- 5635 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AHİ EVRAN KİMDİR VE AHİLİK TEŞKİLATI NEDİR?
AHİLİK TEŞKİLATI VE AHİ EVRAN
Her yıl düzenli olarak 8-12 Ekim tarihleri arasında pek çok ilimizde değişik etkinliklerle kutlanan ve tarihçiler tarafından Türklerin Rönesans’ı olarak değerlendirilen Ahiliği ve onun kurucusu olan Ahi Evran’ı değişik yönleriyle tanımanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Ahilik Teşkilatı’nın piri olarak kabul edilen Ahi Evran (Mahmut Nasıreddin) 1171 tarihinde Azerbaycan’ın Hoy kasabasında dünyaya gelmiştir. Eğitimini Azerbaycan’da tamamlamış, gençlik döneminde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o bölgenin en büyük ustalarından ders almıştır. Herat bölgesinde de dönemin en büyük âlimlerinden olan Fahruddin-i Razi’den de dersler alarak fen ve din ilimlerini öğrenmiştir. Ahi Evran, haç esnasında Razi’nin talebelerinden olan Şeyh Evhadüddin Hamid Kirmani ile tanışmış; daha sonra onun talebesi olmuştur. Ahi Evran Hz.leri, döneminin en bilgin âlimlerinden aldığı ders ve terbiye ile tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi dini ilimlerin yanı sıra, felsefe ve tıp alanında da dersler alarak kendini yetiştirmiştir. Bu konularla ilgili pek çok eser ortaya koymuştur. Ahi Evran, Üstatları olan Muhiyiddin İbn-i Arabî ve Evhadüddin Kirmani ile 1205 tarihinde Anadolu’ya gelmiştir. Üstatlarıyla birlikte Anadolu’nun pek çok şehrini dolaşarak vaaz vermiş, esnaflara dünya ve ahret işlerini düzene koymaları yönünde önemli tavsiyelerde bulunmuştur. O dönem-lerde Anadolu ciddi bir Moğol tehlikesi ile karşı karşıya kalmış; Ahi Evran, yaklaşan Moğol istilasına karşı halkın kuvvetlenip teşkilatlanması için büyük çaba sarf etmiştir. Buradaki çalışmalarını tamamlayan Ahi Evran Hz.leri Kayseri’ye gelerek debbağlık (deri işleme) atölyesi kurmuştur. Kısa sürede yöre esnafları tarafından sevilen ve saygı gören Ahi Evran Hz.leri, kaynaklara göre 32 değişik sanat kollarını teşkilatlandırarak Anadolu’nun dört bir yanına yaymıştır. Bu sebepledir ki; esnaf ve sanatkârların piri olarak kabul görmüştür.
Ahi Evran Hz.leri, Ahilik Teşkilatı’na kadınları almamıştır. Ancak hocası Evhadüddin Hz.lerinin kızı Fatıma ile evlenip, Anadolu’ya yerleştikten sonra, kadınların da örgüt-lenmesini sağlamak amacıyla Bacın-ı Rum; yani Anadolu Bacıları adıyla bir örgüt kurmuştur. Kurulan bu örgüt, örgütsel ve işlevsel yapısıyla dünyada eşine rastlanmayacak muazzam bir teşkilat olmuştur. Anadolu Kadınları Teşkilatı, dul ve yetim kadın-ların yardımına koşmuş, aç kalanları doyurmuş, üstsüzleri giyindirmiş, işsizleri meslek sahibi etmiş, evlenememiş kızların evlenmelerini sağlayarak toplumsal bir görev üst-lenmiştir. Anadolu Bacıları Teşkilatı’na katılan kadınlar, bu teşkilatta sadece mesleki eğitim almamış, dini ve beşeri bilimleri de öğrenerek toplumda güçlü bir konuma yük-selmişlerdir.
1227 yılında, Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’ın isteği ile Konya’ya yerleşmiş-tir. Konya’da hem sanatını devam ettirmiş, hem de müderrislik yapmıştır. Hizmetleriyle sultan’ın takdirini toplayan Ahi Evran Hz.leri, itibarlı ve müreffeh bir hayat sürmüş-tür. Sultan Alâeddin Keykubat ise, Ahi Teşkilatı’nın tüm Anadolu’ya yayılması için her türlü imkânı sunmuştur. Ahi Evran Hz.leri, yazdığı tüm eserlerini Sultan Alâeddin Keykubad’a takdim etmiştir. Ancak Ahi Evran Hz.lerinin bu verimli çalışması pek uzun sürmemiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı bir olay patlak vermiş, bu olayda Ahi Evran’ın ve talebelerinin parmağı olduğu ileri sürülmüştür. Bu suçlamayla Ahi Evran ve talebeleri beş yıl hapis yatmıştır. 1243 yılında Anadolu’ya saldıran Moğol Orduları Kayseri’yi kuşatmıştır. Ahiler, üstatları Ahi Evran gibi aynı zamanda savaş sanatını da öğrenmiş olduklarından Moğol Orduları’na karşı başarılı bir şekilde karşı koymuşlardır. Moğol Ordusu, bu direniş karşısında geri çekilmeye hazırlandığı bir sırada bir Ermeni dönmesi Kayseri iğdişbaşısı, Moğol Komutanı Bavcu Noyan ile gizlice anlaşa-rak Moğol Ordusu’nun Kayseri’ye girmesini sağlamıştır. Kendilerine karşı amansız bir şekilde mücadele eden Ahi cengâverleri, Moğol askerleri tarafından kılıçtan geçirmiştir. Ahi Evran Hz.leri ise, Moğol istilasının yapıldığı bu tarihlerde hapiste yatmaktaydı.
Selçuklu Sultanlarından olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev 1245 tarihinde vefat edince; yerine Celaleddin Karatay geçmiştir. Ahilere olan özel ilgisinden dolayı cezaevinde tutuklu bulunan Ahi Evran’ı ve tüm talebelerini serbest bırakarak yeniden çalışmalarını sağlamıştır. Kısa bir süre sonra Ahi Evran Denizli’ye yerleşmiş; ancak Sultan II. İzzeddin Keykavus’un çağrısı üzerine yeniden Konya’ya dönmüş ve medreselerde müderrislik yapmaya başlamıştır. Konya’ya yerleşen Ahi Evran’ın başı tekrar büyük bir sıkıntıya girmiştir. Çünkü Mevlana Hz.lerinin Hocası olan Şems-i Tebrizi Hz.leri, sinsi bir suikast sonucunda katledilmişti. (1247) Selçuklu toplumunu fitneye boğmak isteyen bir gurup insan, bu olayda Ahi Evran’ın ve Mevlana Hz.lerinin oğlu Alâeddin Çelebi’nin parmağının olduğu fitnesini yaymışlardır. Bu fitne ortamında daha fazla duramayacağını anlayan Ahi Evran Hz.leri ve Alâeddin Çelebi Kırşehir’e yerleşmek zorunda kalmışlardır. Kaynaklara göre Ahi Evran Kırşehir’de on beş yıl kalmıştır.
1266 yılında IV. Kılıç Aslan, Moğolların baskısıyla yeni atamalar yapmış; Türkmenler ve Ahiler IV. Kılıç Aslan’a ve Moğol Ordusu’na karşı direnmeye başlamışlardır. Ahile-rin isyanını bastırmak isteyen IV. Kılıç Aslan ve Moğol İlhanı, Kırşehir Emiri Nurettin Caca’yı bu isyanı bastırmakla görevlendirmiştir. Nureddin Caca, bu isyanı zorlukla bastırabilmiş; ancak pek çok Ahi ve Türkmen şehit olmuştur. Ahi Evran Hz.lerinin ve Mevlana Hz.lerinin oğlu Alâeddin Çelebi’nin de bu isyanda öldüğü söylense de; son zamanlarda ortaya çıkartılan bazı belgelerde Ahi Evran Hz.lerinin bir suikast sonu-cunda, 93 yaşında şehit olduğu belirtilmektedir. Ahi Evran Hz.lerinin Türbesi, Kırşe-hir’deki Ahi Evran Mahallesi’ndeki Ahi Evran Camii bitişiğindedir.
Ahi Evran’ın hayatı ve eserleri üzerine uzun araştırmalar yapan Prof. Dr. Mikail Bayram, Ahi Evran’ın el yazması yirmi adet eserinin günümüze kadar ulaştığını, bazı eserlerinin isimleri bilinmesine rağmen günümüze kadar ulaşamadığını belirtmiştir.
Ahi Evran Hz.lerinin Eserleri: Menahic-i Seyfi, Melalı’ü İman, Tabsıra, Letaf-i Gıvasiyye, Letaf-i Hikmet, Agaz-u Encam, Mürşid-ü Kıfaye, Yezdan Şinaht, Müsan’ü Müşarı, Medh-i Fakr-u Zemm-i Dünya, Tercüme-i Elyahu’i İmadiyye, Tercüme-i Mefsu’n Natıka, Tercüme-i Kitabü’l Hamsin, Fi Usuli’d-din, Tercüme-i Teveccühü’l Etemm Nahye’l-Hakk, Tercüme-i Mitahü’l-Gayb, Tuhfetü’ş-Şekür, Ulum-ı Hakiki, İlmu’l Teşrih.
Ahi kelimesinin kökeninin nerelerden geldiği konusunda da farklı görüşler ortaya atıl-mıştır. Bunlardan biri; kelimenin Arapça ‘kardeşim’ anlamına geldiği yönünde, bir diğeri de kelimenin Divanu Lugati’t Türk ve Atabetü’l Hakayık gibi kaynaklarda eli açık, cömert anlamına gelmektedir. Ahilik, kelime olarak bu anlamlara gelmekte, kavram olarak ise; İslam dünyasında Abbasi Halifesi Nasır Li-dinillah tarafından kurumlaştırı-lan fütüvvet kurumunun Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren milli ve yerli unsurlarla do-nanmış bir şeklidir.
Ahiler, Selçuklu zamanında ve özellikle de Moğol istilası dönemlerinde sosyal misyonlarının bir gereği olarak Anadolu’da çok önemli siyasi ve askeri görevler yüklenmişlerdir. Ahilerin, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnasında önemli roller üstlendikleri vesikalarla sabittir. Osmangazi’nin, oğlu Orhangazi’nin ve I. Murat Hüdavendgar’ın ahilik terbiyesiyle yetiştiği ve padişahlık makamına yine ahilerin tavsiyeleriyle geçtiği kaynaklarda belirtilmiştir.
Ahiliğin Ahlaki Kaynağı Fütüvvettir. Fütüvvet; genç, yiğit, cömert anlamına gelmektedir. Terim olarak ta fütüvvet, dünya ve ahrette halkı, nefsine tercih etmek anlamına gelmektedir. Cömertçe vermek, başkasını rahatsız etmemek, şikâyet ve sızlanmayı terk etmek, haramlardan uzaklaşmak ve ahlaki değerlere sahip çıkmak olarak tanımlanmıştır. Kavram olarak Fütüvvet; herhangi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım ve iyilikte bulunmak, başkalarını kendine tercih edip, onların menfaatini kendi menfaatinden üstün tutmak, toplumun ve fertlerin mutluluğu ve kurtuluşu için kendini feda etmek gibi anlamları içermektedir. Bu sebepledir ki, konukseverliğin, yiğitliğin ve fedakârlığın en yüksek merhalesine fütüvvet denmiştir.
Elbette ki; Ahilik Teşkilatı’nn asırlarca devam etmesini sağlayan bir takım ilkeleri var-dır. İşte Ahiliği asırlar boyu devam ettiren o temel ilkeler: İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak. İşinde ve hayatında kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak. Ahdinde ve sevgisinde vefalı olmak. Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak. Şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak. Cömert ve kerem sahibi olmak. Küçüklere sevgili, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak. Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak. Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek. Hataları yüze vurmamak. Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü ve samimi olmak. Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek. Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek. Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak. Hakka, hukuka uymak, hak ölçüsüne riayet etmek. İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmak. Daima iyi komşulukta bulunmak, komşusunun eza ve cahilliğine sabretmek. Yaratandan dolayı yaratılanı hoş görmek. Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak. İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak. Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak. Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak. Allah için sevmek, Allah için nefret etmek. Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak. Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak. Kötü söz ve hareketlerden sakınmak. İçi, dışı, özü ve sözü bir olmak. Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek. Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek. Bela ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak. Müslü-manlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak. Düşmana, düşmanın silahıyla karşılık vermek. İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak. Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek. Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir gaye gözetmemek. Âlimlerle dost olup, dostlara danışmak. Her zaman, her yerde yalnız Allah’a güvenmek. Örf, adet ve törelere uymak. Sır tutmak, sırları açığa vurmamak. Aza kanaat, çoğa şükrederek dağıtmak
Ahilik Teşkilatı, bunca temel prensiplerinin yanı sıra; AÇIK ve KAPALI olmak üzere iki temel prensip daha ortaya koymuştur:
AHİLERİN AÇIK PRENSİPLERİ:
a-) Ahinin eli açık olmalı; yani cömert olmalı,
b-) Kapısı açık olmalı; yani konuksever olmalı,
c-) Sofrası daima açık olmalı; yani ikramdan kaçınmamalı.
AHİLERİN KAPALI PRENSİPLERİ:
a-) Ahinin gözü kapalı olmalı; yani kimseye kötü gözle bakmamalı, kimsenin ayıbını araştırmamalı,
b-) Beli kapalı olmalı; yani kimsenin namusuna, haysiyetine ve şerefine musallat ol-mamalı,
c-) Dili kapalı olmalı; yani kimseye kötü söz söylememeli.
Görüldüğü üzere Ahilik Teşkilatı dört başı mamur bir teşkilattır. Temel esaslarını bazılarının iddia ettiği gibi Bâtınilikten değil, İslam’dan almıştır. Ahiliğin temel prensiplerinin yazılı olduğu Fütüvvetnamede, Ahilik Teşkilatı’na kimlerin alınıp, kimlerin alınmayacağı da kesin olarak belirtilmiştir.
AHİLERİN KABUL ETMEDİĞİ KİŞİLER: Kâfirler, münafıklar, müneccimler, içki içenler, tellallar; yani yalancı ve reklamcılar, pişekârlar; yani sözünde durmayanlar, zalim-ler; yani kasaplar, gaddarlar; yani cerrahlar, seyyadlar; yani avcılar, muhtekirler; yani karaborsacılar, kem gözler, ayıp arayanlar, cimriler, gıybet edenler ve bühtan kılanlar; yani iftira atan yalancılar.
Ahilik üyelerinin üyelikleri şu hallerde iptal edilir: İçki içen, zina eden, gammazlık, mü-nafıklık, kibir, haset, kin, yalancılık, sözünde durmamak, hıyanet peşinde koşmak, namahreme bakmak, ayıp aramak, gıybette bulunmak, hırsızlık ve haram yemek gibi haller, üyeliğin düşmesi için yeterli sebep sayılmıştır.
Ahiliği kısaca özetlemek gerekirse; sosyo-ekonomik ve coğrafi şartların zaruri bir sonucu olarak ortaya çıkan Ahilik; Türk esnafının hayat ve dünya görüşüne uygun olması nedeniyle, esnaflar ve meslek erbapları Ahi Evran’ın önderliğinde Anadolu’dan Balkanlara, Orta Doğu ve Kafkaslara kadar örgütsel bir yapıyla yayılan bir sivil teşkilatlanmanın adıdır. Ahiliğin kanunu sayılan Fütüvetnamelerde yer alan insani erdem ve prensipleri benimsemek ve savunmak gayesini güden, bireylerin kişilik ve ahlaki yönünden de pekişmelerini hedefleyen bir insanlık kurumudur.
Esin Kaynağı: Doç Dr. Fatih Köksal. Ahi ve Ahilik dergisi,2006
Halit DURUCAN