- 517 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Bisiklet Yarışı
Delft’e giden yolda pedal çeviriyorum. Uzaklarda çiftlikler var. Önlerinden geçtikçe bisikletten inip, bir tanesinde dinlenmek istiyorum ama yine de devam ediyorum. Yol kenarında Flaman kızlara rastlıyorum. İkisi de birbirine benziyor; ikisi de güzel gülümsüyor. El sallıyorum onlara. Durmamı işaret ediyorlar; durmuyorum. Biri heybesinden şarap şişesi çıkarıp sallıyor, tek elimle ‘’Başka sefere’’ anlamına gelmesini umut ettiğim bir işaret yapıyorum. Başımı çevirip ufka baktığımda hala Delft gözükmüyor. Olsun, dünyanın bütün zamanı benim.
‘’Böyle kırda dolaşır gibi pedal çevirirsen asla forma giremezsin.’’
Marc yanıma gelmiş, üzerinde olduğum kondisyon bisikletinin kadranına bakıyordu.
‘’Yirmi zorluk seviyesinin sekizincisindesin. İnsanlık için küçük, Kemal için büyük bir adım.’’
Ben ona ters bakınca sustu. Sonra sıkılıp
‘’Ben gidiyorum’’ dedi.
‘’Beni beklemeyecek misin?’’
‘’Senin işin uzun. Erken gelecektin.’’
Haklıydı. Bir türlü okuldan çıkamamıştım. Suç benim değil, beni odasına çağıran bölüm başkanındı. Neymiş, doktora aşamasında öğrencilerden daha kaliteli akademik çalışma bekliyorlarmış. Kendimizi yeterince donatmıyormuşuz. Son bir senedir hiç bir doktora öğrencisi tebliğ sunmamış. Daha bundan dört yıl önce...
O yanıma oturduğunda bundan dört yıl önce ne olduğu bölüm başkanıyla beraber spor salonunu terketti. Benden uzundu. İnce yapılıydı. Uzun sarı saçlarını toplamış, at kuyruğu yapmıştı. Çok güzel bir profili vardı. Kulaklığını taktı, bisikletinin üzerindeki monitörünü açtı, kanalı bir diziye ayarladı. Sonra pedallara yüklendi. Açıkça benimkinden yüksek bir devirle pedal çeviriyordu. Yapacak bir şey yoktu, ona ayak uydurmalıydım. Ben de yüklendim. Bir anda Hollanda kırlarından Fransa Bisiklet Turu’na geçtik. Onu yakalamıştım. Aynı hızda çevirebiliyorduk ve ben yorulmuyordum. Muhteşem bir duyguydu: Beni algılamayan birine karşı rezil olmuyordum. Gözümün önüne geliyordu: Virajlara beraber giriyor, etap sonuna kadar başabaş olacağımızı belli ediyorduk.
Sonra onun bacakları yerine bisikletinin kadranına baktım. Zorluk derecesi on altı idi. Benimkine baktım: Hala sekiz. Pedallara asılmayı bıraktım. Devir hızım düştü, düştü, düştü ve en sonunda durdu. Kadrandaki sayılar yokoldular. Artık kimse sekizinci zorluk seviyesinde kondisyon bisikletine bindiğimi bilmiyordu. Sessizce yerimden kalktım, selam bile vermeden ağırlık çalışılan salona geçtim.
Ağırlıklar arasında kendime uygun bir alet aradım. Bunun gelişigüzel yapılmayacağını biliyordum ama o anda tek isteğim biraz stres atmaktı. Sonunda aradığımı da buldum: Bench pres. Uzanıp yatıyorsunuz ve yattığınız yerden halter kaldırıyorsunuz. Genelde uyarısı vardır, yanınızda biri olmadan yapmayı diye ama benim için geçerli değildi bu çünkü kendimi zorlamayacak bir ağırlıkla çalışmak niyetindeydim.
Öncelikle boş barı aldım. Pek hafif değildi. Ama yine de sadece metal bir çubuğu indirip kaldırmayı kendime yediremediğim için iki ucuna da onar poundluk iki ağırlık yerleştirdim. Bitince yatıp barın altına geçtim. Bir yokladım.Sonra yattığım yerden kalkıp ağırlıkları yarıya indirdim. Bu sefer olmuş gibiydi: Kaldırıp indirebiliyordum. Bir, iki, üç derken yanımda bir karaltı belirdi. Benim kullanmadığım ağırlıkları alıp, onları başka bir bara taktı. Bana bir baş selamı çakıp yanımdaki sehpaya uzandı. Kassem’a gözüm aşinaydı. Salonun çalıştırıcılarından biriydi. Dilerseniz size bir program hazırlıyordu, talep ettiğinizde de çalışmanıza eşlik ediyordu.
Kendi egzersizime ara verip (Dört kere indirip kaldırmıştım) Kassem’a baktım. Kolları benim bacaklarımdan kalındı. Koyduğu ağırlıklar barı eğmiş ama Kassem’ı yıldırmamıştı. Düzenli bir şekilde indirip kaldırıyordu. Göğüs kaslarına baktıkça otuz sekiz kalibrelik bir kurşunun bunları geçemeyeceğini düşündüm. Kassem bu işin hakkını veriyordu. Çalışmaya geri dönmedim. Kalkıp soyunma odasının yolunu tuttum.
...
Bisikletimden indim. Bir grup köylü hasadı bırakmış, ağacın gölgesi altında yemek yiyorlardı. Bir tanesi tekerlek peynirden dilim kesiyor, diğeri şarap testisine uzanıyordu. Selam verip yanlarına çöktüm. Bir toprak kaba ellerinde ne varsa birer kaşık koydular. Şarap testisi ise doğrudan kucağıma verildi. İlk yudumdan sonra ileriye, tarlaların ötesine baktım: Flaman ülkesi alabildiğine uzanıyordu.
‘’Bruegel! Kütüphanede Flaman ressamlara bakacağına tezine kaynak çalışması yapman gerekmiyor muydu?’’
YORUMLAR
İlhan Kemal
Bisiklet yarışı yazısıyla ben de bisikletime bindim. En sevdiğim sporlardan biri. Ama kondisyon bisikletinde değil.
Bir kez bisikletimle vapur ve adalar yapmıştım. Ama kahramanımız kendini Flaman ülkesinde sanmış.
Hayaller insanı kimbilir nerelere götürür.
Sabah sabah çok güzel bir öykü okudum, tebrikler. Sevgiyle kalın...
İlhan Kemal
Güne güzel başlatabildiysem ne mutlu bana. Sevgilerimle.