- 1238 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Amcamın Ankara'sı
Dedem aile fertlerinin tamamını toplayarak büyükdedemin Ankara Kale’si içinde bulunan evine götürürken bir yandan da ziyaretimizin sebebini bizlere anlatmaya çalışıyordu. Dedem dokuz yaşında iken abisi de oniki yaşlarında imiş. Cumhuriyetin kuruluş çalışmalarının yapıldığı yıllarmış. Bir gün kalenin eteklerinde keçileri otlatırken bent deresindeki piknik alanına gelen yabancı bir ailenin peşine takılarak giden ve bu güne kadar nerede olduğu hakkında hiçbir bilgi alamadıkları abisinin yıllar sonra baba ocağına döndüğü ve onu görmek için sabırsızlandığını söylerken büyük dedemin kaledeki evine vardık. Dedem kapının tokmağını vururken “Çocuklar kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyor” diyordu ki kapı birden açıldı. Salon penceresinin önündeki sedirde saçları bembeyaz olmuş, kalın mercekli bir gözlük takmış, keçisakallı yaşlı bir adam oturuyordu. Dedem bir adama baktı bir etrafına baktı; sedirde oturan adamdan gayrı içeride olanların tamamını tanıyordu. Biraz tereddütten sonra oturan yabancının yıllardır görmediği abisi Osman olduğuna karar verdi.
“Osman abi” deyince o sedirde oturan yaşlı adam yirmili yaşlardaki gencin çevikliği ile yerinden fırlayarak:
-Kardeşim Kemal” diyerek dedemin boynuna sarıldı. Yaşlı adamın ve dedemin gözlerinde akan yaşlar mübalasız bir sürahiyi rahat doldururdu. Osman amca Ankara’dan ayrılışını ve yurtdışında neler yaptığını ve nerede yaşadığını uzun uzun anlattıktan ve burada yaşayan ailesi hakkında bilgi aldıktan sonra:
“Kemal, yarın ilk olarak babamın ve annemin mezarlarını ziyaret etmek istiyorum. Buralardan ansızın ayrılışımla çektirdiğim sıkıntı ve üzüntülerden dolayı onlardan dua ederek özür dileyeceğim, helallik isteyeceğim” dedi. Osman amcam ve dedem sohbet ederken yengem de çayları dağıtma gayretinde idi. Sohbet döndü dolaştı, çocukluk yıllarına geldi.
Osman Amcam: “Ben her sabah erkenden kalkar, keçileri alır kalenin yamaçlarından otlatarak bendin hemen altında bulunan köprüden geçer; keçileri karşı tarafta bulunan çalısı ve otu biraz daha fazla olan Hıdırlık Tepe’ye geçirirdim. Güneş etrafı iyice ısıtana kadar otlatıp sıcak bastırınca keçileri köprünün alt tarafında bulunan söğüt ağaçlarının altına getirip akşam serinliğine kadar burada kalırdım. Benden başka keçi ve koyun çobanları da vardı. Ama onların keçileri kıl keçisi idi. Kıl keçileri eti ve sütü için beslendiğinden çobanlar çayın kenarında keçileri sağar, sütlerini eve gönderirdi. Bizim ise keçilerimiz Ankara keçisi idi. Ankara keçisinin sütü az olur o da ancak yavrusuna yeter. Onun için biz keçileri tiftiği ve derisi için beslerdik. Ankara keçisinin boynuzları geriye doğru kıvrık ve çenesinin altında sakalı olur. Sarp yamaçları sevdiğinden kayaların tepesinde uçurum kenarlarında olmaktan pek keyif alır. Ancak Ankara keçisinin bu özelliği çobanın işini zorlaştırır. Heyecandan söylemeyi unuttum. Her gün sıcakta keçileri dinlendirdiğimiz çayın adı Hatip Çayı’dır. Bu çay Ankara Kalesi ile Hıdırlık Tepe arasındaki vadiden akar. Romalı’lar tarafından çayın üzerine bent yapılmış; bentten dolayı o bölgeye bent deresi denmiş. Hatip Çayı bendin üzerinden akıp yoluna devam eder; ta ki Çubuk çayına birleşene kadar. Keçiler çay kenarında ki söğütlerin altında dinlenirken biz çobanlar balık yakalardık. Hiç unutamam bir gün bendin az üzerinde bulunan kayanın altındaki oyuktan yirmi bir okka ağırlığında bir yayını iki çoban arkadaşın yardımıyla yakalamıştım. Dedem lafa girdi. “ E abi benim yardımımı hiç söylemiyorsun.”
-Hadi oradan kocaman balığı görünce korkudan ta kayanın üzerine çıkmıştın. Unuttun mu?
Bir de keçileri otlatmaktan bıktığımızda bir bahane uydurup Kazıkiçi bostanlarında’ki halamların evine gider kalırdık. Bahçede bulunan meyve ağaçlarının çoğunluğu Ankara Armudu idi. Ankara Armudu ağacının gövdesi dikine büyür ve ana dalları seyrek yan dalları ise sık olduğundan Armutları toplamak zor olurdu. Toplanan armutları “Aşağı Düz”de bulunan Suluhan’ın orada satardık.
Unutamadıklarımın arasında harman sonunda Çubuk Çay’ı üzerinde bulunan Akköprü’nün az aşağısında kurulan büyük bakır kazanlarda bulgur kaynatılırken yapılan eğlencelerdi. Büyükler işlerini yaparken gençler arasında İmrahor Deresi ile Çubuk Çayı’nın birleştiği noktada yüzme yarışları yapardık.
-“Yarın yapacağım mezar ziyaretinden sonra çocukluğumun geçtiği yerleri görmek o günleri tekrar yaşamak istiyorum” dedi Osman dede.
Dedem Osman abisinin isteğine karşılık hiç fikir beyan etmeden “elbette” dedi. O geceyi neredeyse çocukluk anılarını tazeleyerek geçirdik. Tabii geç yatınca ancak öğlene doğru uykudan kalkabildik. Sabah kahvaltısını yaparken dün gece yarım kalan sohbete devam ettik. Israrlarım üzerine beni de yanlarına alarak kahvaltı sonrası, önce abdest alarak geziye kabir ziyareti ile başladılar. Kabristandan sonra Kalenin yan tarafından, doğru bent deresine indik ama orada ne bent vardı ne de Hatip Çayı akıyordu. Hatip çayının olduğu yerde su yerine araçlar akıyordu.
Osman dede dönerek “Kemal yanlış mı geldik koca çay nerede?” diye sordu. Dedem cevap verdi:
-1950 li yıların ortasında meydana gelen sel felaketinden sonra çayın üzeri kapatıldı şimdi yolun altından akıyor. Anlayacağın bendin kendisi gitti burada adı kaldı. Şimdi bu semtin adı “ BENTDERESİ”. Oradan Kazıkiçi Bostsnları’na vardık; ne halalarının evi, ne bostan, ne de Ankara ile özleşmiş Armut ağaçları kalmıştı. Osman dede armut ağaçlarını olduğu yerden yükselen iş merkezlerine bakarken gözyaşlarını cebinden çıkardığı mendille silmeye çalışıyordu. Çocukluğun geçtiği yerlerde o günlere ait hiçbir ize rastlayamayışı, Osman dedeyi iyice üzmüştü; “Son bir ümitle Akköprü’ye gidelim belki oralarda o günlere ait bir şeyler bulurum” dedi. Akköprü’ye vardığımızda çocukluk yıllarından kalma AKKÖPRÜ’yü görünce köprünün bu ucundaki taşlara sarıldı. Ağlayarak biraz rahatlamıştı çünkü çocukluk anılarını süsleyen yerlerden bir Ankara Kalesi bir de Akköprü kalmıştı. Köprüden aşağı inerek elini yüzünü yıkamak istedi ancak köprünün altından su yerine lağım aktığını görünce bir kere daha yıkıldı. “Çubuk Çayı” olmuş” Lağım Çayı” Ankaralı kendi geleceğini kendi elleriyle yok etmiş diyerek adeta oradan kaçarak uzaklaşırken; bugün İstanbul Caddesi’yle Konya yolunun kesiştiği noktada Büyükşehir Belediyesinin yaptığı mini parkın içindeki Ankara Keçilerinin heykellerini gördü. Onları gerçek keçi sanarak sarıldı ancak onların da heykel olduğunu fark edince fenalaştı. Keçi heykelinin dibine uzandı bir daha da uyanamadı.
YORUMLAR
Bentderesinde daha önce keçi mi otlatılıyormuş demek ? Bu anlattıklarınızdan sadece İmrahor çayını görmek kısmet olmuştu bana çocukken. Sanırım şimdi o da kalmamıştır. İyi ki semtlerin isimleri değişmiyor. Belki Kavaklıdere'de de bir dere Seyranbağların'da da bağlar vardı eskiden. Güzel yazınız için teşekkürler.