- 730 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
KİTAP ARASI DÖNER BEDAVA
Gazetelerin kitap eklerini bir bir gözden geçirdi. Sonra oturup yeni yayınları inceledi. Tanıtım yazılarını okudu. Bazı cümlelerin altını çizdi. Bloknotuna notlar aldı. Belleği son zamanlarda yorgun düşmüştü. Hafızasında doğru düzgün bir kelime bile tutamıyordu. Bu yüzden küçük blok notunu yaka cebinde bulunduruyor; sık sık ona bakma ihtiyacı duyuyordu. En basitinden daha geçenlerde arkadaşları ile sohbet ederken “dikiz aynasını” hatırlayamayınca; arkadaşlarının alaylı bakışlarını maruz kalmış: “ Vay senin gibi yazar müsveddesinin…” diye düşündüklerini hissetmişti.
Yaşını hesap edip ömrünün nihayete ermesine az bir zaman kaldığına iyice kanaat getirince; gençliğinden bu tarafa içinde gizemli olan tutkusunu gerçekleştirmeye karar vermişti. Babasının, en kötü şartlarda yaşamış olmasına rağmen yetmiş iki yaşında mevta olması, Azrail’in yavaş yavaş kendisine doğru gelmekte olduğuna adı gibi biliyordu.
Bu dünyada hiçbir şeyin tadını tuzunu tam manasıyla alamamış, her attığı adımda çukura yuvarlanmış, bazen etraftakilerin alayına bile maruz kalmıştı. Her tehlike, her risk, her handikap onun için adeta bir yaşam sınavı gibiydi. Kendisine bir şiar edinmişti:
“Yaşam, hayata direnmektir”
O da aynısını yaptı. Direndi. Direndi ve hala direnmekte…
Boş işlerin sıkıntılı kerestelik adamıydı. Hatta; atölyeye bile gitse marangozun, bedenini planyaya yanaştırmadan, kışlık odun olarak sobanın yanına koyacağını biliyordu.
Her olasılığa karşılık yine de kendine güveniyordu. Önemli olan da buydu zaten. İnsanın kendine güvenmesi. Yani özgüven…Tek başına sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmek…Bütün darbelere karşı direnebilmek. Dedikoduları göz ardı etmek. Boş lakırdıları elinin tersiyle silmek. Fikir yürüten insanların kategorinde kendisine yer açabilmek. En elit olanı da bu değil miydi zaten. Papağan gibi akşamı eden insan müsveddelerinden kendini soyutlamak; bir başarı olsa gerekti. O da, öyle yaptı; kimseyi kırmadan, gücendirmeden sessizce bir ırmağın suyu gibi çağladı gitti, engin denizlere doğru.
Bu yaşına dek boğuştu durdu yaşam kavgasıyla. Çok gelişmiş, kalkınmada birinci sırayı (!)almış bir ülkenin az gelişmiş mutsuz bir ferdi olarak çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştı. Okul masrafları, dershaneler belini bükse de eşiyle sırt sırta verip Ankara sokaklarında, pazarlarında gerçek yaşamın içerisinde savaş verdi. Kavgalara girdi. Sonunda aslanın ağzından bir lokma ekmek koparmasını becerebildi. Bunca sıkıntılara hep çocukları için katlandı. İnsan çiğ süt emmiş. İhanete, nankörlüğe meyilli yönü ağır basmaktaymış. Ne bilsin; başına gelmeyince. Sonunda bedenini siper ettiği, en sevdiklerinden :
“ Bizim için ne yaptın ki, her şeyi biz başardık” kinayeli konuşmaları karşısında bir kez daha yıkılsa da; yaşamın gerçek bir oyun olduğunu böylece belleğine kazımış oldu.
Nihayetinde içindeki volkanın patlaması gerekiyordu. Başka yolu yoktu. O bir yazar değildi. Ama yazdıklarının en azından birer kitap olarak çıkması taraftarıydı. Zaten ünlü falan filan olma sevdasını hiçbir zaman yüreğinde hissetmedi. Öyle bir burjuva takıntısı yoktu. Yıllardır bedeninden akıttığı ter de; “emek” kokuyordu. Grotesk bedenlerin entel kıvrımlarından zaten nefret ederdi. Hele de liboş aydınların, içkili masalarda kadehlerini kaldırırken edebiyat sanatı üzerine yapmış oldukları ahkam kesmelerinden…
Yazdıklarında alegorik yaşamdan kesintiler aldı. Kurgu, yazdıklarını süslese de aslında yaşamın ta göbeğinden girdi satırların gizemine…
Yazdıkları dosyaları, yayınevlerine göndermeye başladı ama; hepsinin de ortak yanıtı aynıydı:
“ Sıradan bir yazarsın!”
Evet doğru, kim anlar kim dinlerdi kendini. Medya grubu da yoktu arkasında.Olmazdı zaten.
“Parayı veren düdüğü çalardı, bu sistemde.” Kimseye eyvallah etmedi. Önce bir fizikçi gibi fizibilite çalışması yaptı. Sahtekar, korsan yayınevleri cirit atıyorlardı etrafta. Onlara yem olmamak için ince hesaplar yaptı. Kimileri; “ Sadece basarız kitaplarını ama parasını alırız. Dağıtımına karışmayız” Kimileri de ; “ Dağıtımını da yaparız ama % 60 alırız.” Gibi tecimsel oyunlar. Aslında haklılar da. Ayakta durmak için para oyunlarında karşındakine acımayacaksın. Bu bir kuraldı. Yoksa; yok olur gitmek içten bile değil.
Çorbasını paylaştığı dost bildiklerinden yediği darbeleri anımsadı. “İnsanoğlu ne kadar basitleşiyor” diye kendi kendine konuşup durdu; deliler gibi. İç hesaplaşması yaptı günler boyu. Yine de yılmadı, insanlara iyimser bakmaktan. Hoşgörüye sığındı. Hep kendinden verdi ama hiçbir zaman istemedi. Sadece Allah’tan sağlık diledi…Karınca kararınca sokaklarda kazandıklarından üç beş kuruş kenara atıp durdu. Bu sefer nihai kararını vermişti. Yazdıkları kesinlikle roman olarak çıkmalıydı. Varsın desinlerdi;
“ Bu nasıl roman? “, “Bunlar, karalama bile olmaz “ “Sanattan nasibini almamış deli saçmaları “
Umurunda bile değildi. Kimse bu yaşına dek kendisini gale alan olmamıştı ya; gülüp geçecekti bundan böyle.
Romanlar çıktı.
Pazardan enstanteneler:
- Vay gardeşim, böyle meziyetlerin vardı niye haberimiz olmadı.
Kitapların arkasındaki fotoğrafı inceliyorlar. “ Bu resim, kesinlikle beş sene önceki halin.”
- Bizim evde kitap çakılı, sen anlatıver içindekileri.
- Ölmüş babanın hayrına bir tane veriversen olmaz mı?
- Okuyacam yok ama; sen hatırına alam bari
- Hımm! Şu kadar baskı yaptıysan bu fiyattan bu kadar kazandın demektir. Köşe oldun be! Sen ne sessiz adammışsın! Saman altından su yürütüyon da haberimiz yokmuş!
Bunca insan kalabalığı arasında romanına baş kahraman ettiği; hapishanelerin demir parmaklıklar arasında pişmiş, olgunlaşmış, insanlık dersinde; dışarıdaki liboşlara, entellere, midesine düşkün kuru kalabalığa beş çeken kişinin;
“ Helal olsun ağbey sana. Emek sarf etmişsin. “ diye zorla para vermeye kalkışması, roman yazmasında harcadığı emeğin boşa gitmediğinin bir göstergesi olarak teselli etti kendi kendini…
Bu gün yeni bir iş yeri açtı. İş yerinin tabelasında şöyle yazılıydı:
“KİTAP ARASI DÖNER BEDAVA…”
YORUMLAR
Bir de bana diyorlarki neden bir kitabın yok...Olanın başı dertten kurtulmuyormuş bak...
Allahtan öyle bir hevesim yok.
Sen kitaplarını çıkarttın eline aldın ya, boş ver gerisini...Güzel olacak inşallah. Yazmaya devam et.
Bir de ben Buse yi de kitaplaştır istiyorum:)) Sahi ne oldu o arkadaşına? Hiç bahsetmedin bir daha...
Saygılar mert kaleme.
Benim de Okumayın lütfen adlı bir öyküm var bilirsiniz, okumuşsunuzdur. Okumada en son sıralarda kalan Ülkemiz, özellikle öğretmenlerimiz ve ailelerin çok küçük yaşlarda üzerine düşülmesi gereken bir konu okuma alışkanlığı. Tıpkı tuvalet eğitinmi ve diş fırçalama eğitimi gibi önem verilmesi gereken bir konuç Güzel ifadelerdi. Tebrik ediyorum Ayhan Bey. Kitabı bitirir bitirmez düşüncelerimi paylaşmak istedim dostlarla... Umarım herkes assasiyet gösterip okur bizlerb gibi. Sevgi ve saygıyla...
Değerli arkadaşım, şu sözünü çok sevdim ve benim de benimsediğim bir felsefedir bu.
“Yaşam, hayata direnmektir”
Seni tanıdığım günden beri, hayatın zorluklarına karşı nasıl direndiğini ve asla vazgeçmediğini biliyorum. Vazgeçmeni de istemem. Doğru yoldasın. Azim her şeyin anahtarıdır ve sen bu anahtarı kullandın. Artık kitaplı bir yazarsın ve bunların arkası gelecektir. Ben buna inanıyorum. Yazıların her geçen gün daha bir güzelleşip, daha çok mesaj içeriyor.
Kitapların hayırlı olsun, bol kazançlar dilerim.
Tebrik ederim
selam ve saygılar