- 681 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYNADAKİ SEN MİSİN?
AYNAYA BAK EY İNSAN!
Bir Yaşanmışlığın Kurgusal Öyküsüdür
Bir tuhaflık var bugün bende. İçim ürperiyor, ağzım kuruyor, gözlerim nemleniyor. Sahipsiz bir bebeğin kaldırım kenarında feryat-figan ağlaması çınlıyor kulaklarımda. Terk edilmişti çocuk. Anne ortada yok, baba belirsiz. Birkaç dakikalık zevkin ürünü olarak dünyaya gelmek zorunda kalan bu çocuğun suçu neydi? Bu bebeği insanlığını kaybetmek üzere olan insanların merhametine terk etmek nasıl bir insafın sonucuy-du, anlayamıyorum. Ama henüz insanlık ölmemişti; etraf sakinlerinden birileri ilgilileri telefonla aramış, bebeğin kaldırım kenarından alınmasına vesile olmuştu. Burukça bir sevinç belirmişti içimde. Düşünüyorum ilgisi yüksek bir ruh haliyle. O çocuk ben olabi-lirdim! Şükredemiyorum; o bebeğin yerinde olmadığım için. Şükredemiyorum; çünkü o bebeğin kaderine şükretmiş olacağımdan utanıyordum. Bir feryat yükseldi içimden: İnsanlık kaybolmuş; merhamet aranıyor! Ey bu çocuğu peydahlayıp, kaldırım kenarı-na bir paçavra gibi atan, kendini insan zanneden mahlûk! Yaptıklarından sonra, ak-şam evine gittiğinde, yüzünü sana dönen aynaya bakabiliyor musun? Bakıyorsun eminim. Peki, o aynada ne görüyorsun? Bir insan mı, yoksa insan şekline bürünmüş bir canavar mı?
***
Ey kendini insandan sayan mahlûk! Dünyanın en tatlı varlıklarını kaçıranlar. Onları organ mafyalarının eline teslim edenler. Siz, gerçekten insan mısınız? Ey kendini in-sandan sayan mahlûk! Hastası için ayırdığı parasını çalıp kaçanlar. Siz, insanlığın kaçıncı perdesindesiniz! Siz, hiç lügate bakıp, insan neymiş, öğrendiniz mi? Siz, ken-dini insandan sayıp arz-ı endam ederek toplum içinde utanmadan dolaşanlar. Boy-nundan kravatı hiç eksik etmeyenler. Dön! Aynaya dön ve bak! Sakın irkilme. Sakın korkma içindeki canavarın şekli-şemalından. Bak! İrkilmeden bak. İşte o sensin!
***
Ey kendini insan yurdunda gören mahlûk! Atan sana mal-mülk verdi. Okuttu, evlen-dirdi. Gün geldi, devran döndü. Mal hırsı tüm hırsıyla ruhunu kabzetti. Ananı-babanı tekme tokat dışarı attın. Zorla imzasını aldın. Dünyanın kahrını çekmekten yüzleri derin çizgilerle dolmuş olan, dünyanın yükünü çekmekten gözlerine perdeler yerleşen o atanı hangi insafın gerekçesiyle tekme-tokat dışarı atıyorsun? Ey mahlûk! Atana ellerin kalkarken, hiç mi vicdanın sızlamaz? Ey atasına tokat atan mahlûk! Bak ayna-ya! O aynaya iyi bak. Aynadan sana yansıyanlar, sen misin, yoksa içinden fırlayan bir canavar mı? Korkma mahlûk, korkma! O gördüğün aslında sensin! Gördün mü mah-lûk? Sen neymişsin de haberin yokmuş. O baktığın, üzeri cilalanmış aynadan değil. O gönüllerin pası silinmiş aynasıdır. O aynalar ki aslını yansıtır insana. Bak ey mahlûk! İyi bak kendine, hicranında leke düşmedik bir yer kalmış ise!
***
Sonra patronların arzı endamı geliyor ekranlara. İflas etmiş; aslında etmemiş. Peşin-de dolaşan, alın terini isteyen işçilerine bağırıyor! Alın teri çoktan kurumuş, emek çok-tan hak edilmişti. Ey kendi ekmek kapısını kundaklayan zavallı mahlûk! Ey işçilerinin parası üzerine saltanat kuran mahlûk! Evine döndüğünde, yatma vaktin geldiğinde, kuştüyü yastığına başını rahat koyabiliyor musun? Tüm hücrelerine kadar rahat bir uyku çekebiliyor musun? Vicdanın seni hiç sarsmıyor mu? Sarsmamalı! Sen bu dün-yaya düzenbazlık etmek için gelmişsin! Senin içindeki çirkin yaratıklar sana yol göste-riyor! Yürü ya kulum! Sen içindeki canavarlara kulluk ediyorsun ey mahlûk!
***
Derken, siyasilerin arzı endamı geliyor ekranlara. Sevgili vatandaşlar… Diye başlıyor-lar sözlerine. Saltanat koltuğuna oturduktan sonra, bir inci güzelliğinde dizdikleri söz-cükler birer birer pula dönüşüyor. Ey yapamayacaklarını vaat edenler. Ey boyundan büyük söz eden siyasiler! Size de sesleniyorum. Siz, gerçekten insan mısınız? Sizler, eş-dost muhabbeti yaparken, çaresizlikten beli kırılmışlara ne söz vermiştiniz de ça-bucak unuttunuz? Bizde söz ağızdan çıkar! İnsanın ağzından! Bir başka yerinden çıkarsa, o söze başka yerinden güler insanlar! Ey yalan söylemekten utanmayan, yalanı siyasetin aracı belleyenler. Yalanla beslenenler! Sizler, akşam evinize döndü-ğünüzde, saltanatınızın bir kerameti olarak gördüğünüz envai çeşit sofralarınıza bü-yük bir özenle oturduğunuzda halkın istekleri hiç çınlamıyor mu kulaklarınızda? Vaat-leriniz hiç yüreğinizi acıtmıyor mu? Eminim, saltanat hırsı böyle bir şey olmalı. İnsanı, insanlığından alıp götüren büyük bir hırs olmalı. Yönetici! Özü, sözü doğru olmalı. Yapamayacağını söylememeli. Söylediğini yerine getirmeli! Halk onlar için ucuz mal-zeme! Söyle yalanı, otur saltanat koltuğuna. Bu işin sermayesi bu! Ey yalanla iş başı-na gelenler! Siz, gerçekten insan mısınız acaba? Siz, gönül aynası nedir bilir misiniz? Bilmezsiniz, bundan da eminim. İnleyenler, ağlayanlar ve çaresizlikten harap olanlar sizin neyinize! Onlar işini bilir! Onlara bir şey olmaz! Akıllarını kullansınlar! Devlet ka-pısı iş bulma kapısı değil! Sen de aynaya bak ey siyasetçi! Gönül aynanda kirlenme-dik bir yer var ise, uzat kafanı da bir bak! Sakın korkma sende! Yalan söylerken, ya-pamayacaklarını vaat ederken nasıl korkmadıysan, o paslanmamış aynaya dön bir bak! İçindekini gör ve içindekiyle yüzleş! Bir umut! Sarsılır, silkinir, kim bilir, bir miktar insanlık adına bir kırıntı kalmış ise yüreğinde, kendine gelirsin. Kim bilir, belki İnsan olduğunu fark edersin.
***
Daha nice olaylar arzı endam etti ekranlarda. Kumanda! Televizyonları yönlendiren o sihirli alet. Fırlattım, öfkeyle kalktım, attım kendimi dışarı. Gidiyorum artık. Rüya âle-mindeyim, ya da sonu bilinmeyen bir hayal âlemine daldım. Karanlık! İki büyük tepe arası! Patika bir yol! Yürümem için açılmıştı sanki. Sağı-solu ağaçlarla dolu; ama o ağaçlar meyvesine küsmüş! Bulutlar küme küme. Bulutlar aya, ay yıldızlara hasret! Karanlık, hem de çok karanlık. Derken, bir keçi marifetiyle tırmandım kayaların en doruğuna. Bir büyük kaya, oturaklık misali. Cebimdeki sigara sanki seslendi bana. İç beni. İç, seni dumanımla götüreyim yalandan, riyadan, ahlaksızlıktan uzak bu diyar-lardan. Evet, sigaram cebimden bana sesleniyor. Kaçırmamalıyım. Bu güzel sese kulak vermeliyim. Titreyen ellerim cebime daldı. Bir sigara çıkarttım. İki parmağımla biraz ovaladıktan sonra dudaklarıma götürüp, yaktım. Derin bir nefes ve sonrası ha-yalin en doruğundayım. Gözlerim gökyüzünde. “Şu bulutlar bir açılsa da ay yüzünü gösterse” diyordum. Yarım saat geçti aradan; ikinci sigaramı parlatmıştım. O da ne! Ay yüzünü göstermiş, yıldızlarla dans halinde. Müthiş bir sevinç kapladı içimi. İşte beklediğim bu olmalı. Yükselmeliyim oraya. Kim bilir, orada kokuşmuşluk yoktur. Son-ra, ay ışığında beliren, sağa sola yalpalayarak bana doğru gelen bir varlık fark etti feri sönmüş gözlerim. Kayanın dibine kadar geldi. Keçi gibi tırmanıp yanımda belirdi. Sa-kalları kabarmış, gözleri yuvalarında bir fırıldak marifetiyle dönüyordu. Korkmuştum, aslında korkmamıştım. Bir tekme ile aşağı atabilirdim. Kendimden emindem, aslında emin değildim. Parmaklarını bana uzattı. Mikrofonik bir sesle seslenerek, sigara iste-di. Uzattım bir sigara, sonra yakmak istedim. Damarları kabarmış, buruşmuş eliyle elimden tutup itti. Parmağını sigaraya uzatıp yaktı. Şaşırdım, irkildim. Bu kesinlikle bir iblis olmalı. Benimle oyun oynamaya gelmiş olmalı. İblislerle birkaç kez yüzleşmenin verdiği tecrübe ile ben de onunla oynamaya karar verdim. Sordum, cesaretsizliğimi gizleyen sözlerle. “Kimsin? Niçin buradasın?” Sırıttı ağzındaki çarpık ve sararmış diş-lerini göstererek. Korktum o dişlerden. Kokuyordu kocaman ağzı. Sakalları bir çalı gibi birbirine sarılmıştı. “Seni takip ettim. Tüm düşlerini biliyorum. Buraya neden gel-diğini de biliyorum” dedi. Sordum ona “Sen iblis misin?” dedi ki bana: “Sana ne?” “Söylesene” dedim. Sırıtmadı bu sefer. Ağzını açıp, acayip türden bir ses tonuyla kahkaha attı. Kahkahalar çınlıyordu dağa çarpıp. Ekoyu dinledim. Sonra bana biraz daha yaklaştı, pis nefesini bana hissettirmek istercesine:”Ben cennetten gelmeyim” dedi. Sordu bana: “Benden neden nefret eder insanlar?” dedim ki ona: “Hayır, hayır yanılıyorsun. İnsanlar seni o kadar çok seviyor ki, bir rehber gibi izini takip ediyorlar” Kocaman bir kahkaha daha patlattı. Ekoyu dinledim. “Ya, demek insanlar beni çok seviyorlar. Peki ya sen? Neden beni sevmiyorsun” diye sordu: “Sen insanları yoldan çıkaran alçak bir mahlûksun da onun için seni sevesim gelmiyor. Ama alçak iblis, bili-yorsun, zaman zaman beni de yoldan çıkarıyorsun” dedim. Çok tuhaf. Bir varlık, sura-tı asılmışken nasıl olurda gülümseyebilir, nasıl olurda otuz iki eğri dişini göstererek sempatiklik yapabilir? Ama o yapmıştı ve beni hem ürkütmüş, hem de korkutmuştu. Sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Ne garip bir durum ki; konuşurken bir sigara daha parlatmıştım ama onun sigarası hala yanmaktaydı. Dedi ki bana; “Ben yaşlan-dım artık. Evlatlarım da insanlarla artık pek ilgilenmiyorlar” Sordum ona: “Neden aca-ba?” Pis sakalını suratıma sürtmek istercesine dedi ki bana: “Bizler cennetten çıktık-tan sonra bayağı mesafe aldık, insanları yoldan çıkarmak adına. Görevimiz tamama ermek üzere” Tekrar sordum ona: “Yani, artık insanlarla uğraşmayacak mısınız?” Sı-rıttı, pis ağzını kulaklarına vardırarak: “Benim müritlerimin sayısı, yaşayan insanların %90’ını bulmuş durumda. %10’luk kısmına bizim sözümüz geçmez oldu artık” Hay-retle sordum ona: “Tek tek saydın mı? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” Suratını aya çevirip: “Be hey aptal insan! Tek tek saymaya gerek var mı? Televizyonlara bak-tığında, suç oranlarının her gün arttığını, yalanların birbirini kovaladığını, zinanın, fuhşun, hırsızlığın, ahlaksızlığın, anaya-babaya itaatsizliğin çokluğunu görmez misin? İşte onlar benim müritlerimdir.”
Büyük bir sarsıntıyla uyandım. Gayriihtiyarî elimi alnıma götürdüm. Sanki başıma bir kova su dökülmüştü. Su dökülmüştü de, tüm vücudum sırılsıklam olmuştu. Uykudan kamaşan gözlerimle evime bakındım. Kalkasım gelmiyordu bir türlü. Garip bir korku kaplamıştı içimi. Sonra, elimi yüreğime koyup dinledim. Normalin üzerinde atıyordu. Korktuğum, etkilendiğim ve irkildiğim çok belliydi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.