- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK VE KİN ( 8 )
Akşam oluyordu yine, hep olduğu gibi, bugünde, korna sesleri, kalenin altındaki dükkanların kapanan kepenk seslerine ekleniyordu bir, bir, evlerine gitme sevinci içlerinde esnafların, gün içindeki sıcağında etkisiyle yorgun insan yüzleri.
Kale kapısına yöneldi, yığma üzerine yapılmış bir kale olabilirdi ama, üzerindeki görselliğinin dışında, altındaki dükkanlar, kaç esnafın ekmek kapısı...
Maraş’a ait geçmişte kalan baba mesleklerini ısrarla sürdürürlerdi pek birşey kazanmasalarda bakırcılar kuyumcular.
Taş oyma kapıdan yukarı çık arken kale duvarlarındaki çıkıntılara dokunan esmer elindeki altın bilekliğe takıldı gözleri, ’Fasa fiso’ dedi ’Maraş altınları gümüş yerine bakırla karıştırıldığı için o kadar kırmızı’ demişti sınıf arkadaşı İlayda laf arasında Neslihan sinirlenerek ’Ne olursa olsun, kırmızı altını seviyorum’ demişti ’Hem işlemelerini çok güzel gösteriyor takıların’.
Selim’i karşıdan görür görmez gülerek el salladı, ’Oh be’ dedi selim’se gergin yüzü yumuşayarak ’Biraz daha gelmeseydi kaçacaktım, bu içtiğim dördüncü çay’... Gözlerini gittikçe yaklaşan kıza dikti, ’Vay bayağı güzel bir kızmış’ dedi içinden ’Ama hiç bu kadar esmer sevgilim olmamıştı, oda olsun bari’..
Karşısına gelip gülerek başına dikilen genç kıza ayağa kalkarak selam verdi, dudakları o minik eli öperken, yeşil gözlerini tüm kızlara yaptığı gibi Neslihan’ında gözlerine dikti.
Genç kız yutkunamadı bir an, içi nefesi kurudu gibi heyecandan, ’Merhaba Selim Bey’! oda ’Merhaba’ derken yer gösterdi nazikçe tam karşı karşıya oturdular.
Gece serinliği çıkmıştı artık, o yakıcı sıcaklar azda olsa azalmış, kalenin meşhur esintileri başlamıştı ne güzel.
’Ne içersiniz’? derken kızın iri kahve gözlerine takıldı gözleri, yüreğindeki heyecanı komik ve anlamsız bularak gülümsedi, ardından ’Kahve’ dedi Neslihansa.
Zaten akşam üzerleri hep kahve içerdi, Ümmü Hala’sı çekerdi nazını, eve gider gitmez sıcak bir türk kahvesi mis gibi şöyle bol köpüklü.
Bacaklarını Selim gibi üst üste atmayı düşündü bir an, hemen toparlandı, bunu okuldayken kantinde arkadaşlarıyla otururken yapabilirdi ancak, Selim bir kenara çevrede hoş karşılanmazdı buralarda.
Elini bir yerlere sığdıramadı bir an, heyecandan,Selim onu seyrederken, ’Önce isminizi öğrenmek istiyorum müsade ederseniz’ dedi bakın ’Siz benim adımın Selim olduğunu biliyorsunuz’..
’Evet tabi’ dedi, kekeleyerek ’Adım Neslihan’ ’Ne güzel ’dedi Selim, ’Ne güzel bir isim bu’..
Kimbilir kaç kıza söylemişti aslında bıktığı bu lafı..
’Okuyormusunuz’ diye sordu merakla ’Evet’ ’Hangi okulda? ve nerde okuyorsunuz’ .
Neslihan ’Sorguyamı çekiliyorum’ diye sıkılsada sevindi ’Beni merak ediyor, önemsiyor yoksa niye bu kadar sorsunki’.
Başkası sorsa böyle enine boyuna kızardı, sinirli bir sesle ’Sana ne? nene gerek diye’.
Gözlerine ağzına baktı hiç adam görmemiş gibi, yeni traş olmuş oval yüzüne, o kendine güvenen tavırlarına, sessiz tebessümle bir süre..
Maraş’ın şehir ışıkları göz kırparak yanmaya başlamıştı şıkır, şıkır, her yan... Karşılarda toprak taş evler, Maraş dümdüz avuç içi gibi, serpiştirilmiş tarihi kalıntılarıyla mistik bir doğu şehri ..
Zamanın nasıl geçtiğini anlıyamamışlardı tüm yüreği aşka aç gençler gibi onlarda, saatler ardı ardına geçerken, okuldan şuradan buradan konuştular bir zaman..
Sonra karşılıklı gülüşmeler başlasada vakit geçmişti artık, zaman görevini yapmakta hep.
Selim Neslihan’ı evlerine yakın bir yerlerde bırakırken ’Gelecek hafta pazar günü müsaitmisiniz’ dedi.
Neslihan gülerek ’Evet ama artık kale olmaz’ Selim sıkılarak ’Telefonumu verdim karar sizin ararsınız’ diye mırıldandı.
Neslihan olur gibi başını salladı, sıcak bir el birleşmesi ayrılıp giderlerken hepsi o kadar.
Mavuş Hala Selim gelmeden uyumazdı, ’Uyursam uyanamam ondan’ derdi ya Selim’e ’Yalan’ derdi içi.
Aksi otoriter mizaçlı bir şark kadını olsada, Selim’i evladı bellemişti bir kere,yatsı namazını kıldı ufak taş bahçenin köşesinde oturdu yine, tesbihini çekerek kulağı kapıda onu bekledi merakla ..
Neslihan’ı bıraktıktan sonra eve döndüğünde yorgundu genç doktor, fakat bahçede kendisini bekleyen Mavuş Hala’sını kırmak ona iyi gelmezdi bilirdi , sonra günlerce küs durulurduki, buda Selim’e pek ağır geliyordu..
Eve gelince ihtiyar kadının düşünceli aksi suratını görmemek için sabaha kadar çay içip onun günlük olağan mevzularını dinlemeye bile razıydı..
Mavuş hala o gün olanları sayıp dökerken yüreği sıkıldı birden, sesini duymaz oldu kulakları, Neslihan’ın yüzü geldi bir an usuna, içindeki garip hisleri aşağıladı kendince, ’Buralardan gitmeli’ dedi o içindeki geleceği hisseden sesi ört bas ederken mırıldandı yaşlı kadın duymadan, ’Bu kız başıma kalmadan şark hizmeti biter bitmez kaçıp gitmek için Allah’a sığınmalı buralardan’.
’Tayinimide Gemliğ’e aldırdımmı anacığımda yanımda bakarım işime gücüme, günümü gün ederim kızlarla, sinema, kışın Uludağ’da kayak ohhhh’ evlilikte düşünmezdi ne güzel ,belki ilerde, önce iyice bir yaşamalı , ’Bakarsın beni eve bağlayacak bir kız şöyle sarışın uzun boylu alımlı’..
Mavuş Hala’nın sesiyle kendine geldi ’Bakarım beni dinlemiysen ha’ delikanlı güldü zoraki, ’O nasıl söz öyle hala kulağım hep sende’..
....RabiaBelgin...
YORUMLAR
Selim ÇAPKIN bir genç,, Belli. Neslihan büyükşehirde büyümüş. Selim pek güven vermedi bana. Değil doktor, reis-i cumhur da olsa, karakterli olacak. Hele ki, bir genç kızın duygularıyla asla oynamayacak. Adam gibi adam olacak.
Neslihan'ı henüz tanıyamadım,, ilerleyen bölümlerde fikrimi söylerim.