Uçurumdan Sevgilerle...
Bir erkeğin hayatında ciddi bunalımlar yaşadığı anlar vardır. Benimse hayatım, bunalım.
Pek arkadaşım yoktur.Ben,kendim ve egom.Depresif anların vazgeçilmez yancısı Malbora...
Yağmurlu bir günde izbe ama kaliteli çayı olan bir yere oturdum.Sorsanız tekrar bulamam yerini.Çay ocağının buğulu camına dayadım başımı, yolun karşısında ki mağazanın vitrin güzelleriyle kesişiyorum. Çoğu zamanda papağanımla dertleşirim. Ev sahibinin kulağında yaşayan kara fatmayı saymıyorum bile. Zaten bir tek ben görebiliyorum...
O gece yine nöbetçi hakim ben olmuştum.Kapı çalındı ve C.Bukowski kılıklı herif kor üzerinde yürürcesine adım atarak söze başladı :
"Yalnızlıktan ve sıkıntıdan ölebilirim. Lütfen gereği yapılsın, emeği geçenler de benden sonra yaşamasın" demesiyle boğazım düğümlenir gibi oldu. Cevabım manidardı :
"Gereği düşünüldü. Dünya üzerinde yaşayan örnekleri bulunduğu için yalnızlık halinin devamına, yayımda ve yapımda emeği geçenlerin tutuksuz leşliklerinin devam etmesine hüküm kılınmıştır. Egonu öpebilirsin" dedikten sonra olacaklardan habersiz ceylan derisi koltuğun rahatlığı ile transa geçecektim ki :
"Ama masum bey, ben hakimim"
"Mübaşir, lüverimi getir!"
"Lüveri Bekçi Hurşit’e vermişler". Saçmalama sırası bendeydi :
"Münasebetsiz Mübaşir hanım musikişinas kişiliği yanında mübalağayı pek sever". Bukowski kılıklı herif aslında harbiden Charles Bukowski’imiş.
"Mübaşir Hanımdan kevaşe olur mu ?"
"Cinsi münasebette bulunup münazara etmek gerek"
"Bu münazara ileri bir tarihe ertelenmiştir" dedi..
Şaşkınlığımı ulu orta yaşamama fırsat vermeden atmacalar omuzlarımdan kaldırıp 20. kattan boşluğa bıraktılar. Havadayken zaman ağırlaşıyormuş. Bir an lise aşkım Zennube’yi arayasım geldi. Neyse ki yere çakılmıştım.
Sol gözümü güç bela açabildim. Yaya geçidinden geçen çocukluğumu gördüm. Takmış peşine deli dolu kırık dökük hayalleri, atlamış arabaya düşmüş koca koca dağların arasından umut dolu pespembe hayallerle göç yollarına. Sıcacık simit kokusuna uyanmış.
Geleceğin bedbahtlığıyla bir ısırrık alıp ilk hayali olan köpeğe vermiş. Sonra trafiğin hengamesinde kayboldu. Daha da göremedim.
Baş ağrısı o kadar dayanılmaz bir hal aldı ki çay ocağının camından zar zor kaldırabildim başımı. Zamansız astral yolculuklar daha da kötüleşmişti. Daha da kötüsü çay soğumuş!!!
Koca bir günün neredeyse tam ortasındayız. Çalınacak bir sürü kapı var. Yemek ve bulaşık da cabası. Gönlümün orta yerine polisler karakol kurmuş, tüm kadınlarda olası suçlu. Kolundan tuttuklarını tıkıyorlar kodese. İki kişilik hayat yasak bana.
Yalnızlaşmak da insan, dolabildiğine efkar. Taşkınlaşmak da yürek, dolabildiğine gözler...
"Her akşam giderek hantallaşan ayaklarını sürüyerek trabzanlardan iniyordu ; oksijensiz şehrin havalı kişiliklerini , klişe hayatların namussuz yaşantılarını sitemkar adımlarla... Belki de rahatsızlığını örtbas edercesine bahaneler savuruyordu ; solgun insanlara rengarenk tencere tava satarak, hizmetten çok fütürsüz yalanlar sunarak yaşayan kamburlu gevrek gülüşlü adam..."