Ayrılığın Sarkacı
Sabahın ilk ışıkları sızıyor kalın perdenin karartmaya çalıştığı odama. Başım ağrımakla tanımlanamayacak derecede çatlıyor. Buruşturulmuş kâğıt parçalarıyla oynanmış bir oyun sonrası, mağlup olmuş bir takımın yedek kulübesindekilerin duygularıyla bakıyorum tozlu zemine. Çok severek aldığımız ahşap sehpa gülümsüyor bana, nedense ağzıma terk edilmenin acılığı doluyor. Yarım kalmış şarap kadehine uzanıyorum, içerken dudaklarım onun izlerine takılıyor. Veda etmek için yaptığı birkaç şeyden biriydi bu, kiraz dudaklarını bana bırakır birkaç gün uzaklaşırdı. Bazen haftalar sürerdi gelmesi. Her döndüğünde beni aynı şekilde bulması normalmiş gibi davranırdı. Oysa ne kendisi aynı kadın ne ben aynı erkek olamazdım ki.
İşim gücüm onu sevmek bu aralar.
Yassılaşmış kavramlar, sündürme kavgalar, içi boşaltılmış beylik laflar, çekidüzen isteyen ahkâmlar, böbürlenmeli serzenişler, yine kavgalar, bir sıkımlık çığlıklar, az afralar, sınırsızlıkla övünmeler, tabu avcısı tavırlar, buna rağmen şoven yaklaşımlar, zihni temizleyeyim derken yerelden uzaklaşmalar, hiçbir zaman globalliği anlamadan sadece karşı olma adına dik duruşlarla geçen o güzel günler…
Yarına inanmanın gururuyla bezeli kaybetme özgürlüğümüz sayesinde tazelenen bir ilişkiydi bizimki.
Hemen üzülmeyin canım ilişkiydi demem bitti anlamına gelmesin. Benim eskiye olan derin saygımla ilgili bir saplantım bu. Yaşananlar kutsal bana göre. ‘An’ tek tanrı. Bir daha aynısı olamayacak kadar özel her yaşadığımız gün. Acılarıyla, yokluklarıyla, sızılarıyla tek ve gerçek hepsi. Kimse kimsenin malı değil, çantadaki kekliği de…
Hal böyle olunca o tekrar geldiğinde nasıl biri olacak, beni beğenecek mi bilemeyiz. Ona âşık olduğum için gözüm kör. Gelsin isterim her defasında bu yüzden. Varsın başka baksın gözleri, varsın aklı oralarda olsun, ben onu sevmeye devam ederim.
Tozlu parkenin bir köşesi onun deli saçlarıyla dolu. Özenle tarar her gece saçlarını kopanları da aynı köşede biriktirir. Bana bıraktığı mektuplardan biridir bu topaklar. Özle beni yazar inceden, kavrul ey fakir diye bağırır kıvrımları, garip bir serpinti gibi damlar içime her gördüğümde; gamzeleşirim.
Geceden ıslatıp bıraktığı ekmekleri gagalayan serçelerin sesleri ne de umut verici. Her yenilgi sonrası sağaltır beni. Bir de hiç vazgeçemediğim kasetlerim. Benim gibi tozlu, bir o kadar nazlı, içli besteleri barındıran albümler, küf kokusunu sevdiren melodiler…
Her yırtığımda bir farklı göz, bir başka kızıl, anlamam ama hüzünlenirim.
Gizil, metruk, sakil her şey gibi yarım bu sokak. Onun gözcüsü eski lamba açık kalmış geceden. Artık kullanılmayan bir dolu kablo, pencereme selam duran eski telefon direği, tellerdeki kumru, altında bekleşen öğrenciler, aynı yaşta okula gitmeyip simit satmaya çalışan çocuk; ne kadar gerçek…
Ben ne denli hayalim oysa.
Hayata bakışım, beklentilerim, insanlardan isteklerim koca bir düşten başka ne ki? İyimser bir koca bebek değil miyim?
Bu sabah ta gelmedi.
Bu kez dayanılmaz kılan ne bu ayrılığı, sonbaharın geldiğine yemin eden yaprak hışırtısı mı?
Dilencilerin yırtık pabuçları gibi eprimiş, kevgir olmuş umutlar ve ben onu bekliyoruz. Bu kez gelmeyecek belki ama olsun, biz her gece aynı gömleği giyip onun için süsleniyoruz. Ben ve onun çok sevdiği bez bebek artık ağlamıyoruz…
29.09.11
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.