- 7599 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Koca Götlü Kızlar
"Göt"e gelmeyin!
Eğer bu öyküyü sırf "göt" kelimesi yüzünden tıkladıysanız bilin ki bu öykü beklentilerinizi karşılamayacak; zamanınızı boşa harcamayın.
Rufus içeri girdiğinde Flavus masayı donatmaya başlamıştı. Bir şey demeden tahta sıraya oturdu.
“Yorgun gözüküyorsun.”
“Çiftlikte köpek gibi çalıştım. Her yerim ağrıyor.”
“Ben köpeklerin tüm yaptıklarının havlamak ve anlamsızca koşuşturmak olduğunu sanırdım. Demek tarlalara çıkınca karakter değiştiriyorlar.”
“Efendisinin ukala kölesi! Sen ne anlarsın çalışmaktan? Tüm yaptığın Lucretius Publius’un metinlerini temize çekmek. Siz avlu sırnaşıklarının tümünün canı cehenneme!”
Flavus alınmış gözükmüyordu. Boş kadehleri de masanın üzerine yerleştirip akşam yemeği hazırlıklarını bitirdi. Rufus’un yanına oturup:
“İnan, bütün gün efendinin gözünün önünde olup kaprislerini çekmektense, uzaktaki bir tarlada hasat kaldırmaya razıyım.”
“Böyle diyorsun çünkü hayatında hasada gitmedin. Ah katipler, size kölelik bile kolay geliyor.”
Flavus, Rufus’un üzerine daha fazla gitmedi. Kel kafasını kaşıyıp bilgece gülümsedi. Bir süre ondan ses çıkmayınca Rufus dönüp sordu:
“Ee, yemeyecek miyiz?”
“Glabius’u bekliyoruz. Birazdan burada olur.” Sonra ekledi: “Herhalde...”
“Bütün gün şu yemeğin hayaliyle çalıştım. Şimdi ise Glabius’un keyfi yüzünden ölmek üzereyim.”
“Hakkını yeme adamın; işe gitti. Gelir az sonra.”
Rufus anlaşılmaz şekilde homurdanmaya devam etti. Bir süre sonra da sustu. Sessizlikten memnun olan Flavus arkadaşının önündeki kadehi doldurdu.
“O gelene kadar hafiften demlen bakalım. Ama hepsini içme, fazla yok.”
“Lağıma dök onu!”
Her ikisi de sesin geldiği kapı yönüne baktılar: İri Galyalı bedeniyle girişi örtüyor, bir eliyle de büyükçe bir testiyi sallıyordu:
“Size en iyisinden şarap getirdim, Etruria’nın verimli ovalarından.”
"İşte kahramanımız da geldi. Eğer biraz daha geç kalsaydın bu tarla faresi beni yiyecekti.”
“Ne yapayım, ancak bitti. Haydi, başlayalım.”
...
“Şarap bitti mi?”
“Senin getirdiğin çoktan bitti. Bir süredir lağıma dökmemi söylediğini içiyoruz. “
“Hadi ya... Sünger gibi olduğunuzu bilseydim bir tane daha getirirdim.”
“Sanki bizimle daha önce içmedin... Sanki kendinin nasıl içtiğini bilmiyorsun... Sahi, anlatsana bu şarabın öyküsünü. Para verip almadığın belli.”
“Nereden belli?”
“Paran yok da ondan. Olsa orospulara yatırırsın. Glabius’u bizden iyi bir onlar tanırlar.”
Galyalı yüksek sesle güldü. Diğerlerini de ona eşlik ettiler.
“Söylesene Glabius, nereden buldun şu Etruria şarabını? Janus’a yakarırken sunakta belirmedi herhalde?”
Kadehleri tazelemekte olan Flavus çenesini tutamayan Rufus’a sert bir bakış fırlattı. Irgatların sorumlusu ise “Ne oldu ki?” anlamında bir mimikle karşılık verdi. Gözlerini kadehteki şaraba dikmiş olan Glabius ise bu sessiz diyaloğu farketmedi.
“O şarap bu akşam ki görevin ödülüydü. Aslında sizin için yaptığım fedakarlığı simgeliyordu ama siz farkında değilsiniz.”
“Bak sen!” dedi Flavus, alaycı bir ifadeyle, “Glabius bizim için fedakarlık edermiş de, biz nankörlük edip bilmezden gelirmişiz.”
“Nankörsünüz tabi. Anlatayım da belki insafa gelirsiniz.”
Şarabından bir yudum aldı.
“Efendi Lucretius beni her zamanki gibi göreve yolladı.”
“Tanıdık biri mi?”
Flavus daha fazla dayanamadı:
“Sus be Rufus, sus be! Kaş göz yapıyoruz, anlamıyorsun. Glabius’un karıştırdığı haltları ne kadar az bilirsen o kadar iyi.”
“Adam sen de... Ona bakma Glabius, sen anlat.”
“Ne diyordum, adamın villası Appius yolunda. Güya ufak bir memur filan ama evden zenginlik fışkırıyor. Belli ki epey bal tutmuş, tutunca da parmaklarını yalamış. Uzatmayalım, eve girdim. Yoluma çıkan biri iki köleyi alaşağı ettim. Adamı iki tane köle kızı becerirken yakaladım. Kimse ne olduğunu anlamadan adamın boğazını kestim. Kızlar o kadar korktular ki kaçışamadılar bile. Elime fırsat geçmişti, karşımda iki tane koca götlü kız vardı ama ben adamın yarım bıraktığı işi devam ettirmek yerine zamanımı size şarap bulmak için mahzenin yerini arayarak geçirdim.”
Rufus Galyalıya hayranlıkla bakıyordu.
“Büyük adamsın be Glabius. Ben olsam fırsatı kaçırmazdım.”
Flavus ise o kadar etkilenmemişti:
“Büyük yalancısın be Glabius. Yok kızları bırakmış da, yok şarap mahzenine gitmiş de... Bu tarla faresi de onun dediklerine inanıyor. Görmüyor musun, adam kadınları becermiş de gelmiş. Testiyi de onların yanından kapmış. Mahzenden şarap toparlayacak olsa bir tane testiyle mi çıkar?”
Yalanı ortaya çıkan Flavus bozulmuştu.
“Sen ne anlarsın bu işin inceliklerinden! Ortaya kellemizi koyuyoruz, karşılığında da aldığımız kuru bir aferin ile elimize geçen bir testi şarap.”
“Doğru anlamam, ben efendinin katili değilim.”
“Sen onun kıç yalayıcısısın.” Rufus’u göstererek “Hiç olmazsa bu adam tarlada bir şeyler üretiyor. Ya sen?”
“Dedim ya, ben tavuk keser gibi adam kesmiyorum. Efendinin emriyle de olsa sen insanları Hades’e gönderiyorsun.”
“Bak şu Yunanlı filozofa. Madem o kadar insan hayatına değer veriyorsun, daha geçen hafta sen değil miydin efendinin ağzından suçlama yazıp da iki masum köleyi çarmıha gerdirten? Kimsenin elleri temiz değil, hele seninki hiç değil.”
“Sus be Glabius. Olur olmaz lakırdı etme.”
Rufus son konuşulanlardan bir şey anlamamıştı.
“Kimler çarmıha gerildi? Şu kaçan İlliryalılar mı?”
Glabius onun sırtına bir şaplak indirdi.
“Kaçmadılar be güzelim. Bu sefil katip adamın karısına göz koyduğu için öyle bir hikaye uydurdu. Efendinin yokluğundan yararlanıp sahte bir suçlamayla da adamı ve oğlunu çarmıha göndertti. Şimdi de benim görevlerime laf eder.”
“Hadi ya...”
Rufus hayalkırıklığı ile başını öne eğmişti. Sonra tekrar Flavus’a bakıp sordu:
“Demek benim hayatta kalmam eşim Poppea’nın çirkinliğine bağlı.”
“Öyle değil be Rufus, Galyalı kıçından uyduruyor, sen de inanıyorsun.”
Bu sözler Rufus’u neşelendirmedi. Sessizliği bir çıngırak bozdu:
“Efendi beni çağırıyor. Kıç yalama zamanı.”
Diğer iki köleyi masa başında bırakıp, Flavus aceleyle odadan çıktı.
YORUMLAR
Başta uyarmışsınız ama ne yalan söyleyeyim, göte geldim. Ben de bu isimde bir yazı yazmıştım, bakalım ne gelecek dedim.
Usta kaleminizden her zamanki gibi, her satırından sonra "du bakali ne olacak" dediğim bir hikaye okudum. Bir de unutamadığım bir anım geldi usuma;
Çok güzel ve zarif bir kadın ile sohbet ediyorduk. Bir fıkra anlatırken hikayenizde bahsi geçen kelimeyi söylemem gerekiyordu ama lafı evirip çevirip başka türlü anlatmaya çalışıyordum. Bana döndü ve; "Varol bey neden bu kadar sıkıntıya giriyorsunuz, bu memlekette göte göt derler" dedi...
FARKLI BİR ÖYKÜ OKUDUM, ÜSTELİK ÇOK SEVDİM, ZAMANA YOLCULUK YAPTIM..
TEBRİK EDİYORUM, SEVGİLERİMLE...
İlhan Kemal
"Köyün birinde ateşli bir hasta vardır, hastanın ateşi düşmeyince çaresiz kalan köylüler hastayı kasabaya doktora götürürler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili "anüsten" vermelerini söyler köylülere. Köylüler "tamam doktor bey" deyip köye giderler. Köyde bir Allahın kulu "anüs" ne demektir bilmez. Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya.
Bu arada hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylüler doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz, cesaret edemez. Ne cüret değil mi doktoru arayacak bir köylü. Neyse durumun vahameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacağımızı bilemedik doktor bey" falan der. Karşıdan doktor bir şeyler söyler. Muhtar döner arkasına: "makattan" verin dedi doktor' der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar falan ama "makat" ne bilen yoktur yine.
Hasta ise gitti gidecek garibim, ateşler içinde kıvranıyor hala. İhtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bir yandan söylenmektedir: "Çok kızacak doktor, çok!" diye. Sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bir şeyler söyler yine.
Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını! döner: "Ben çok kızacak demiştim size; bak g..tüne sokun dedi"
Yukarıdaki fıkra veya hikâye kaynak olarak Can Yücel’den nakledildiği rivayet edilir. İndi bu fıkrayı niye anlattım...Netice itibari ile ne kadar kaba dursa da ..öt her yerde ..öttür. Kibar olayım diye yerine koyacağınız kelimeler aynı tesiri vermeyeceği gibi fıkradaki gibi komik durumlara da yol açabilir.
Film endüstrisinde klasik taktiktir. Bir film; senaryo, dekor, kostüm, müzik, oyuncu performansı, yönetmen becerisi vs ile ne kadar Oscar’lık da olsa ne kadar Altın mandalinalık da olsa görücüye çıkmadan önce hakkında illaki bir balon patlatılır. Pardon önce şişirilir sonra patlatılır. Üç saatlik bir filmin içerisindeki 20–30 saniyelik cinsel içerikli bir aktivite oltanın ucuna takılır(basına sızdırılır). Hâlbuki bu kadar sazan bolluğunda(sazan bolluğunu yerelden ziyade daha global düşünün) ne lüzum var diyeceğim “ammâ u lâkin” (İbrâhîmî Feyzullah Yalçın’ın kulakları çınlasın 3 ) öyle işte.
Sanki başlıkta da böyle bir taktik söz konusu gibi duruyor. Tam da film piyasasındaki gibi. Hani sizi(yazı karakterinizi) tanımasam ya akşam biraz fazla kaçırmışsınız ya da sabah kahvenizi aksatmışsınız diyeceğim yani :- )
Zira Yediyüzdoksanbir adet kelimeden oluşan bir yazıda sadece bir kere kullanılmış bir kelimeyi başlıkta kullanmak geride kalan yediyüzdoksan kelimeye yapılmış büyük bir haksızlık gibi duruyor.
Kaldı ki o kelimeyi yazı içerisinde kullanmanıza herhangi bir eleştirim yok (hoş başlıkta kullanmanıza da eleştirim yok) sadece reklam ters tepmiş yoksa sadece diyaloglardaki akıcılıkla bile seçkiyi zorlardı.
Sanki “Koca memeli kadınlar” daha sevimli duruyor, ne dersiniz ha :- )
Selamlar, saygılar
O qué
Kendisiyle bunu konuştuk, açıklaması gayet kabul görür (bence).
Neyse onu kendi açıklar zaten size , ben şeyi diycektim çok bipli fıkra epey güldürdü bizi :D
Saygılar:))
İlhan Kemal
Öyküyü gece pizzacı çocuğu beklerken ve sabah kahve içmeden yazdım. Ama bu ikisinin de (Açlığın ve kahvesizliğin) olumsuz bir etkisi olmamış olmalı ki içerik açısından pek bir eleştiri gelmedi. Ama öykünün başlığı ayrı bir konu. Hep öykünün öyküsünü anlatacak değilim ya; bu sefer de başlığın öyküsünü anlatayım.
Genelde başlık sonradan gelir. Öykü tamamlanır, şöyle bir baştan aşağı süzülür ve ona isim verilir. Öyle bir seremoni yapsaydım herhalde adını Etruria Şarabı koyardım. Eğer illa ki güne gelmesini istiyorsam Uzun Günün Gecesi ya da Lağıma Dök Onu gibi bir isim bulurdum. Ama elimizde Koca Götllü Kızlar var. Neden?
Bu öykünün fikri yokken ismi vardı. Öykü bu isimden doğdu. O isme göre yazıldı (Demek ki Koca Götlü Kızlar kelimeleri bende akşam yemeğinde bir araya üç tane Romalı köleyi çağrıştırıyor). Sanılmamalı ki kafamda bir anda Koca Götlü Kızlar deyimi beliriyor ve buna öykü yazmaya çalışıyorum. Yaptığım, bir süredir yaptığım, on dokuz öyküdür yaptığım, bir rock grubunun 45 liklerinin adları üzerine öyküler yazmak. Elimde kırk kadar kırk beşlik ismi var ve sırasıyla bunlara öyküler yazıyorum. İsimleri İngilizceden serbest çeviri ile çeviriyorum, o yüzden garip durabiliyorlar. Koca Götlü Kızlar adında bir öykü yazacağım da bu projeye başladığımda belliydi ama öykünün içeriği pizzacı çocuğu bekleyene kadar yoktu.
Peki ismi yumuşatamaz mıydım? Yumuşardı elbet. Hatta eşim bile şarkının orijinalinin yumuşatılmış olduğunu (Fat Ass değil Fat Bottomed Girls), benim de aynısı yapmam gerektiğini söylüyordu. Geniş Kalçalı Kızlar denebilirdi. Denirdi de kötü bir TRT çevirisi dururdu: Hey adamım, o pis zenciye söyle, kendisine iyi baksın. Ben de doğal olanı seçtim, kalçalar gitti, diğeri kaldı.
Her ne kadar "Bu memlekette göte göt denir" savunmasının Can Yücel'i beraat ettirdiği söylenirse de (Bir iddiaya göre mahkemede sözünü ettiğiniz fıkrayı anlatıp üzerine bu bağlayıcı yorumu yapmış), bir gerçek de atlanacak gibi değil: Bir insanın yüzüne karşı "Kalem!" ya da "Yüzük Parmağı!" diye bağırdınız zaman aldığınız tepki bir süredir bahsini ettiğimiz kelimeyle aynı olmuyor. Demek ki bu memlekette ne denirse densin o kelime o kadar da rahat söylenmiyor.
Listeme bakıyorum, gelecek öykülerin içinde beni bunun gibi zor duruma düşürecek bir tane daha isim yok (Radio Ga Ga yı nasıl tercüme edeceğimi düşünmeye şimdiden başladım).
Bir iki gözlemimi de eklemeliyim. Öncelikle ismin farklılığı tıklanmasını epey etkiledi. Demek ki bu kelimeyi görünce tıklıyoruz. Tabi öykü, kendisini merakla tıklıyanda hayalkırıklığı yaratıyor mu, bilemiyorum. Öte yandan bolca tıklıyoruz ama çekinip yorum da yazamıyoruz. Kimse başlığında Göt kelimesi geçen bir öykünün altında kendi yorumunun gözükmesini istemiyor (Kaldı ki öykünün içeriğinin kabul edilebilir olduğunu düşünüyorum).
Şimdi Beni Durdurmayın'da görüşmek üzere.
Ağyar
Öhhö öhhö
Kim bu “Eyzün” yahu. Yeni bir üyemi acaba, bu isimde de bir hayranımı hiç hatırlamıyorum, Allah Allah ;-)
Gerçi siması hiç yabancı gelmiyor, du bakim… Bu.. .bu… bu bizim Nuniş yahu. Allah iyiliğini vermesin kız senin emi :- )
Çabuk dön aslına : D (bunu da “ikinokta üst üste büyük D” senden öğrendim ;-)
Selamlar kardeşime
Değerli yazarımız İlhan Kemal’e el cevap;
Değerli yazar o kadar orijinalsiniz ki tabiri caizse yanınızda kendimi marjinal hissediyorum. Oysa tanıyanlar, gayet halim selim bir insan olduğumu söylerler.
Şaka bir yana orijinal derken, alt yapınızın sağlamlığından söz ediyorum, tebrikler.
Not: Koca memelerde ısrarcıyım :- )
Selamlar
İlhan Kemal
İlhan Kemal
O qué
Oysaki içinde yine ben varımm.
Aslında ben buraya üye olduğumda genel olarak Karmen rumuzunu kullanmama rağmen( evet çetlerken falan), burası edabiyat sitesidir yadırganır vs diye, düşün düşün bişey bulamadım sonra da dedim ki Nun olsun, baktım Nun kısa diyo ee ne ekliyeyim sonuna Nunile olsun, dedim ki zaten öyle takılırım diye de düşünmüyordum.
Ama hiç tahmin ettiğim gibi olmadı işte, ben burayı çok sevdim.
Hepinizi anlıyorum alışmak çok önemli bir dugu, sevmekten bile daha zor diyo ya hani şarkıda da aynen öyle :p
Ama beni böyle sevin lütfennn ;D
Ben yine Ağyarın yorumlarını hayranlıkla okuyup, İlhan Kemalin hikayelerini beğeniyorum. Aynuru sık sık öperkenn, Lacivert e sataşmayı ihmal etmiyorum!!
Sevgiler Saygılar, Eyzün
Namıdiğer Nuniş :D
İlhan Kemal
Yine farklı bakışla yazılmış öykü.İçine çekebilen ve sürükleyebilen yazım.Yüreğinize saglık.Saygılarımla...
İlhan Kemal
senin yazdığın öyküleri ,replikleri rus edebiyat öykü yazarların yanına koyabilirim
bir romanın yapraklarından bir sayfa gibi
.