- 704 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bindörtyüzaltmış Günlük Takvim
“Gidiyorum” dedi adam. “Tamam” diyebildi kadın sadece.
Tamamlanamayan bir öykünün kahramanıydı onlar. Adam adamdı kalıbı kadar. Kadın kadındı çehresi kadar. Adları ne fark ederdi ki. İkisi de yürekti, candı birbirinde. Ayrılığın pençesine düşmüş iki yorgun savaşçıydılar nihayetinde.
Yıllar öncesini hatırladı kadın Şu an ilk karşılaştıkları günlerin yıldönümüydü aslında. Bindörtyüzaltmış gün geçip gidivermiş olamazdı.
Adamın kirpiklerinin arasından gölgeler geçiyordu. Yüzüne yayılan acı tebessümler apaçık seçiliyordu. Düşüncelerinden sıyrılanlar un ufak parçalanıyordu.
Dudaklardan düşen son kelimeler çalkalanıyordu odada ordan oraya.. Kifayetsizdi kurulabilecek tüm cümleler ikisi de tahmin ediyordu..
Adam biliyordu onu bekleyen çığlıkları, çenesini kıpırdatsa dilinden uçuverecekti poyrazlar.
Kadın emindi gömüleceği avazlardan. Savrulacaktı fırtınalarda uçurumdan uçuruma.
Sanki çok hevesliymiş gibi tarihi sordu adamına. Alacağı cevaptan memnun olmayacağını bilerek. Adam eğdi başını, iki yana salladı takvimsizliğini belli ederek.
İkisi de duvarlara baktılar. Eğer dile gelebilseydi eflatuni duvarlar; zamanın emdiğini hatırlatıverirdi. Kaç ışıklı gece süzülürdü avuçlarına ve ya kaç gün aydınlığı yansırdı şakaklarına.
Neticede sayaçlar durmuştu, bulundukları yer bitiş çizgisiydi. Savunmasız korkular eşikte bekliyordu. Biri yola düşecek, diğeri boşluğa düşecekti bu öyküde.
Kadının “ Hayır kabullenemem, gidemezsin” demek geçiyordu içinden, diyemiyordu.
Gözleri az ilerdeki yatağa kaydı, yan yana duran iki yastık yüzünü asmıştı. Tam karşı duvardaki ayna neden çatırdamışçasına pul pul duruyordu. Tam odanın ortasında duran onca muhabbetin tanığı cam sehpa boynunu bükmüş sanki. Ya ekip büyüttükleri barış çiçeğinin yapraklarından neden su süzülüyordu. Tüm şahitleri ağlıyor gibiydi. Mum ışığında kurulan hayaller eriyordu bir bir. Akrep bile yelkovanı kovalamaktan vazgeçmiş,saat durmuştu.
Adam haykırmak istiyordu “Günler gördüm yüzünde, dünlere sığmayan neşeler parlardı gözlerinde” titredi dudakları, fısıldayamadı bile.
Sayısız mutluluklar büyüttüklerini anımsadı. Kadınına her sarıldığında daha bir tutkuyla bağlanırdı. Saçlarına kenetlerdi tüm duygularını. Avuçlarını öptükçe daha bir sarmalardı sevgisiyle. Sevdiğinin o beyaz parmaklarını bile kıskanırdı. Gerçi kıskançlığıydı bu sonlara ikiliyi iten.
O an göz göze geldiler, son münakaşalarını unutmak mümkün olsaydı keşke. İncir çekirdeklerinden dağlar biriktirmişlerdi o ihtişamlı sevişlerin içinde.
Birlikte elele vererek giyindikleri sevi elbisesi sökülmüştü işte, dikiş tutmuyordu yaraları.
Kalabalıklar arasında sevinçlerinden fazla acı biriktirmiştiler.
Bugün, o gün olmalıydı. Bir an önce kopmalıydı incelmiş bağları. Çırpınıyordu ayrılık eteklerinde. Sürüncemede durmamalıydı son takvim yaprağı.
Kadın uzandı aynadan bir cam kırığı aldı, canını aynanın sırrına döktü. Adam aldı aynayı bavula koydu. Adam çıktı kapıdan usulca.
Kadın arka sokağa bakan pencereye yürüdü, başını cama dayadı. Sokakta sessizce yürüyen sonbahara baktı, yeşil baharı az önce ırak bir yola süzülmüştü. Bundan sonra gönül iklimi kuraktı.
Adam daha önceden masanın üstüne bir not bırakmıştı.
“Pişmanlığımı hafifletecek sebepler keşfedilmedi henüz. Keşke yasasından faydalanamıyormuş insanoğlu. Tek çarem yanımdaki iyi kilere sığınıyorum. Hep canımda olacaksın. İyi ki tutkuyla sevdim seni. İyi ki yanımdaydın bindörtyüzaltmış gün. Daha fazla ıstırap vermemek için gidiyorum…
Nazlı Tolun
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.