- 611 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ankara'da Patlayan Bomba ve Devletlerin Dostlukları
Türkiye geçtiğimiz süreci ıskalamak istemiyorsa Mavi Marmara ile ilgili BM raporunun ABD basınına sızdırıldığı günden beri yeni bir süreçle karşı karşıya kaldığını kabullenmelidir.
Ülkelerin “dost”luk ilişkilerini yazanların en müşkülatlı (problematik) alanları diplomasi dili ile mevcut durumların tenakuzundan (çelişki) kaynaklı güvensizliktir. Zira ülkeler kendi aralarında diplomatik ilişkiler geliştirerek iktisadi/ticari, siyasi, askeri anlaşmalar yaparlar ve uluslar arası arenada işbirliği yoluna giderler.
Özellikle imparatorluklar döneminden itibaren biliyoruz ki ülkelerin birbirleriyle yaptıkları anlaşmalar güçlü ülkenin keyfine göre yapılır. Bir süre sonra bu anlaşmalarda bir değişiklik gerekiyorsa bunu muhatap ülkeye güçlü olan ülkenin “mesajları” bildirir. Eğer muhatap ülke mesajı almamışsa güçlü olanlar isteklerini şiddetlendirerek/güçlendirerek verme yoluna giderler.
Bunu bir örnekle somutlaştırarak okuyucularımla aramıza yorumcuların girmesini önleyelim.
Diyelim ki Türkiye İsrail ile ikili görüşmeler, kurumsal buluşmalar, diplomatların proje ve belirledikleri politikalarla sanayi, bilişim, ticari vs. işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bir süre güllük gülistanlık olan ilişkiler sayesinde savunma, ulaştırma ve istihbarat alanında en önemli anlaşmalar yaptık ve en gerekli teçhizatı İsrail’den aldık. İsrail bize Heronlarını verir, PKK ile mücadelede bir mesafe almayı hedefler.
Günler haftaları, haftalar ayları (belki de aylar yılları) kovalarken “İsrail’in İran’ı vurası geldi” diyelim. İsrail bu talebini Türkiye’ye iletmeden önce ülkenin pek çok yerinde bombalı olaylar meydana ge(tiri)lir. Bu şu demek; “ey Türkiye, ben “İran’ı vuracağım, bana hava sahanızı kullandırtmanız gerek.” Türkiye bu mesajı alır ve açıklamalarında “verilmek istenen mesajı elimizin tersiyle itiyor iade ediyoruz” demeyip bu mesaja olumlu cevap verecekse sorun –şimdilik- biter. Yok, eğer Türkiye mesajı almamışsa ve/ya İsrail Türkiye’den “hayır” cevabı alır ise bu sefer hem olaylar arttırılır ve hem de iç ve dış düşmanlarıyla ilişkiyi geliştirir.
Hiçbir ülke yekdiğerine ebedi dost veya düşman olamaz. Bunu (dostluk ve düşmanlığı) menfaatler belirler. Bugün dost görünen bir ülke menfaatlerine daha uygun bir ülke bulur ve bu ülkenin sizinle dostluğunu askıya alması gerekiyor ise bunu çeşitli bahane ve yollarla hiç çekinmeden ilan eder.
Mavi Marmara raporunun pazara düştüğü günden itibaren “sıfır sorun”lu “dost” ülkelerin Türkiye ile nasıl kavgalı pozisyona geçtiklerini görmemek için Kemal KILIÇDAROĞLU olmak gerek. Hele bir de Ortadoğu ve Afrika’da bazı ülkelerde yapmak istediğiniz “devrimler” bitmişse artık bunu anlamak için okur-yazar olmanıza bile gerek kalmaz. Size teşekkür edilir ve “buraya kadar” mesajı verilir, eğer güçlü bir ülke olmazsanız.
Bakın Mavi Marmara raporu sonrası gelişmelere;
İran, dost ve kardeş ülke; derhal farklı mesajlarla Türkiye’ye karşı pozisyon alarak “zalim BAAS’çı Suriye rejimininrahat bırakılması” konusunda pazarlıklar başlattı.
Yunanistan, flörtlerin beş paraya düştüğü sürecin akabinde İsrail ile askeri işbirliği sinyalleri vermeye başladı.
Fransa-İngiltere Libya üzerinden Türkiye’ye “hop” dedi.
ABD İsrail’e asla zarar verilmesini kabul etmeyeceğini ilan etti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Almanya PKK ve istihbarat kozunu kullanıp Türkiye’ye “Ortadoğu politikasını değiştirmesi”nin açık mesajlarını verdi.
Almanya cumhurbaşkanı GÜL’ün ziyaretini sabote etmeye kalkıştı, bereket Sayın GÜL kararlı davranarak ziyareti lehine çevirdi. Bununla Almanya “benim hesaplarımı bozarsanız en üst seviyede rencide olmayı göze alacaksınız” mesajını vermiş oldu.
Rumlar petrol arayışı için ciddi bir fizibilitesi olmadığı halde Ak Deniz’de sondaj faaliyetine başladı.
İsrail Yunan hava sahası için ciddi adımlar atarak Türkiye’ye bir metre daha yakınlaşabileceğini kanıtladı. “Ben havada sana bu kadar yakınlaşabilirim” iddiasını doğruladı.
Mısır’lı “şeriatçılar” ERDOĞAN’ın ülkelerindeki popülaritesini “laiklik” üzerinden düşürmeye çalıştı. Sanki Mısır şimdiye kadar seküler ve din düşmanı bir rejimin zulmü altında ezilmemiş gibi.
İçerde ise;
Tam da “vallahi billahi ben değiştim, artık eski derin devletin piyonu değilim” diyen muhalefet (düştüğü yeri ısıtamayacağının farkında bile olmadan) birden bire celallenir. Derin mahfillerin emriyle hükümete saldırır.
Pusuda bekleyen görevli ve/ya emekli bürokratlar “zilin sesini” duyup 10. yıl marşını dillendirirler.
Velhasıl-i kelam “dost”un düşmana dönüşmesi için sizin ille de hata yapmanıza gerek yok.
Şimdi “neden böyle oldu” sorusunu sormaya ihtiyaç duymasak da olup bitenlerin soruya nasıl bir cevap verdiğini düşünürsek;
“Osmanlı torunları yeniden güçlenirse menfaatlerimiz yara alır” endişesini taşıyan ülkeler kendilerine yakışanı yapmaktadırlar.
Onlar için en iyi Türkiye “hasta adam” olan bir Türkiye’dir. Hastalığı atlatıp uluslar arası arenada “ben de varım” diyen bir Türkiye batıyı menfaatleri gereği tedirgin eder. Neticede pastayı paylaşma söz konusu olacaktır ki batının en sevmediği şeydir pastayı bölüşmek…
Türkiye ne yapmalıdır?
Aslında bu sorunun cevabı bir sonraki yazımda verilecek ama yine de bir iki kelam ile anlatayım;
Eğer Türkiye kendi iç sorununu barışla neticelendirirse –ki ben bunun çok yakın olduğuna inananlardanım- bu oyunları bozacak enerjiye fazlasıyla sahiptir. Güçlü ve kararlı bir iktidar halkına sırtını dayamışsa onu sıkıntıya sokacak bir durumla karşılaşması çok zordur.
Dış politikasında kararlı ve akıllı davranan bir Türkiye, daha güçlü ve kazançlı çıkacak, bugün hoyrat davranmaktan geri durmayan batı kazan-kazan formülüne razı olacaktır.
YORUMLAR
Uluslararası ilişkilere, "ebedi dostlukların değil, menfaatlerin" yön verdiğini bir defa da sizin kaleminizden hatırladık.
Yazınızı beğenerek okudum. Devamını takip edeceğim. Saygılarımı sunarım.