- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Başlık Yaşamıyor!
Farkındalık elimiz ve yüzümüzü
yıkamayı yabancı bildiğinden beri
gerçek, gözlerimize kaçıp kalbimizi
yakmıyordu (belki yaksaydı
sabunun gözümüze dokunup
kaçtığında göz kapaklarımızı bir
süre aralayamamamız gibi,
kalbimizi de bir kaç dokunuş
açamaz ve acımazdık). Neyse
işte... "Yanmak" kelimesini de
böyle böyle yakıştırdık ruhu
unutarak bedenlere; çünkü
"yan"mak ve "yak"ıştırmak fiilleri
kardeş çocuklarıydı. Yani biz buna
inandırdık kendimizi inanmıyorken
hiçbir şeye (ne yaptığımızdan da
haberimiz yoktu anlayacağın)...
Duruşsuzluk takıyorduk yakasına
her doğan sevginin; kimse
değmiyordu böylelikle... Bir de İşin
acı yanı biz bunu iyi bir şey
zannediyorduk. Bu arada asıl
meseleye gelirsek; "zan"
kelimesine de böyle "Merhaba, iyi
misiniz?" diye sorduk. O elimiz
yerine gözlerimizi tuttu ve
"farkındalık" elimiz ve
yüzümüzden böyle soğudu. Artık
gerçek gözlerimize kaçıp, kalbimizi
yakmıyordu. Belki yaksaydı;
sabunun gözümüze dokunup
kaçtığında göz kapaklarımızı bir
süre aralayamamamız gibi,
kalbimizi de birkaç dokunuş
açamaz ve acımazdık. Neyse işte...
Biz bu fiillerden böyle bıktık. Yetin
(-e-)medik bir de anlamlarından
tutup "yaktık". Biz ne yaptık?
İnan ben de bilmiyorum. Durum
böyleyken "sıfatların" saldırısına
da (hedef benliğimiz) böyle
uğradık... Ve bir gün "yakıştırmak"
ve "kaybetmek" fiillerinin hala
yaşadığını anladık. Her şey bizim
suçumuzdu... Ama yapacak bir şey
de yoktu; çünkü "kurtulmak" kül
olmuştu. Külleri kaybettiğimiz için
de sıfatlar onun yerine sizi
(birbirinize) savurdu...
Sessizliği mi soruyorsun? "Özür dileme"nin ruhunu çağırıyoruz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.