sonuçsuz kalıyorum mikroplarımın tahlillerinden sonra. Cesedimi teşhis edecek kadar artık tanımıyorsun beni; daha bir mutsuzum.
Buna bir son vermem lazım; sinemalarda komedi filmleri kaçıyor.
—Bıyıklarında bir iskambil kağıdı güneşin; bugünde kusuyorum deli gömleğime. Yazamamak ne kadar kötü ellerim böyle bağlı oldukça yürekten!
...
YORUMLAR
‘Biliyorum kalanlarla yaşamak da zor; gidenleri unutmak kadar!’
Ben yorumlarımda kendimi tekrar ediyorum ama sen yazılarında sürekli kendini aşıyorsun. Kutluyorum. Selamlarımla değerli kardeşim.
HakkınSesi
Selamlar muhterem ve de usta kaleme/ablama...