Ölümü Anlamak
… Ve çocuk annesine bakar, hadi ama bir şey söyle ne olduğunu anlat bana der gibi. Annenin yüzü beyaz, gözleri donuk. Konuşmaya çalışır sesi içinde boğulur. Ne desin ki ölüm bir çocuğa nasıl anlatılır? Henüz kendi bile bilmezken ölümün ne olduğunu küçücük bir can onu nasıl anlayabilir?
-Baban uyuyor yavrum, bundan sonra hep uyuyacak, sakın korkma ben yanındayım, sadece dua et ve güzel şeyler düşün. Her şey yoluna girecek.
Kaç bahar geçti, kaç kez soldu yapraklar ama çocuk hala anlayamadı ölümün ne olduğunu. Soğuk hem de çok soğuk insanı kaskatı eden bir şeydi bu, artık başka ölümlere üzülmek elinde değildi. Kendine kızıyordu aslında, bu kadar sert olmamalıydı hayat devam ederken. İsyan etse, ağlasa, çok istese giden geri gelir miydi? Gelsin istiyordu, daha söylenecek ne çok şey vardı yarım kalan hayaller, yapmak istedikleri, yaşanacak bir sürü anı… Gelmedi. Aklı erdikçe daha çok düşündü ölümü. Bir insan var ve yok bu nasıl bir şeydi bilemeyecekti. Bilmesi gereken geldi aklına. Ne için yaşıyoruz, hayattaki amacımız ne? Daha çok para kazanmak, pahalı evler, şık mağazalar, yanımıza yakıştırdığımız hayat arkadaşı, kariyer planlamaları vs. liste o kadar uzayıp gidiyordu ki aklında kendi bile şaşırdı çünkü bunların hiç biri ona yetmeyecekti biliyordu, hep bir yanı eksik olacaktı. Oysa ne kadar gereksizmiş kalp kırmalar, küskünlükler, kıskançlıklar…
Ve çocuk aldığı karardan memnun gülümsedi herkese, artık ‘seni seviyorum’ diyebilecekti, hiçbir zaman söyleyememişti o iki kelimeyi kendini aciz gösterir sanmıştı ama asıl acizlik hiç söyleyememesiymiş meğer yeni anladı. Başka baktı bugün penceresinden kimseye kızmayıp kendi yolunda gidecekti, o’nu üzen, pişman eden ne varsa geçmişte bırakıp yeni bir sayfa açacaktı kendine. Çünkü anlamıştı ölümü, ne kadar zamanı olduğunu bilmiyordu bu yüzden hayatı bekletemezdi…