- 714 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BOP VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
BOP’ un ARKA PENCERESİNDEN
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra dünya siyasetinde büyük bir boşluk meydana gelmiş; bir zamanlar bir İngiliz sömürgesi olan ABD, Osmanlı’dan boşalan bu boşluğu doldurmanın gayreti içine girmiştir. ABD, dünyanın süper gücü olduğunu tüm dünyaya kabul ettirmek için BOP adında büyük bir proje geliştirmiştir. Geliştirilen bu projenin kapsamı şu şekilde düzenlenmiştir: Batı’da Fas’a ve Moritanya’ya, Doğu’da Orta Asya ve Moğolistan’a, Kuzey’de Kafkasya ve Türkiye’ye, Güney’de Arap Dünyası ve Somali’ye kadar uzayan ülkelere yönelik siyasi, hukuki, bilgi, eğitim, ekonomik ve sosyal alanlarda çok büyük bir dönüşümü gerçekleştirmektir.
ABD, bu amacına ulaşabilmek için; ilk on yıl içinde Orta Doğu Serbest Ticaret Alanı’nı ve 2002 Aralık ayında da Orta Doğu Ortaklık Girişimi projeleri geliştirmiştir. ABD, projesini haya-ta geçmek için; Fransa, Almanya, İngiltere, Japonya, Kanada, İtalya ve Rusya’nın katılımıyla kurulan G-8 ülkelerinden destek istemiştir. ABD’nin bu isteği 2004 yılında Amerika’da yapılan G-8 zirvesinde değerlendirmeye alınmıştır. Amerikan patentli bu projeyi irdeleyen Fransa’nın yeşiller grubunun önde gelen liderlerinden olan Cochet, insani ve demokratik giysilere soku-lan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi aslında bölgedeki tüm petrol musluklarına el koymaya yönelik bir girişim olarak değerlendirirken; on yıl içerisinde petrol rezervlerinin tükeneceğini, bu bakımdan Afrika Kıtası’nın enerji kaynaklarının batılılar tarafından mutlak surette kontrol altına alınması gerektiğine işaret etmiştir.
Enerji kaynaklarıyla emperyalistlerin iştahını kabartan bu coğrafyada farklı uluslar, kültürler, diller ve dinler yaşamaktadır. ABD, bu bölgelerde güveni, istikrarı ve demokrasiyi temin edeceğini; aynı zamanda bilgi, kültür ve eğitim amaçlı faaliyetlerde bulunacağını vaat ederek bu bölgelerdeki enerji kaynaklarını ele geçirip, dünya egemenliğini sağlam temeller üzerine oturtmak istemektedir. ABD’nin bir değer amacı da; enerji kaynaklarının nakil yollarını da ele geçirerek rakip devletlerin önünü kesmektir. Bu bölgenin en zengin petrol yatağına sahip ülke Irak’tır. Irak, bölge petrollerinin %40’ına sahiptir. Afganistan ise uranyum yönünden zengin enerji kaynaklarına sahiptir. Bor yönünden ülkemiz dünyanın en zengin ülkesi durumundadır. Ülkemizde bulunan bor madeni dünya bor rezervlerinin %75’ini oluşturmaktadır. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi ile bu ülkelerin elinde bulunan zengin enerji kaynaklarını ele geçirmenin hesabını yapmaktadır. Bu yönüyle baktığımızda ülkemizin de ABD’nin iştahını kabarttığını söylemek yanlış olmaz. Ayrıca; ülkemizde sadece bor madeni yoktur: Lityum, uranyum, magnezyum, radyum, toryum gibi çok zengin katı ve sıvı enerji kaynakları mevcuttur. Ayrıca; altın, gümüş, bakır, çinko, demir, çelik, linyit gibi pek çok madenler de bulunmaktadır. Ancak ne acıdır ki; ülkemizin geleceği olan ve ülkemizi bölgenin lider ülkesi yapacak olan bu enerji kaynaklarımız; yerli yatırımcılar göz ardı edilerek özelleştirme adı altında yabancılara satılmıştır. Yani; Türkiye yönetimi BOP’ tan da-ha önce hareket ederek BOP’un amacına hizmet etmiş durumdadır!
ABD’nin yayılmacı siyasetinin esasını şu görüşler oluşturmaktadır. James Blaine gibi iş dünyasının ve siyasetin önde gelen isimleri, daha fazla iktisadi büyüme için yabancı pazarların gerekli olduğunu ve bunun için saldırgan bir dış politikanın izlenmesi gerektiğini savunmuş-lardır. Ernst Haeckel’in “biyogenik yasası”na dikkat çeken John Fiske; Anglo Sakson ırkı üs-tünlüğü teorisini öner sürmüş; Josiah Strong ise geri ulusları Medineleştirmek ve Hıristiyan-laştırmak” gerektiğini savunmuştur. Bütün bu faktörler, Amerikan siyaset düşüncesinde bazı gruplar tarafından ciddi şekilde önemsenerek ırkçılığa dönüşmüştür. Ayrıca Frederick Jackson Turner tarafından geliştirilen “Öncülük Tezi”nde, medeniyetlerin ABD’nin öncülü-ğünde olması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Birçok kişi, Amerikan ruhunun sürdürülebilmesi için denizler ötesi yayılmacılığın çok önem taşıdığına inanmıştır. Alfred T. Mahan’ın 1890 yılında yayımlanan “The Influence of Sea Power Upon History” isimli eseri, ABD’nin “dünya gücü” konumunun yükselmesi için üç unsurun gerekli olduğuna inanmıştır. Güney Amerika’da bir kanal inşası, ABD deniz gücünün genişletilmesi ve Pasifik’te Çin ile ticareti geliştirmek için hem ticari ve hem de askeri bir karakol inşası. Ortaya konulan bu düşünce; Roosevelt gibi başkanların politikaları ve daha güçlü bir deniz kuvvetlerinin kurulması konu-sunda etkili olmuştur.
Küresel Enerji: ABD, enerji ihtiyacını karşıladığı bölgelerde güvenliği ve istikrarı sağlamak zorundadır. Bradley A. Thayer, Aralık 2003 yılında, Stratejik Çalışma Merkezi’nde yaptığı inceleme sonuçları özetle şu şekildedir.
a) ABD’nin büyük stratejisi, “Egemen Güç Üstünlüğü’nü” esas alır. Amerikan’ın egemenliği; diplomatik-ekonomik-askeri çıkarlarını geliştirir, uluslararası ortamı şekillendirir, önlendirir ve düşüncelerini yayar.
b-) Ortadoğu, dünya enerji kaynağının %64’ünü oluşturmaktadır ve dünyanın en büyük enerji ihraç eden bölgesidir. Petrol tüketimi 2003 yılında 66 milyon varil iken, 2020 yılında 119 milyon varil olacaktır. Ortadoğu’daki toplam rezerv, 1047 milyar varildir. Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus rezervleri de hesaba katılınca toplam rezervler dünya ezervlerinin % 69,6’sına ulaşacaktır. Bu artırımların %85’i ABD’de tüketilecektir. 2025 yılına kadar Avrupa’nın petrol alımı %100, Çin’in ise %500 artacaktır.
Amerikan Kapitalizmini, BOP gibi yeni senaryolara sürükleyen 4 ana unsurun olduğu düşünülmektedir.
a-) İslami yönelişlerin adresini saptırmak,
b-) Dünyayı ilgilendiren fakirlerin isyanı,
c-) Kapitalizmin dinamiğini içeriden değişime uğratmak,
d-) Petrol ve su kaynaklarının güvenliğini kontrol altına almak,
Bu dört ana unsur ile ABD; Asya eksenli, özellikle Çin hesaba katılarak bu noktalardan baş-layabilecek başkaldırıların önünü kapatmak isteyecektir. Ne var ki; ABD, mal ve hizmet satışı için yeni pazarlar yaratmak ve Çin eksenli bir gelişmeyi de önlemek zorunda kalacaktır. ABD’nin bu projeyi hayata geçirirken ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı, büyük bir ihti-malle başarısız kalacağı düşünülmektedir. Çünkü ABD projesinin önüne Çin, Rusya ve Arap Dünyası’nın bazı yöneticileri çıkacaktır.
ABD, 1991 yılında patlak veren Körfez Savaşı sırasında İran petrollerini batılı şirketler ara-sında paylaştırmıştı. Daha önceden İran petrollerini millileştiren Musaddak, Amerika tarafından estirilen bir devrim rüzgârıyla devrilmişti. Daha önce, CİA Tahran İstasyon Şefi Kim Roosevelt ile dost olan İran Şahı, Musaddık’ın devrilmesinden sonra ABD yönetimi tarafın-dan tekrar ülkesine döndürülmüştür. ABD güdümlü Şah’ın dönmesiyle birlikte İran petrolleri-nin %65’i Amerikalı şirketlerin eline geçmiştir.
Emperyalist devletlerin Ortadoğu bölgelerine ilişkin geliştirdikleri stratejiler yeni değildir. 20. yüzyılın başlarında Türkiye, Emperyalist sistemin “uç kalesi” olarak görülmüştür. Soğuk Sa-vaş döneminde Türkiye’yi SSCB’ne karşı bir kalkan olarak kullanarak, Ortadoğu bölgelerinin SSCB’nin yörüngesine girmesini engellemeyi planlamışlardır. II. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye’nin Soğuk Savaş Döneminde hangi rolleri üstleneceği tartışılırken; İngiltere, Türkiye’nin NATO ülkesi olmasına karşı çıkmıştı. İngiltere, Batılı ülkelerin tersine bir Ortadoğu Komutanlığı Projesi’nin elzem olduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin Stratejik görevinin Batılı ülkelerin menfaatleri doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Birleşik Arap Krallığı, Ortadoğu’nun savunulması noktasında Türkiye ile işbirliğinin çok mü-him olduğunu belirterek; “Ortadoğu’nun savunulmasında kendisine düşen rolü oynaması üze-rine hassasiyetle duruyoruz. Türk Hükümeti de bu görüşü paylaşmaktadır. Dünyanın bu önemli bölgesinin güvenliği için yapılan planlara Türkiye’nin katılması için gerekli çalışmaların bir an önce tamamlanmasını ümit ediyorum” diye beyanat vermişlerdir. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes; Ortadoğu’da Barış ve İstikrarın Koruma planı ile ilgili olarak yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “…Çünkü istikrar ve milletlerin istiklali gayesini güden garb devletlerinin siyaseti bakımından Türkiye bu bölgede büyük ehemmiyet arz etmekte ve bu bakımdan gerekli vasıflara haiz bulunmaktadır. Eisenhower Doktrini’nin doğruluğu ve sakatlığını tarih huzurunda… Amerika’nın bu planda ve bu hesapta Türkiye Cumhuriyeti’ne vereceği yer, mevki ve ehemmiyet tayin edecektir” açıklaması ile Türk Hükümeti’nin ABD’nin Türkiye Cum-huriyeti’ne biçtiği rol için hazır olduğunu bir şekilde dile getirmiştir. Tarih öylesine garip hadi-selerle doludur, öylesine sinsi düzenbazlıklara sahne olmaktadır ki; ABD tarafında yer alan Adnan Menderes, ülkesi için ABD’den borç istemiş; ancak ABD Türkiye’ye kredi verilmesini istememişti. Bu durum karşısında Menderes, kredi için yönünü SSCB’ne çevirmişti. Türkiye’nin SSCB’ne yaklaştığını gören Emperyalist ABD, Türkiye’de bir ihtilalın zeminini oluşturmuş ve Adnan Menderes ile yakın çalışma arkadaşlarının 27 Mayıs 1960 yılında idam edilmesini sağlamıştı. O dönemlerin etkili siyaset ve devlet adamlarından olan Celal Bayar, mason olması sebebiyle idam edilmekten kurtulmuştu.
Şurası muhakkak ki; Türkiye üzerine dışarıdan çok ciddi stratejiler geliştiriliyor ve uygun zaman dilimlerinde devreye sokuluyor. Ve tabi ki, toplumun değişik kesimleri de değişik zaman dilimlerinde değişik kombinasyonlarla devreye giriyor ve adım adım BOP’a doğru uygun adımlarla yol alıyorlar. BOP’ un esasına dikkat edildiğinde iki yönlü bir durumun söz konusu olduğunu görürüz. Birinci yönü “Haç”, ikinci yönü de “Hilal”dir. Bu neden böyledir? Bunun niçin böyle olduğunu anlayabilmek için BOP’u kurup, geliştiren ABD Başkanı Bush’un şu sözlerine dikkat edelim: “Biz haçlı savaşı veriyoruz” George W. Bush, bu sözlerini genel seçimler arifesinde sarf etmişti. Başta İslam Dünyası olmak üzere bazı Batılı Devletler bu sözün bir hata olduğunu belirtince; Bush, hatasını tamir etmek istedi ve “Yanlış anlaşıldım” demek zo-runda kaldı. Aynı şahıs 2002 yılında İran’ı, Irak’ı ve Kuzey Kore’yi “Şer Üçlüsü” olarak ilan etmişti. Bu uygulamanın ilk hedefi pek tabi ki Irak’ın toptan yok edilmesiydi. ABD projesine göre; İran, Irak ve Suriye gibi devletler, ABD eksenli olmadığından yok edilmelidir. Yemen, ABD’ye göre feodal bir yapıdır. Bu ülkenin ele geçirilmesi zor değildir. Mısır ve Suudi Arabistan ise, yönetim olarak ABD yanlısıdır. Bu bakımdan bu ülkeler üzerinde BOP amaçlı herhangi bir operasyona lüzum görülmemektedir.
Türkiye-ABD ilişkileri Adnan Menderes ile başlamış; sonraki dönemlerde iktidara gelenler de aynı politikayı sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan BOP, çok önemli ve üzerinde ciddiyetle durulması, araştırma yapılması ve sorular sorulması gereken bir oluşumdur. Türkiye-BOP ilişkilerini günümüze indirgeyerek daha güncel haliyle görmeye çalışalım.
* ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice BOP için şunları söylemiştir: “BOP için-de yer ala 22 ülkede rejimler ve sınırlar değiştirilecek” Kaynak: (Ağustos, 2003-Washington Post)
* ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice tekrardan şunları ifade etmiştir: “Yeni bir Ortadoğu kurmanın zamanı geldi” Kaynak: (Temmuz, 2006-Lübnan)
* Emekli Albay Ralph Peters ise şunları söylemiştir: “Ortadoğu’da istikrarsızlıkların en önemli nedeni, Avrupalıların gelişigüzel çizdikleri sınırlardır… Azınlıkların durumu gözetilerek yeni sınırlar çizilmeli… Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsız bir devlet sahibi olması gerek… Türkiye’nin doğusunun işgal edilmiş bir bölge olarak görülmesi gerekiyor” Kaynak: (Temmuz-2006, Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi-Armed Forced Journal-AFJ)
* 2008 yılında Atlantic dergisinin Ocak-Şubat sayısında yayınlanan bir makale de ABD’nin BOP görevi verdiği Tayyip Erdoğan; “Ben BOP eşbaşkanıyım… Diyarbakır BOP’ un merkezi olacaktır”
* R.Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında yaptığı konuşma: “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Nedir o görev? Biz Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinin Eşbaşkanlarından bir tanesi-yiz ve bu görevi yerine getiriyoruz… Diyarbakır’a çok farklı bakıyorum. Yani Diyarbakır istiyorum ki… şu anda… Yani Amerika’nın da hani düşündüğü… Büyük Ortadoğu Projesi var ya… Genişletilmiş Ortadoğu… Yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir… Bir merkez olabilir… Bunu başarmamız lazım…” Kaynak: (Ulusal Kanal-TV, 14 Şubat)
* Abdullah Gül’ün 3 Nisan 2003 tarihinde Colin Powel ile yaptığı gizli anlaşmaların metni şu şekilde ortaya çıkmıştır:
a-) Türk askeri Irak’ın kuzeyinden çekilecektir,
b-) Sınır Ötesi Harekâtlara son verilecektir,
c-) Yurtiçinde PKK’ya askeri harekât için ABD’den izin alınacaktır,
d-) TSK, PKK7KADEK’e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan ha-rekât yaparsa, ABD hükümeti, Kürt halkına karşı şiddet kullanıldığı ve soykırım uygulandığı çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecektir,
e-) ABD’nin, İran ve Ortadoğu’ya yapacağı askeri harekâtlarına aktif destek verilecek ve katı-lım sağlanacaktır,
f-) Türk Ordusu’nun asker ve silah gücünde indirim yapılacaktır,
g-) Irak’ın kuzeyinde kurulan kukla devlet, Türkiye tarafından resmen tanınacaktır,
h-) PKK7KADEK mensuplarına geniş çaplı af çıkarılacaktır,
ı-) PKK/KADEK yasallaştırılacaktır,
j-) Belediyelere özerklik verilecektir,
k-) Dört yıl içinde aşamalı olarak federasyona geçilecektir,
L-) Kıbrıs’ta Denktaş devre dışı bırakılacak ve Annan Planı küçük değişikliklerle uygulana-caktır.
m-) Ege’de Yunanistan’ın taleplerine esnek tutum takınılacaktır,
n) Ermenistan’a yönelik kısıtlamalar kaldırılacaktır. Kaynak: (Avrasya TV)
* R.Tayyip Erdoğan’ın Çankaya adayı Abdullah Gül, Vatan Gazetesi’nden Sedat Sertoğlu’na demeç veriyor: Yer: Balgat. Tarih 24 Mayıs 2003
“Ben bu gezileri yapmadan önce şimdi senin oturduğun koltukta (tam burada Gül eliyle koltu-ğa vuruyor) ABD Dışişleri Bakanı Powel oturuyordu. Onunla 2 sayfalık, 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki! Powel Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var”
* Abdullah Gül, 17 Temmuz 2003 günü Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaal ile görüşürken, ABD ziyaretini şu şekilde açıkladı: “Tezkerenin reddinden sonra Powel’in Türkiye’ye yaptığı ziyaretle bölgede yapılması gerekenleri beraber kararlaştırdık…”
Toparlayacak olursak; ülkemiz seçim vaatleriyle, türbanlarla, laik-anti laik söylemlerle, dinli-dinsiz, Sünni-alevi, özgürlükçü-ülkücü, İslamcı-ılımlı veya esnek İslamcı tartışmalarla çalka-lanırken gördük ki ülkemiz, tarihinde hiç görülmediği kadar parçalara bölünmüş! Bölünmekle kalınmamış; yine BOP içinde bir proje olarak sinsice devreye sokulan Dinlerarası Diyalog, Ilımlı İslam ve Medeniyetler İttifakı gibi masumane gösterilen hain projelerle İslam Dini’nin özü İncil ve Tevrat eksenli bir din haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu oyunların sonuç-larını günümüzde rahatlıkla görmemiz mümkündür. Kilise evlerinin peşi sıra açılması, Sume-ne Manastırının ve Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılması, İstanbul’da bir din devletinin (Ekümenlik), Trabzon’da Pontus Rum Devleti’nin kurulması, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinin bölünerek bir Özerk Devlet’in kurulması gibi hain planlar BOP’ un esas gayelerindendir
Temennimiz şudur ki; ülkemizi yönetenler, bir an evvel ulusal menfaatler etrafında birleşmeli ve ülkemizin kaderini yabancıların eline terk etmemelidir. Başlangıçtan günümüze kadar irde-lemeye çalıştığımızdan da anladığımız kadarıyla bu BOP denilen proje esasında ülkemizi de hedef almış durumdadır. Değişik versiyonlarla veya görevlendirmelerle işin esası kapatılmak-ta, halkımız oynanan sinsi oyunlardan habersiz bırakılmaktadır.
Halit DURUCAN
YORUMLAR
Bekir Ağabey, haklısınız. Bu konu geniş olduğundan GÖZDEN kaçırmışım. Onu derhal düzelteceğim. Sizin gibi bilgili ve ne okuduğunu bilen insanlarla diyalog kurmak harika. İyiki varsın Bekir ağabey. Saygılarımla
Sayın Glenay kardeşim. İnsanlarımız ipotek altına alınmış kanalları izleye izleye sap ile samanı birbirine karıştırmış durumdalar. Ben de haberleri ve açık oturumları ve tartışmaları daima farklı kanallardan takip ediyorum. Ortaya konan tiyatroları orada görüyor ve işin gerçeklerini oralardan öğrenebiliyorum. Teşekkür edriyorum.
BOP ile ilgili geniş bir değerlendirme yaptığınız yazınızı beğeni ile okudum.
Her şey bu kadar açık anlatılmasına karşın, halkımızın olan bitene kayıtsız kalması da anlaşılacak bir hadise değildir.
Tebrik eder, saygılarımı sunarım.
NOT. Yazınızın onuncu pragrafında adı geçen Cemal GÜRSEL 1960 ihtilalinin lideri idi.
İdamdan kurtulan Celal BAYAR dır. Bir gözden kaçma olduğunu sanıyorum.