- 875 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat Sahnesi (6. Bölüm)
Dönmek, mümkün mü artık dönmek,
Onca yollardan sonra, yeniden yollara düşmek?
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket…....................................................(*)
Nisan 2010, Antakya
Çok uzun zamandır nereye ait olduğunu bilmiyordu Burak, yıllarını verdiği ve taptığı bu şehir artık onun memleketi değildi sanki! Bazen tası tarağı toplayıp Gaziantep’e yerleşmeyi planlıyordu, en mutlu olduğu yıllardı sanki ama bir şeylerin eksik kalacağını biliyordu yine de; bir hayaletle yaşanır mıydı orada? Peki Adana, çok mu sıcaktı? Buğra çıldırırdı böyle bir karar verse… Aslında en çok Mersin’e yerleşmeyi istiyordu, her an orada olmak ve istediği zaman dostunun mezarına ulaşmak, onunla dertleşmek fikri ona oldukça çekici geliyordu ama oraya her gidişinde nefes alamadığını hissediyordu zaman zaman… Şimdi de Ayvalık çıkmıştı, ne de güzel ve sakin bir şehirdi orası; Cunda Adası… Füsun… Yaralı bir ceylan gibiydi, acısı mı daha güzelleştirmişti? Çok özlemişti onu, kısa bir zaman içinde çok şey paylaşmışlardı, Füsun onun kuytularına girmeyi başarmıştı, belki bu yüzden aşık olmuştu ona. Yol boyunca onu düşündü ve geleceğini; gelecek miydi? Çıkmaza her girdiğinde aynı cümleyle avuttu kendini: ‘’Hayatım kırık dökük aşk hikayeleri ile dolu, sonunda hep acı çektim; bu defa gerçekten hakkedecek biri için de acı çekebilirim:’’
Hiç şüphesiz dönüş yolunun uzun duraklarından biri olacaktı Mersin, ‘’Bir Yanı Mersin’’ değil miydi zaten? Buğra ile haberleşmiş ve Mersin’de buluşmuşlardı bir büyük eksikle… Mezarlık buluşma yerleriydi; ne kadar komik, ne kadar acı! Oradan Barış’ların evine gideceklerdi ama Barış uzun zamandır yaptığı gibi ayıp edecek ve evde olmayacaktı, sanki kapıdan içeri girecekti mahçup… Kimin gözleri o an kapıya yönelip dalsa aynı şeyi düşünürdü ama Barış hiç gelmezdi. Belki bu bekleyiş çok ağır geldiğinden bir geceden daha uzun kalamazlardı Mersin’de, bütün ısrarlara rağmen kaçarcasına giderlerdi, daha şehirden çıkmamışken delicesine geri dönmek isteğiyle…
Antakya… Eskiden bu tabelayı her gördüğünde içi huzurla dolardı ama artık bu tabela yalan söylüyordu çünkü şehir dört bir yandan bu tabelaların çok dışına taşmıştı. Anlayamadığı siyasi oyunlar yüzünden, civar kasabalar Antakya ile birleştirilmemişti, Küçükdalyan da bunlardan biriydi. Evin önüne arabayı park ettiğinde ilk Haydut karşıladı onu havlayarak, belli ki çok özlemişti onu çünkü ‘’bana sarılabilirsin’’ işaretini beklemeden atlamıştı Burak’ın üstüne.
‘’Birkaç gün burada kal oğlum’’ dedi Firuzan Hanım. Burak elbette bu teklife karşı çıkmayacaktı çünkü birkaç günlük tatili neredeyse bir ay sürmüştü. Hemen her gün yapılan telefon görüşmelerinde annesi bunu isteyeceğini belli etmişti. Bir de henüz söylemediği bir İstanbul seyahati olacaktı birkaç hafta sonra, o zamana kadar annesinde kalmaya karar verdi o an bu kalış süresi ve sebebini annesinden saklayarak. Zaten annesi de daha cevap almadan ‘’Leyla odanı hazırladı’’ dediğinde bunun aslında bir rica değil, emir olduğunu da anlamıştı. Burak’a tek düşen usulca yukarı çıkmak ve güzel bir banyonun ardından akşam yemeğine kadar uyumak olacaktı.
Evleri amcasının tasarımıydı; babası ne istediğini söylemiş ve amcası yapmıştı: alt katta geniş bir Amerikan mutfak ve teras, geniş bir salon, biri alaturka diğeri alafranga iki adet tuvalet, bir misafir yatak odası, yukarı katta üç tane yatak odası; bunlardan ikisi aile fertlerine ait olacaktı ve banyoları biraz daha geniş olup içinde mutlaka jakuzi olacak, misafirler için ayrılan yatak odalarının banyoları biraz daha küçük olacaktı. Çatı katında ise sadece teras ve kütüphane olacak, terasın manzarası Antakya Kalesi’ne bakıyor olacaktı.
Burak kendine ait jakuzide uzun bir süre oyalandı, bu evi aslında seviyordu ama jakuzisi olmasa da kendi evinde de mutluydu. Kaslarının yavaş yavaş gevşediğini fark ederken kendi evine de jakuzi yaptırmaya karar verdi, neden otel odalarında arıyordu ki bu keyfi? Banyodan sonra çok yorgun olmasına rağmen uyumamaya karar verdi, bir üst kata çıkıp babasının ve tabi ki kendisinin çok sevdiği o manzarayı izlemeye karar verdi. Terasa kütüphanenin içinden çıkılıyordu, çatının estetik bir şekilde oturtulabilmesi için böyle yapmaya karar vermişti amcası, çocukluğundan ve hatta o bu dünyada yokken biriktirilmeye başlamış ansiklopedi ve kitapların kokusunu içine çekerek geçti odadan, kapıyı açtığında Antakya’nın hırçın rüzgarı karşıladı onu, sigarasını yaktı ve geniş tahta koltuklardan birine oturarak manzaraya daldı; bir zamanlar Roma’dan sonra dünyanın en büyük kenti olan Antakya’yı koruyan kale surlarından kalanları izledi; dağın yamacından zirvesine doğru hafif kıvrımlar yaparak uzanıyor ve ilerliyordu. Hemen sol aşağı kısmında Saint Pierre Kilisesi’nin ışıkları yanacaktı birkaç saat sonra, kalenin alt kısmına denk gelen mahallenin en üst kısmında ışıklar bir Atatürk portresi çizecekti aynı dakikalarda. Tarihi ve aydınlığı seviyordu, bu şehri de… Binlerce yıldır bir çok kanlı savaşın ortasında kalmış, hırpalanıp küçülmüş olmasına rağmen bu şehirde insanların yüreğinde insanlığı büyütmesini seviyordu; Müslümanlar sayıca fazla olmasına rağmen Hristiyan Katolik ve Ortodokslar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler ve hatta Ateistler bu şehirde hiç kavga etmeden yaşıyorlardı.
Leyla’nın sesiyle ayrıldı tarihin derinliklerinden, eğer uyumadıysa babası kahve içmeye çağırıyordu onu, eve gelmişti.
Haluk Bey ‘’Hoş geldin oğlum’’ diyerek sarıldı Burak’a, elini öpmesine fırsat vermeden.
‘’Bizimle kalacakmışsın birkaç gün, çok sevindim.’’
‘’Biraz daha uzun kalacağım baba’’ dedi ve tam zamanıydı, ekledi; ‘’İstanbul’a gidene kadar…’’
‘’Ne İstanbul’u, ne zaman, niye?’’ diye çıkıştı Firuzan Hanım.
‘’Dur hanım, bir nefes alsın çocuk’’ diye araya girdi Haluk Bey.
‘’Mayısın ikinci haftası, sadece birkaç gün; gerçekten birkaç gün…’’ diye cevapladı mahçup bir sesle Burak ‘’niye’’sini hiç açıklamadan…
Soruyu tekrarlamadı Firuzan Hanım, hayatın tüm gerekçelerini zamanla ortaya koyduğunu en iyi bilen insanlardandı, sustu.
Bu konuşmalara kulak misafiri olan Leyla ise daha endişeliydi, küçük bey aşık mı olmuştu yoksa? Ayvalık’tan gelmiyor muydu? ‘’İstanbul da nerden çıktı peki?’’ diye bağırmak istedi ama o da sustu, bu aşkı sessizce yaşamaya mecburdu.
Ufuk Bayraktar
___________________________________________________________________________________________________
(*) Grup Yenitürkü ’DÖNMEK’ isimli şarkıdan