Kafa bu! Misafirhane mi!?
Zifiri karanlıktan sabaha ulaştırmaya çalışıyorum kelimelerimi. Aklımda bin bir türlü iş. Ne yana dönsem ayrı bir düşünce. Boğuluyorum… Kaçar gibi giderken esir gibi şimdi buradayım. Hala aynı tantanayı yapıyorum işte, esir olarak görüyorum burada durmayı ve belki de bu hale kanaat etseydim çoktan gitmiştim. Gitmek, bir türlü çıkmıyordu aklımdan. Hayallerim hep uzaklardaydı benim. Sanki şimdi koşmaya başlasam yetişecek gibi oluyorum. Yine kandırıyorum kendimi. Ne zaman koşmaya başlasam tökezliyorum. Rabbim! Bizi yolundan ayırmasın. Uzaklar hep tatlı geldi bana son dört senedir. Hep bir gitme çabası, hep bir uzaklaşma. Nefes alacaktım gidersem, acılarımdan kurtulacaktım. Bana bu acıları yaşatan şehri terk edip gidecektim. Olmadı! Yine yapamadım. Arkamda bıraktığım insanların rızasızlığından mıdır yoksa kaderimize burası mı yazılıdır bilemedim. Ben ki her haltı önceden kestiren insan bunu bir türlü kestiremiyorum. Ama bugüne kadar yaşananların hepsi gösteriyor ki buradan gitmemem gerek. Galiba! Bilmiyorum. Hala bilmiyorum çünkü inanmak istemiyorum. Burada kalmak fikri bile beni şimdiden boğuyor. İnsanların gözlerinin içine bakınca bir parıltı göremiyorum. Bende de kalmadı o parıltıdan. Işığımı arıyorum ben. Karanlığımı aydınlığa kavuşturacak minicik bir parıltı. Hepi topu ufak bir parıltı. Savaşlarım çoktur benim. Hepsinde ayrı bir yenilgi, hepsinde ayrı bir tat. Hüzünlerim var benim çiçek açan. Hüzün çiçek açar mı? Benim ki açıyor! Siz inanmasanız da benimki açıyor. Her sabah suluyorum onları tekrar hüzünlenmeleri için. Küf tutmuş acılarım var misal. Üstlerinden sıyırıyorum biraz biraz. Katık ediyorum hayatıma. Küflü peynirin tadını vermese de. Küflü hayallerin tadı da ayrı oluyor. Sonra çocukluğum var benim. Kimsenin bilmediği, içinden nehirler akan, canla başla sağa sola koşturan, yorulmak nedir bilmeyen. Çağlayanlarım var oluk oluk , yere inişini bir türlü izleyemediğim. Dağlarım, ovalarım. Nasıl anlatayım ki şimdi? Yollara bakıyorum, ince uzun. Dümdüz. Dümdüz işte! Ben kıvrılanından istiyorum. Bakınca ucunu göreceksem yola düşmenin bir manası olduğunu düşünmüyorum. Buradan orayı görebiliyorum değil mi? Ne gerek vardı ki o yola girmeye. Alışmışız bir kere zor’a. Zor olacak! İki adım ileri beş adım geri atmam gerek. Daha geriye düşmem gerek. Daha geriye düşüp daha hızlı gelmem gerek. Sonra biraz şikâyet, çokça şükretmem gerek. Öğrenmem gerek. Sabretmeyi zihnimin her odasına misafirliğe getirmem gerek. Misafir etmem gerek ve onlara birer çay ikram etmem gerek. Çay! Çay içsinler kafamın içinde. Misafirperveriz biz yahu! Ne gerekiyorsa sağlam bir adım için onu yapmam gerek. Hiçbir şeyden kaçınmamam gerek. Gereksiz bir sürü gerekle uğraşmam gerek. Sonra kıvrılmam gerek, yılan gibi değil insan gibi. Yürümem gerek, ağır ağır… Usulca ses etmeden, kimselere duyurmadan o yolu geçmem gerek. Başımda ki dertleri rüzgâra savurmam içten bile değil. Neden olmasın? Hep misafir kalacak değiller ya. Kafa bu! Misafirhane mi!?
// Talat Altun
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.