- 1534 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Praksis Balkondan Sarktı
"Habermas arkasından ittirdi mi? Ama baktım, düşmemiş yere. O halde nerede? Endişeye lüzum yok, hala yaşıyor."
Aniden masasına vurulmuş bir el böldü dikkatini. Gözlerini yuvasından fırlatıp biraz şaşkın, birazda sinirli biçimde baktı mesai arkadaşına. "Ne var orada? Pür dikkat neye bakıyorsun söyle bakalım?" dedi Serhat. Vuslat dikkatini dağıttığı için biraz hiddetlense de arkadaşına, adeta içine düşmüş olduğu bilgisayardan ayırdı gözlerini, sıyrıldı dalgınlıktan bir ara. "Aslında sana danışabilirim, bak iyi oldu geldiğin. Dün gece olan bir trafik kazası haberi ne zaman düşer internete? Ve gazete sitelerinden mi takip etmeliyim dersin?" Serhat iki bacağını açık tutarak ellerini cebine soktu ve şekilli, fit vücuduna yakışan dik duruşuna bir yenisini ilave etti. Biraz şaşkın biraz da tereddütle açarak gözlerini eğildi masaya. "Hayrola? Kötü bir şey mi oldu canım? Haberimiz yok?" Vuslat gülümsedi sakinleştirmek ister gibi. "Yok canım, rahat ol. Sadece bir şey takıldı aklıma. Bir haber arıyorum, hepsi bu." Serhat iki elini havaya açarak anlamadığını ima ederken, arka masadan bir ses uzandı. Ferit kafasını bilgisayardan yukarıya kaldırarak "Sadece üçüncü sayfa haberlerini kovalayan bir site biliyorum ben. Bak orada ne ararsan bulursun. Cinnet, tecavüz, kaza... Hepsi mevcut. Dur, bir kağıda yazıp vereyim sana" dedi ve Vuslat heyecana kapılarak "Süpersin" diye eşlik etti ona. Yalnızlığı düşüncelerinde duyarak uzlaşmaya çalıştığı geceden kocaman bir parça koparttı, sürdü masasına. Baktıkça anımsayacağı küçük bir kız çocuğunun büyüme evrelerinden geçti. Ellerinde çoğalan, geçmiş başlıklı ama üzüntü dipnotlu yüzlerce çizgiye baktı büyüteçle. Sonra ansızın masasına uzanan içi siyahla dolu bir beyaz kağıdı aldı avuçlarına. Sirayet etti katmansız elementleriyle pişmanlık ve günah. Geriye, geceye döndü kadın çabucak oracıkta.
Derince bir uykunun tövbe bozan uyantısıydı. Araladı gözlerini güçlükle kıvrandırarak göz kapaklarını. Aheste aldığı soluğu hızla vurdu kapısını kalbinin. Gözünde beliren ilk görüntü, altı nakış işlemeli beyaz perdenin, pencere tarafındaki düz görünüşlü arkadaşı tarafından yansıtılmış ışığı siyahla harmanlamasıydı. Duvara suretler çizecek kadar kudretli bir muhteviyatı olmasa bile, yoldan geçen gece yarısı taksilerinin hızlı resimleri kuşatmaya muktedirdi perdenin eksik bıraktığı profilleri. Bir kez daha baktı kadın. Açılmış bacaklarına vuran bir üşüme hissiyle uyanmış olabilirdi pekala ama yinede gözlerini istemsizce gezdirdi sessiz odasında. Her şey rutindi, sadık bir saat gürültüsü dışında kalbinin ritmini bozabilecek en ufak bir detay bulunmuyordu. O tik tak sesine de takılı kalmadan, kulağının onu yok farz edebilmesi için uyuşturdu beynini ve usulca kapattı gözlerini. Minicik ellerini yastığın altına geçirip başını tam ortasına bıraktı yumuşaklığın. Sonra hiçbir görüntüyü zihninde dolaştırmadan acele çağırdı uykuyu. Uyku da can atıyordu gelmek için ama bir şartla. Bir ses... Bir tıkırtı...
Masanın üzerinde yüzlerce defa ayağını vuran tırnaklarına çevirdi gözlerini Vuslat. Bir haber yakalayamamanın verdiği sıkıntı ve dalıp gitmelerin soluksuz bırakan, ter kokulu gürültüsünü iliklemişti göğsüne. Uyandıkça geceye, geceden parçalanması zor saatlere uzanıyordu zihni. Bir karanlık ve sonra bir aydınlık. Far lambalarını yolun ucuna uzattıkları anı canlandırdı ve kalbi yeniden sıkıştı, kapattı gözlerini oracıkta yağmayan yağmurun altında ıslanmak için bekler gibi çaresizce durdurdu.
Arabanın lastikleri kayıyordu altlarından. Vuslat bir kez daha kocasının gözlerinin içine manidar biçimde sertçe baktı. Buna karşılık olarak adam bir şey anlamamış gibi yapmıyordu, daha da kötüsü oralı bile olmuyormuş gibi hafif ıslık çalarak radyoyu bastırıyordu gürültüsü. Kısa süreli de olsa koltuğun sıcaklığı derisine bulaşmıştı ve katlanılması zor bir duruma düşmemek için pencereyi birazcık açtı kadın. Süratin tesiriyle sert esen rüzgar alabora etti saçlarını ama hafif araladığı bacaklarına üşüşen serinlik, sıkıntısını biraz olsun gideriyordu. Bir dirseğini mümkün olabildiği kadar kapıya yaslayıp, ondan kuvvet alarak elleriyle bastırdı yanağını. Kopkoyu bir yolu aydınlatan mum gibiydiler. Sanki etraflarında yeşermiş koca bir orman vardı ve çıplak gözle fark edilmeyen bir sürü canlı, onların ışıklarını hayretle kuşatmıştı. "Hepsi hayal. Çok dalgınsın yine tatlım" dedi kocası. Alışık olduğu için karısının bu hallerine, hemen sezmişti beyninde ufalanan, gerçek ile ilgisi olmayan yüzlerce şey düşünebileceğini. "Yola bak. Beni boş ver" dedi güzel kadın ve alt dudağını içeri çekerek emdi. Bunu da yapmayı çok severdi, özellikle konuşacak bir şey bulamadığı vakitler, sanki kelimeleri yutar gibi veya ait oldukları mahsene geri gönderir gibi emerek bağışlardı hayatlarını. Nasılsa umursuz bir geceydi. Tersine ve inadına gitse, dağılsa bile uykusu olduğu yerde veya yuvarlansa aşk kokan fikirleri... İşe yaraması için en az bir hafta geçmesi ve mükemmel bir akşam yemeği dönüşü kocasının biraz gürültüyle gülümseyebilmesi gerekliydi. Astı suratını ve gözlerini saplandığı hızla geçen ağaçların siyah yapraklarından öteye uzattı.
Bir anlık korkunç manzaraya inanabilmek için gözlerini ovuşturmasın gerek yoktu. Zira olağanın üzerinde hızla giden arabaları çabucak görüntüyü fark edilebilir bir noktaya getirmişti. Vuslat istemsizce kocasının vites üzerindeki koluna dokundu. "Aman Tanrım! Hayatım görüyor musun? Eyvah!" Yol kenarında kafası neredeyse tanınmaz bir halde, üstü başı kan içerisinde bir adam güçlükle elini kaldırıyordu havaya. Bir de kadın vardı hemen yanında kıpırtısız biçimde uzanmakta. Araba biraz yavaşladı ve yaralı adamın gözlerinin içine kadar baktı ama durmadı. Hızlı bir manevrayla sol şeride kayarak var gücüyle çiğnedi asfaltı. Vuslat içine düştüğü korku, hayret ve acıma duygularını bir tarafa bırakarak bakmaya çalıştı kocasının gözlerine. O ise sadece yola konsantreymiş gibi tepkisiz ve sinir bozucu bir soğukkanlılıkla devam ediyordu koşulsuz sürmeye. "Ne yaptın sen? Dursana. Geri dönelim haydi. Görmedin mi zavallıların halini?" Yetmedi iki eliyle birden kocasının koluna yapıştı, çekti. Adam sinirlenmiş gibi oflayarak ittirdi karısını. "Saçmalama ya. Görmedin mi hallerini? İş bitmiş zaten. Başımızı belaya mı sokacağız bir de? Kadın ölmüş, adam da birazdan ölecek, kurtaramayız." Vuslat’ın içine ateş düşmüştü. Birden soluğunu bilmediği bir nesne tıkamıştı, güçlükle çekiyordu içine havayı. "Ne dedin sen? Bunu görmezden gelemeyiz. Katil miyiz biz? Yardıma ihtiyaçları var. Dur dedim sana. Lütfen durur musun?" diye avazı çıktığı kadar bağırdı, hatta gözlerinden yaş akıtırcasına. Birkaç dakika, bilincini yitirene ve gördüklerini gözünün önünden yok edene kadar sonuna dek haykırdı kocasına ama bulduğu karşılık tam bir hayal kırıklığıydı: "Bak canım. Biliyorsun birazdan uçağım kalkacak. Yetişmek zorundayım. Başımı zorla belaya sokacak kadar da aptal olmadım hiçbir zaman. İşin yoksa sabaha kadar polise ifade ver. Ölecekler zaten." Vuslat susmuştu. Başını öne eğdi, pencereye yönelmedi. Göz ucuyla karısını kontrol etmeyi ihmal etmeyen adam, onun sakinleşmeye başladığını hissedince usulca kaydırdı ellerini vitesten. Hafifçe dokunarak "Kızma bana. Evet. Fazla realistim. Zaten bu yüzden seçmedin mi beni?" dedi ve gülümsedi. Miğdesini bulandıran bu zorba dokunuşu sert bir müdahale ile uzaklaştırabilirdi derisinden ama yapmadı. Sevdiği veya haklı bulduğu için değil. Sadece doğruyu söylediği için. Kahrolası gerçeği bir kez daha anımsattığı için öylece bekledi Vuslat. Yıllar, çok uzun yıllar önce yaptığı bir tercihti bu. Yüzlerce defa sorguladığı, miğde bulandırıcı bir yanılma.
Aykut... Onca sene tutkuyla bağlandığı adam. Sevgisini bir çırpıda ucuzlattığı ve şımarıkça bir dürtüyle "Sıkıldım" diyerek attığı, yakışıklı olmayan kocası kadar ve tabi yoksul bir gençti. İlgisi, her gün yeni bir mucize yaratma gayretiyle çevresinde dolaşması, bir kerecik bile Vuslat’ın yüzünü asık görse bu durumu değiştirmek için yüzlerce gayreti... Onu hayatından çıkarmadan tanıştığı yakışıklı, zengin ve aynen dediği gibi romantik değil, ziyadesiyle gerçekçi bir adama kaymıştı aklı. Ve asıl gurur kırıcı olan, onu bütün bunlarla baş etmek zorunda bırakmasıydı kadının. Belki hiç acımamıştı o zamanlar ama şimdi iliklerine kadar ağlıyordu onun için. Aykut...
"Sen baharsın, bahar ise sen yüzlü bir melek. Bir başını gösteriyor bir de en sonunu. Arasında kaybolup gidiyor duygularımız veya yitirilmese bile biz öyle sanmak için bakıyoruz geleceğe. Sonra buhar dolaşıyor ellerine, teninde katran rengi hayaller, dışarı çıkmasın diye başından çok eğiyorsun göz kapaklarını. Sen kaçırdıkça çörekleniyor hüzün yüreğime, anlamsız ve cesetle karşılaşmış gibi bir tutumla. Panik ve korku dolaşıyor ayaklarıma seni öyle görünce, her gün hep aynı şeyi yaparmış gibi sıkılarak bir köşede. Diyorum, sesleniyorum içimden "Bugün farklı olsun. Daha çok sevsem seni dünden?" Ama yok, mesele bitmiyor benim ilgimle. Kilitlerinden kurtuldukça kaderin, yeni bir parmaklık iniyor gözlerine. Nefesin yine bir şekilde paylaşım meraklısı değil ve daracık bir dünyanın içinde mahkum pembeleşmeye. Yetmiyor tenindeki veda notları, ayrılıklar, iliklerine saplanan aşk ve hasat zamanı geçmiş minyatür sevgi meyveleri. Yetmiyorum belki kim bilir? Ama yine akşam oluyor hatta az sonra da gece. Üşüyor ayakların, geliyorsun kollarıma tıpış tıpış. Açıyorum iki avucumu, dolduruyorsun pamuk ayaklarınla ayakkabınmışım gibi. Isıtıyorum. Keşke bir numara daha küçük olsalardı? O zaman tam gelirdi her biri... Kıyısına yetişmek için koşar adım gelen bilinçsiz bir dalga gibi. Veya onun sersemliğinden romantik bir dakika çıkartabilen bizler gibi biraz. Geliyorsun yavaş yavaş. Ne kadar monoton olsa da seviyorsun işte, benim seni çılgınca sevmelerimi."
Sonra bir kez daha Aykut... İçinden yüzlerce defa tekrar etti ismini. Kocası dur durak demeden değdirdikçe elini, kapattı gözlerini Vuslat. Tekrar Aykut...
"Kar düşmüş küçük kadına. Oralı olmayınca erimiş akmış omzundan, suya göstermiş kalbini. Çiğnemiş sonsuz adımlarından üç beş dakikasını yerleştirip dudaklarına ve avazı çıktığı kadar bağıran yağmurun üşümüş romantizmini akıtmış soluğuna. Yalnız çiğ bir beyaz konuşmuş ağlamadıklarıyla. Susup içine yazdığı, sakin ve hiç kimsenin konmadığı bir bank köşesinde mendiline değdirdiği... Gözle görülmedikçe ağlamış sayılmayız diye, sadece ağaçların üryanlığına bırakmış feryadını. Kadın kaplamış o an dört bir yanı. Beyaz yerine kocaman bir kadın, gözünün doldurabildiği kadar. Seni özleme ülkesi burası. Sonrası tek bir cümleyle barışma. Başkenti, kalbin ayrılıklara tahammülsüzlüğü ve ilk kadife devrimi başka bir kadın. Hayır, aslında o da yine sen, kar düştükten sonra, büyümeyen başlayan küçük kadın... Sonsuz sevgili... İçimde dönüştürüyor değilim seni, olduğun gibi farklısın. Her gün ayrı bir mevsim doğuracak kadar meridyenlerini çıkartmış bedenin. Kar düşmüş küçük kadına bir kez daha.Soyunalım, dökelim kışları fikirlerimizden artık. Tenha bir sahil yaratalım kendimize. Güneşe karşı kalkan yapalım şemsiyemizi ve sarılıp uyuyalım. Ve sonra say ki yüz tutmuşuz sarhoş olmaya. Dalga kesiklerini onaralım dudaklarımızla. Teninde bir avuç rüzgar, gözlerinde ılık mavilik kalsın. Uzun ve incecik kollarını yatır göğsüme. Ellerime tutuşturduğun birkaç sakinleştirici olsun gözlerin. Baktıkça yorgunluğuna, dökül avuçlarımdan. Kadın... Küçük dedim ama hiç, hem de hiç doymadığım için sana."
Bilgisayarının yanına ilişen kahvenin dumanıyla ayıldı Vuslat. Gülümsedi cömert biçimde. Sıcaklığını avuç içlerine kazıdıktan sonra dudak uçlarına hapsetti ilk tadı. "Hım. Mükemmel. Çok ihtiyacım vardı." Gözlerindeki ışıltı bir an hüznü dağıtsa bile aklını meşgul etmek için gerekli tek şey geceyi uzak tutabilmekti ondan. Kağıtta yazılan siteyi alt üst etti. Yoktu böyle bir haber. Dişlerini sıktı, çaresizlik kadar bunu sonlandıramamanın verdiği acı bir tat kalıyordu boğazında kahve sonrası. Müsaade etti her ikisine de. Önce kahve geçti, peşi sıra da yenik düşme. Gece tekrar çaldı kapısını, kaldığı yerden devam etti.
Nedeni meçhul bir huzursuzlanma tekrar böldü uykusunu. Bu kez derhal doğruldu ve hızla kalktı yataktan. İçeriden sesler geliyordu, derin ve inceden ruhuna saplanmış kıymık misali. Açık bıraktığı bir pencerenin, rüzgarın ittirmeleriyle duvara toslaması değildi bu üstelik. İyice kulak kabarttı kadın. Birinin içeride dolaşıyor olma ihtimaliyle göz göze gelmişti. Ayak seslerini andıran bir hafiflik ve sanki eşyaların bulundukları yerden kaldırılırken çıkarttıkları minicik uyarı tonlamaları gibiydi. Tüyleri diken diken olmuştu. İçeride bir hırsız olması ve onunla burun buruna gelmesi fikri, baş döndürücü ve ilave bir neden aranmadan korkulacak bir şeydi. Terliklerini giymedi gürültü yaparlar diye ve hafif aralık olan kapısından uzattı bakışlarını. Sadece koridoru görebiliyordu ve ona sıkıca tutulmuş koyu karanlığı. Ama şüphe uyandıran seslerin bir ip ucu daha vermesi için yeterliydi bu. Bardak veya vazo gibi bir nesnenin altı dokunmuştu sanki masalardan bir tanesine. Tam da böyle bir sesti işte. Sol elini göğsünün üzerine yerleştirdi kadın. Adeta yerinden çıkmak ister gibi çılgınca atıyordu kalbi. Ama yine de ürkek birkaç adım atarak sıyrıldı yatak odasından.
Duvarların pürüzlü vücuduna sarılarak, ellerini ağır ağır sürtüyordu dehlizi geçerken. İçinde kaldığı koyu karanlığın bir büyücüden farkı yoktu. Dikkatle baktıkça mavi ve tonlarında şeritlerin arasından geçtiğini düşünüyor ve istemsiz göz yanılsamalarına şahitlik ediyordu. Kadın aralık verdi dudaklarına, içine bir miktar nefes girsin diye. Sonra devam etti süzülmeye. Geceliğinin aydınlattığı bir yokuşa dönmüştü halıların sakladığı ayak izleri. Evvela oturma odası çıktı karşısına. Zaten açıktı kapısı. Hafifçe eğilip kafasını uzattı. Koyu karanlığı renklendiren, gece lambalarından sızmış perde aralıklarının maskesiydi gözlerine giydiği eldiven. Oda gecenin bir yarısı, görmek istemeyeceği kadar vahşi ve cansızdı. Korktuğu gibi bir görüntüyle tesadüf etmeyince devam etti yoluna kadın. İki adım ötesinde mutfak vardı ama mutfağa girmeden, tam karşısında banyo ve onun duvarına ilişmiş kocaman bir de ayna. Tedirginliğini sürdüren kadın, kalbine sus diyemeden, evvela hangi odaya girmesi gerektiğini sezgilerinin kabiliyetine bırakmıştı. İçgüdüsel bir tavırla bedenini mutfağa yöneltirken göz ucuyla da aynayı takip ediyordu ama bir yandan da oluk oluk akan ruhu kötü bir kadere çoktan uzatmıştı sanki elini. Tutup çekmesine ramak kala bir an kapattı gözlerini, derin nefes aldı ve tekrar siyaha aşina bakabildi. İçinden bildiği bütün duaları etmesine rağmen, mırıldanamıyordu bile. "Aman dışarı sızmasın" diyerek tekrar içinde bıraktı sığınma duygusunu, olası bir korku zaferine karşılık.
Aynadan seken bir suret yoktu, bakışları çaresizlikten kurtulmadan dirayet gösterdi ve emretti ayaklarına "İlerle". Düşünme payını bırakmadan kendine sadece gözleri sayesinde tutunabiliyordu geceye. Karanlık, izbe ve içimizdeki imdat sesleriyle dolu. Sağ elini kapıya değdirip hafiften ittirdi, fazla gıcırdatmayacak kadar ölçülü. Sonra göz ucuyla hızla süzdü içerisini. Kulağına ilişen seslerden ötürü en çok korktuğu yerdi burası. O yüzden kalbini ağzına kadar getirerek bakıyordu karanlığın örtüsü altında kalan mutfağına. Tüm teferruatlarını olmasa da genel hatlarıyla inceledi mutfağı. Koca bir hiç bulduktan sonra kabarttı kulaklarını. Yakında, çok yakınında ulaşma gayreti içerisinde bir nefes yanıyordu adeta. Saç köklerine kadar uzanan tuhaf bir yel esti. Korktu kadın. Derhal döndü arkasını ve banyoya yöneldi. Kapısını açmak, başlı başına çok büyük bir karardı onun için. Zira onu açtığı vakit muhakkak büyük bir gıcırtı çıkartacak ve etrafa yayılacak bu ses, evde bulunan tanımsız kişiyi huzursuz edecekti. Bir kez daha yokladı kendini "Cesaretim var mı?" diye ve tereddütlerle dolu yüreği beynine müdahale etti. "Yatağa gir ve uyuyormuş gibi yap. En fazla üç beş kıymetli eşyadır kaybedeceğin. Canını koru." Belki de en doğru olanı buydu. Hiçbir şey olmamış gibi yapmak ve sanki derin bir uykuya yenik düşmüş gibi en fazla utanmak, anlatırken polise olan biteni. Adımlarını geri çekti ve en başından beri hiç ikna olmadığı kadar çok ikna olarak, kararlı biçimde yatak odasına doğru sürdü ayaklarını. Az evvel telaş içerisinde zar zor geçtiği dehlizi bu kez gürültüsüz ve kendinden çok emin biçimde noktalıyordu. Gelmişti. Tam yatağa uzanacakken biraz olsun uslanan kalbi, yepyeni bir tuzak hazırlıyormuş gibi heyecanla doladı kollarını beynine. "Hayret! Beynim bu gece çok sessiz. Halbuki konuşması gereken o değil mi?" Yatağa uzandı ve pikesi bütün vücudunu kaplayana dek susturdu iç sesini. Sonra yastığa dokunan saçları biraz olsun rahat etmesi için telkin verdi. Elini usulca yanına attı. Boştu. Kocasının yerinde içi boş bir yastık vardı sanki. Zaten başına ne geliyorsa hep onun bu uzun, sıkıcı ve karısını soğuk, ilgisiz bırakan iş seyahatleri esnasında gelmiyor muydu? Gürültüsünden usandığı nefesini söndürüp tekrar araladı kulaklarını. Gecesini kabusa çeviren tuhaf sesler geri çekilmişti. Tam o esnada içine yeniden fenalık geldi: "Ya evden almak istediği şey... Eşya falan değil de ben isem..." Sarıldı, sıkıca sarıldı açık kalmasın diye bedeni. Korkunun eşiğinde birazcık huzur diledi bakışları ve kalbinin tekrar yükselen sesini söndürmek için yumdu gözlerini.
Bir müddet uyumak için kalbini esir alan bütün görüntülerden sıyrılmaya çalıştı. Belki çocukluk dualarına sığındı belki anne olamamışlığın mutsuzluğunu kovaladı. Hayatı boyunca hep ondan bir şeyler alıp götüren, çoğu zaman kendi hatasıyla gülüşlerine el koyan insanları kapı dışarı etti ve uyuyormuş gibi yaptı, sadece bir müddet. O esnada fırça darbeleriyle oluşturulmuş gökyüzü indi odasına. Yeri yurdu belirsiz bir fırtına dolandı vücudunun üzerinde. Ayaklarını öptü, ellerini aldı avuçlarının arasına, boynunu kokladı ve saçlarından bir tutam ilave etti yabancılığına. Ama ses çıkarmadı hiç, bozmadı huzurunu daha fazla ve geldiği gibi gitmek için sadece çaba sarf etti. İşte bundan da bir müddet sonra alarm sesiyle açtı gözlerini Vuslat. Biraz üşümüştü. Gözlerini ovalayıp sabaha ulaştığı için şükretti. "Şimdi" dedi içinden kuvvetli bir tonla "Ilık bir duşla söküp almalı kirlenmişliği nem kokan vücudumdan." Uslu bir kız olup kalktı yataktan ve yastığının hemen yanında onu gördü: Kırmızı bir gül...
Kahvenin soğuyan dip yudumlarını bir kaç kez çevirdi ağzında. Boğazında hep aynı korkunç gürültü, bir konuşamama, dile gelememe hali ve yüzlerce ihtimalin beynini ablukaya alması... Dayanamadı Vuslat. Tekrar bilgisayarın içine düştü çılgınca ve gömdü gözlerini bir resim, bir haber, bir ipucu için. Hayatını değiştirme noktasına gelmiş bir kararsızlık, kümeleşip kaplamıştı hislerini. Aykut... O adam... Ve gece evine hiç gelmediği halde tedirginliği doyasıya yaşatan hırsız. Hiçbir şey çalmamıştı, kadını hayal kırıklığına uğratıp, inanmak istediklerini ondan alması dışında kocaman bir hiçti çaldığı. Kendine verdiği uzunca bir moladan sonra tekrar gerçeklere döndü kadın, o kocaman, hırpalanmış yüreğiyle yalınayak çıktı sokağa, yağmursuz yağmura. Telefonu çalıyordu. Tereddütsüz açtı, kulaklarını uzattı.
- Efendim.
- Hayatım ne yapıyorsun bakalım?
Şaşırmıştı Vuslat. Kocasının Almanya›dan aradığı görülmüş şey değildi, hele ki gündüz vakti. İçine mi doğmuştu yoksa? Veya gece o vaziyette bırakmış olmanın verdiği burukluk mu?
- İyiyim canım. Sen? Toplantın yok muydu senin? Hiç aramazdın ordayken?
- Bırak şimdi bunları. Sabah uyanınca görmedin mi beni?
- Sen miydin o? Ama nasıl?
- Program değişti ve gerisin geri döndüm sabahın ilk ışıklarında. Gül bıraktım anlamadın mı? Sevgilin mi var yoksa benden başka?
- Bir sevgilim var evet. Fazlasıyla realist, hiç benzemiyor bana.
YORUMLAR
Soluksuz okudum , heyecanla...
Sizi tebrik ediyorum...Yeni yazıları bekliyorum
Sevgi ile...
Umut Kaygısız
Yüreğim kalktı kalktı oturdu heyecandan vallahi.İnanılmaz bir zenginlik.Şiirsellik, romantizm, aksiyon, duyguların her rengi.... geçit törenindeydi ve benim ellerim alnımda selam çaktım her birine ...
Bölümler arası geçişler ustacaydı.Ve yine gözlem gücünüzün aleni yansıdığı resim kareleri çok canlıydı.Resmen yüzü, gözü çizmişsiniz kelimelerle.Jestler, mimikler, sözler, vurgular... olağanüstü.
Yalnız................... evde bir süre yalnız kalamıyacağım herhalde vaalllahi çok korktum.Vebali sizin üstünüze.
Gönülden tebrik ederim.Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Şükran AY
Evet tam yorumumu bitirdim.Bildiri geldi.Bir baktım siz yorum yapmışsınız.Bu kadar olur dedim.Tekrar kutlarım Umut Bey.
Aksiyon başroldeydi ama lirizminde ondan kalır yanı yoktu.At başı gitmişler.Tekrar kutlarım.Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Tebrikler değerli kalem...güçlü ifadeler,oturmuş konular...sadece bize okumak ve yorumlamak düşüyor...selamlarımla
Umut Kaygısız
Sanırım sizi de kıskanmaya başlayacağım:)) Betimlemeler ve tasvirlerinizi çok yerinde kullanıyorsunuz öykünün içinde. Hayal gücünüz ise inanılmaz derece sıradışı. Kaleminizden dökülenleri okumayı seviyorum velhasıl... Tebrikler >Umut Bey...
Umut Kaygısız
kadın konuşur kendine siyah beyaz bir filim karesinde
-ah bu yalnızlıklar acımasızlıklar var olmanın yokluğunda kurulan hayaller ,bakıp geride bıraktığın ağaçlar hayatlar seninle sürüklenen karanlıklar ,aşka tutulmuşken aşksızlıklar ,aşkla kurduğun düşler ,düşlerden düştüğün anlar ,sığındığın heceler ,sığındığın öyküler hikayeler ,sığındığın ölü gökyüzü,sığındığın kalemin tıpırtıları,sığındığın gece
- henüz düşmemiştim yaşıyordum arkamdan ittirenlere inat ,henüz düşmemiştim ,almamıştım yapay bir gülün kokusunu yapay sevgilerden
.
sevgiler
Umut Kaygısız
Duyguların hayellerin yerini
akıl ve realite mi alıyor..:)
Bu öyküyü tam anlayabilmek irdeleyebilmek için birsürü felsefe kitablarını karıştırmamız lazım
Kalemin gücü burda ortaya çıkıyor zaten toplumbilimcilerin düşünürlerin tartıştığı insanlığın ve dünyanın dönüştürülmeye çalışıldığı hal ve durumları çok etkili öyküleştirmiş.
Vallahi hayran kaldım.
Öyküye gelince biliyorum ki en duygusal varlıklar olan kadınlar bile
artık dünyanın çarkına uyum sağlıyor..
Kadının gece yalnız kaldığındaki korku tasvirlerini çok başarılı buldum.
beni mi gözlemledin yoksa :)
Uzattım biliyorum
ama gerçekten çok etkileyiciydi
zekana hayranlığımla
Ayakta alkışlıyorum Umut
Tebrikler
Umut Kaygısız
Sayenizde öykü okumaya başladım.
Güzeldi ve beğenerek okudum.
Tebrik eder, saygılarımı sunarım.
Umut Kaygısız
Yine kusursuz yine mükemmel. İz bırakıyor bütün yazılarınız. Kutluyorum güçlü kaleminizi. Selam ve saygılarımı sunuyorum Umut Bey.