- 544 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olmuyor iki gözüm, ölüyoruz
Bir yazımda güçlü olmayan ülkelerin işbirliği-güç birliği yaptığı ülkeler tarafından “gerektiğinde” nasıl terk edilip zor durumda bırakıldıklarına kısaca değinmiştim. Bu “terk durumunu” Kürt Sorunu özelinde açıklamak istiyorum.
Eyvah! dediğim günü şimdiki gibi hatırlıyorum;
Sayın başbakanın ABD gezisi, yıl 2007 Kasım’ı ve bütün dikkatler BUSH-ERDOĞAN görüşmesine kitlenmiş, görüşmede nelerin konuşulacağı TV programlarında gece geç saatlere kadar tartışılıyor, ortak kanı;
“Terörle mücadelede ABD’nin desteğini alıp PKK’yi bitireceğiz” idi. Daha önceki görüşmeleri de hatırlıyorum, Haziran 2004, Eylül 2005’te de aynı beklentiler ve aynı heyecan…
Sonuç:
Sadece ve yalnızca Kasım 2007 görüşmesini beklemek…
Şimdi önce sayın başbakanın ABD ziyaretleri öncesi PKK’nin eylemlerine bakalım:
8 Haziran 2004’te Erdoğan yine G–8 Zirvesi’ne katılmak üzere ABD’ye gitti. Dönemin başkanı George Bush ile görüştü. O tarihte PKK, tek taraflı ilan ettiği 5 yıllık ateşkesi bozduğunu açıklayıp tekrar eylemlere başladı.
13 Eylül 2005’te Başbakan Erdoğan, BM zirvesine katılmak üzere New York’ta. 170’den fazla devlet ve hükümet başkanın katıldığı 13–16 Eylül tarihleri arasındaki BM Zirvesi’nde bir de konuşma yaptı. O tarihlerde eylemler arttı. TBMM olağanüstü toplandı.
Şimdi bu bilgilerle baktığımızda sanki “birileri” Türkiye’nin ABD ziyaretlerinin gündemini değiştirmeye yönelik atraksiyonlarda bulunuyor.
Başbakan(lar)ın ABD gezilerinin hemen öncesinde eylemlerin neden tırmandı(rıldı)ğını tartışmıyorum, ancak her ABD gezisi öncesi şiddetin artmasıyla ABD’den talep listemizden bazı başlıkların otomatikman çizilmesinin gerektiğini not etmemiz bize bazı konularda ışık tutacaktır. ABD gezilerinde Türkiye heyetinin önceliklerinin de pek çok kez değiştiğini o notumuzun yanına düşelim.
Evet, Kasım 2007’de gerçekleşen BUSH-ERDOĞAN görüşmesi öncesi de sonrasında da “eyvah” dediğimi bugünkü gibi hatırlıyorum. Zira bizi on yıllarca kandırmayı hedefleyen, asla güçlenmemizi istemeyen kendisine ve en çok da askeri ve savunma sanayinde İsrail’e bağımlı hale getirmeyi amaçlayan ABD bize destek çıkacak, Peh!
İşte bu 2007 Kasım BUSH-ERDOĞAN görüşmesi öncesi medyamız öylesine kitlenmişti ki “PKK bitti-bitecek” diyenlerin oranı % 70’i buluyordu. Ama en kötü düşünen de “birkaç ay sonra bitecek” diye görüş belirtiyordu.
O gece yanımda bulunan ve şimdilerde “cezasını” çekmekte olan bir Türk aziz dostum bana;
“Ahmet abi, Kürt Sorununun çözümünü ABD’nin vereceği desteğe bağlamak bizi biraz daha ABD bağımlısı yapmaya yöneliktir, bereket versin Sayın başbakan bunun farkında” demişti. “Başbakan ne kadar farkında ayrı bir konu, ama neden biz kendi iç meselemizi ABD’nin vereceği kuşkulu desteğe mahkûm edelim ki? Biz seninle oturursak bu sorunu 1 haftada çözeriz ve bütün taraflar da memnun olacak” dediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Doğrusu o gece ikili görüşmeden sonra ABD başkanından “tarihin en büyük desteğini aldık” diyenler çoğunluktaydı. Peki, ne almıştı başbakan?
Sıcak bilgi!
Yani,
PKK militanları saldırı için sınırı geçecek ve ABD haber verecek, güvenlik güçleri de PKK militanlarını anında imha edecek…
Allah aşkına o gün buna inananlara soruyorum:
ABD hiçbir zaman Türkiye’yi sorunsuz bir ülke olarak görmek istemiş midir?
Sorunsuz bir Türkiye ABD’nin işine geliyor mu?
Türkiye’nin başta darbe ve derin devlet yapılanmalarının tümü ABD eseri değil mi? Bunlar ortadayken nasıl oluyor da ABD’nin desteğini beklersiniz?
Bizi bizden daha çok seven yoktur, olamaz da. Bütün olup bitenlere rağmen bu böyle;
Kürt ve Türk halkları kardeştir, kardeşliğin gereğini derin devlet yıllar yılı yapmayıp bizi bölme noktasına getirecek hale soktu. Şiddeti asla tasvip etmediğimi bilmeyen yok. Bu sebeple PKK eylemlerini -ilk günde itibaren- ne destekleyici ve ne de övücü tek bir cümlem olmamıştır. Her iki tarafında şiddetlerini, eylemlerini, köy basma ve yakmalarını, adam kaçırmalarını kısaca her türlü cinayet ve şiddeti red ederek sorunların diyalog yoluyla çözüme kavuşturulmasını dile getirdik.
Ama devletin derinliklerinin bu “savaş”ın sürmesi için başta faili meçhuller olmak üzere elinden geleni yaptığını da çok iyi biliyorum.
Şimdi geldiğimiz nokta da derdimiz ve çabamız;
“Kim ne yaptı”dan ziyade, bundan sonra kanın akmaması için “kim ne yapabilir?” olmalıdır.
Devamı yarın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.