1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2070
Okunma
Allah ruhları yarattığında sorar:
—Elestü bi Rabbiküm? (Ben Rabbiniz değil miyim?)
Yaratılanlar cevap verir:
—Belâ! Kâlü Belâ! (Evet! Rabbimizsin.)
BEZM-İ ELEST(RUHLAR MECLİSİ)
küntü kenzen mahfiyyen fehalaktü’l halka liya’rifûnî(ben bir gizli hazine idim. görülmek, bilinmek istedim, bu yüzden alemi yarattım)
Hani olur ya! Bazen gözlerimiz birilerini arar kimi aradığını bilmeden! Bazen tanıdık gelir bazı yüzler, nerden hatırlandığını asla öğrenemeden!‘Daha önce gördüğüm biri gibi sanki!’ dediğimiz varlıklar, kim bilir! Belki de o meclisten tanıdıktırlar! Belki de öncesinde ruhumuza hayattırlar. Belki de asıl aşka ulaştıracak, beşerî âşıktırlar! Bazen karşılaşırız onlarla. Bazen bir şairin şiirine anlamdırlar, bazen bir piyanonun tuşlarında yaşarlar. Bazen bizimle gelirler o tuşlardaki mûsikîye anlam katanlar, bazense sadece o tuşlarda kalırlar…
İşte bu ayrılığın yaşandığı günü anlatacağım ben sizlere… İnsan aslında ne denli kederlidir, bunu göstereceğim. Varlıkların ruhları yaratıldığında, tecellîdir onlar mutlak varlığa. Her biri bir parçasından kopmuştur mutlak varlığın; hastır, özdür aslında. Hem sevgilisine, hem sevdiğine tapınmaya başlar yaratılanlar. Her parçanın kalbi, birbiriyle atar. Ne birbirinden bir adım uzağa gidebilir bu ruhlar, bu parçalar; ne birbirleriyle aynı yerde kalırlar. Çünkü hepsi aslında tek bir ruhta yaşarlar. Velâkin Yaradan’da, yaratılan olarak hiç olmamıştırlar. ‘ Mahşer günü’ birleşerek aynı ruhta tek bir bedende birleşeceklerini bilirler en büyük hazinenin kaynağını bedenlerinde taşıyan bu ruhlar… Her biri hatırlamaz o kutsal günü ama hatırlayanlar asla herhangi biri olamazlar! Bu ruhlar bir elma gibi ikiye ayrıldılar… Hem asıl sevgiliden koparıldılar, hem de o günün tek şahidi olan diğer yarımlarından… Topraktan ve bir parça pislikten yaratılmış eril ve dişil bedenlere kilitlendiler bu yarımlar! İlk insanlar olan Âdem ve Havva dünya denilen Dar-ı Fena’ya işte böyle atıldılar. Aslında onlar şanslıydılar. Bir arada kalma şansının tanındığı nâdir birer yarımdılar. Yaradan’a âşık yarım ruh ikizleri… Birbirlerinde buldular Yaradan’dan ayrılmanın acısını azaltacak tesellileri. Zamanla ruhlarının kilitlendiği bedenlerden onlar da yarattılar. ‘Doğumdu’ bu. Her yeni doğum yeni bir tecellîyle birlikte indi yeryüzüne. Böylece her yaratılan bir başkasını yarattı ve bir zincir oluşturarak bedenlere yeni tecellîler kattı. Yani zincir Yaratıcıdan kopan parçaların tecellîsiyle tamamlandı. Dünya zamanla Yaratıcının bir parçası halini aldı. Her bir varlık dünya adındaki aynadan yansıyanın birer küçük parçasıydı. Dünya döndükçe her küçük tecellî kendi ateşiyle yanacak ama tek bir varlıkta birleştiğinde o ateşten sevgili doğacağını hiçbir zaman bilmeyecekti. Bedene kilitlenen ruhlar, beden ömrünü tamamlayıp yok olduğunda serbest kalacak ve ‘kıyamet’i yani Tanrı’ya, asıl sevgiliye ulaşacağı günü bekleyemeden dünyanın çatısına çıkıp hayran hayran tecelli aynasından bakacaktı bir gün… Tüm bedenler doğmadan, tüm ruhlar yeni bir bedende tecelli etmeden, dünya aynası yaratıcıyı bütünüyle yansıtmayacak ve ruhlar çilesini tamamlayıp yaratıcıdan doğanlar adıyla yaratıcıya karışamayacaklardı.
İşte temelinde Bezm-i Elest’in yattığı aşk hikâyemiz burada başlar. İki küçük tecellidir iki küçük kol düğmesi. İnsan elinden birlikte yaratılırlar ama ayrı kollarda yarım iki ruhu paylaşmaya çalışırlar. Geceler gündüz olur onlara, güneş geceleri aydınlatır onların dünyasını. Birbirlerine sarılıp hayal ederler Bezm-i Elest’i, yani ilk meclisi. ‘Biz de vardık’ derler. ‘Küçüktük, küçüğüz. Ama biz de tecelliyiz birer. Ruh taşırız küçük bedenlerimizde. Yaradan’a aşığız ama Yaradan’a ancak geceleri yan yanayken ulaşırız.’
Sadece hayal değildir küçücük kalplerinde taşıdıkları şey. Ümitle bakarlar gündüz denen geceye. ‘Bir gün…’ der birisi. ‘ Bir gün sen ve ben; varlığımızla birlikte, var olana karışacağız.’ Bu ümitle beklenirken gelecek olan mukaddes gün, sahipleri olan hırçın, sessiz ve yalnız adam için önemli bir iş günü gelmiştir. Geç kalmıştır ofisine ve toplantısı vardır yalnız adamın. Alelacele giyinirken yine birbirinden ayırır iki sevgiliyi. Birini kutusunda unutup, koşarak çıkar evden!
Çok erkendir uzun bir ayrılık için seven kalplere hem de çok erken! Kalan yarım gitmek ister diğer yarımının peşinden, tutmaz ayakları! Çünkü yokturlar. Ellerini uzatmak ister, yapamaz. Nedir ki el? Sahibinde ve diğer insanlarda tanımlamıştır eli. Yoktur ki onun elleri! Bir kere bile tutmamıştır sevdiğinin ellerini. Hoş, ellerini tutamamanın bir eksiklik olduğunun da farkında değildir ya! Hiç ihtiyaç duymamıştır ellere, iki kalp yetmiştir tecelli gönüllere! Ama bir şeye isyan ediverir o an! Yoktur bedeninin bir dili. Aslında vardır ama o dil duyuramaz sahibine ‘Unuttun beni, götürme sevdiğimi!’ dediğini. Ruhunun sesini hissettiremez, çığlığını duyuramaz kimselere. Sevdiği duyar haykırışlarını sadece! Ne yazık ki; sevdiği de haykıramaz. O an sessiz iki çığlık duyar iki kalp birbirinden. Çığlıklar uzaklaşır ‘Seni seviyorum diğer yarım!’ derken!
Sahip arabasına biner ve gider âşık olan bir diğerinden uzağa, götürür sevgiliyi gurbet diyarlara! Birkaç saat bir asır gibi gelir küçük tecellilere. Hani giden her zaman acı çekendir ya! Götürülen giden olmak zorunda kalır ve ruhu ateşler içinde öyle yanar ki; rüzgâr onu sahibinin kolundaki kumaş parçasından çekip alır. Koca bir falezden geniş bir deryaya bırakır. Elleri yoktur, ayakları yoktur, insanların duyabileceği bir dili yoktur belki ama koca bir yürek taşır o küçük bedeninde. Taşar sevgisi engin denizlerden. Ateş gibi yakar aşkı her dokunan varlığı. O zaman dile gelir bizim küçük tecelli: ‘Ey aşk ateşimin yaktığı eşsiz sevgililer, yarım bedenler; söz veriyorum sizlere. Ulaşırsam sevdiğime ateşim yakmayacak sizleri. Bizim ateşimiz birbirimiz için yaratılmıştır.’ Bunu duyunca bedenlerinin verdiği ızdırâbı ruhlarında tattığını sanan, ama asıl ızdırâbı hatırlamayan diğer tecellîler; sel olur, ateş olur, dağ olur bulur getirir aşığa sevdiğini. Tutar ruhlar birbirlerinin ellerini ve izlemeye giderler tüm diğer serbest ruhlar gibi gerçek varlığın yansıyan tecellîsini…
Ey garîb kuş, bu yıldızlar darı sana
Elest günü canı sen verdin insana
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış
O kadeh sende, başka yerde arama!
ÖMER HAYYAM
Asena Gülsüm Güneş