Külüstür patozun ettikleri
Her fırsatını bulduğumda annemden hatıralarını anlatmasını isterim. Çok hoşuma gider dinlemek. Anlattığı hatıraların bazılarını birkaç kez dinlemiş olmama rağmen tekrar dinlemek beni hiç sıkmaz. Aslında tekrar olduğunun o da farkında, ama konu gelip oraya bağlandığı için tekrar etmek durumunda kalır.
Berrak bir hafıza... Tekrar anlattıklarını aynen aktardığına hayretle şahitlik ediyorum. Ben birkaç yıl önce yaptığım askerlik anılarımı her anlattığımda bir şeyleri eksilterek anlatıyorum. Galiba hafıza konusunda ben anneme çekmemişim. Babamın hafızası da fena değildir ama anneminki bir başka. İsimler, olaylar, yerler ve ayrıntılar... Bunların hafızasında bu canlılıkta nasıl kalabildiğine bir cevap bulamıyorum doğrusu.
En son anlattıkları, Anadolu kadınının dünüyle bugünü arasındaki önemli bir sosyolojik farkı ortaya koyar nitelikteydi. (Ama ben burada bu ayırıma girmeyeceğim.) Bu sefer bir konu üzerinde tartışıyorduk. Kendi düşüncesinin doğru olduğunu ispatlamak için sürekli örnekler veriyordu. Birkaç cümle söylüyor, bunları örneklerle bağlıyordu. Tabii bu örnekler, kendi yaşadıklarıyla bugünkü gördükleri arasında gidip geliyordu.
Tartıştığımız konu ise, çocuk yapma oranının eskiye göre neden azaldığı... Ona göre bu sorunun cevabı çok basit: “Günümüz kadınları rahatlarına çok düşkün.” Çünkü ona göre bunun nedeni erkekler değil, kadınlar... Bu tezini desteklemek için kendi başından geçen bir olayı anlatmaya başladı. Tabii ben tartışmak için değil, başından geçenlerden bir tanesini paylaşmak için yazıyorum.
Tarım ve hayvancılıkla geçinen bir aile idik. O sıralar iki ağabeyim dünyada. Ama onlar da küçükler. Dolayısıyla babama ve anneme çok iş düşüyor. Maddi imkânlar yok denecek kadar az. Bahçeden, tarladan elde ettiğin miktarda yıllık gelirin oluyor. Günlük geçim de daha çok hayvancılıktan... Yaz dönemi her taraftan halletmen gereken işler yağar üzerine. Kışın nispeten daha rahatsın ama tabii o zaman da rahat rahat uyuyamıyorsun. Özellikle hayvanları olanlar rahat değiller. Ve bir de damınızda çatı yoksa... O zaman Ağrı’da, özellikle de karın 100 günden fazla yerden kalkmadığı yıllarda, işiniz var demektir. Sürekli tetikte olmalısınız ve kar yağışı biter bitmez damı temizlemelisiniz (Kar yağdığı gün hava biraz sıcaksa, bitmesini beklemeden çıkmalısınız dama). Yoksa kış günü, dışarıya kar yağarken içeriye yağmur yağmaya başlaması an meselesi...
Her neyse...
Harman zamanı... Yani sıcak yaz dönemi... Bir tarlamız biçiliyor, saplar (bizim oralarda biçilen buğday için sap tabiri kullanılıyor) toplanıyor ve babam harman için güç bela bir kara patoz buluyor. O zamanlar traktörlere bağlanarak çalıştırılan patozlar yok tabii. Kara patozun her iki tarafında birer çevirme kolu var. İki kişinin çevirerek kullandığı türlerden bir şey. Ben bunlardan bir tanesini çocukluğumda görmüştüm. Çok uğraşmama rağmen sadece yavaş bir tempoda döndürebilmiştim. Demir yığını... Babam sapı patoza attığı için çevirme işine yardım edemiyor. Dolayısıyla çevirme işi anneme kalıyor, yalnız başına çevirmek zorunda. İşin kötü tarafı, patoz külüstür sayılabilecek kadar eski bir şey. İşin daha da kötü tarafı ise bir an önce bitirmek zorundalar. Çünkü karabulutlar toplanmaya başlamış. Yağmur ha yağdı ha yağacak. Harman zamanı yağmura yakalanırsanız ürün elinizde kalır.
Bu nedenle çok az mola vererek o gün tamamlıyorlar patoz işini. Yağmur belirtileri hâlâ var ama şükür ki yağmadan hallediyorlar. Sonra buğdayın çuvallara doldurulması ve samanın etrafının çevrelenmesi... Ama bunlar basit şeyler. Belki de olayın en kolay kısmı...
Hallolmasına halloluyor ama asıl olay bundan sonra başlıyor. Akşam eve vardıklarında annem göğsünde dayanılmaz bir ağrı hissediyor. Özellikle sağ taraf diye belirtiyor annem. “Çünkü en çok sağ kolla çevirdim” diye de ekliyor. İlaç, merhem yok maalesef. Doktor mu? O hiç yok. Olsa bile, bir tarafın tamamen kullanılmaz hale gelmeden doktora gidemiyorsun Ağrı gibi bir yerde. Yoksa işlerin çığ gibi üzerine geldiği bir zamanda kaçıyormuşsun, kaytarıyormuşsun gibi anlaşılıyor. Ve bir de partnerini yalnız bırakmamak için katlanıyorsun ağrılara.
O gece ağrıdan uyuyamıyor annem. Zar zor sabahı ediyor. Ama iş bitmiş değil. Babamlar bu sefer başka bir tarladalar. Ve annemin sabahtan ekmek vurması gerekiyor. Sabah namazını kıldıktan sonra başlıyor hamur yoğurmaya. Ama kolunu her kaldırdığında bağrına sanki bir ok saplandığını hissederek o hamuru tamamlıyor. Tabii ağrıdan gayriihtiyarî gözyaşlarına mani olamıyor. Sıra geliyor ekmeği tandırda pişirmeye... Onu yapmak çok daha zor. Tandırın başına oturacaksın ve sürekli eğilerek ekmeği o korun içerisine, tandırın cephesine yapıştıracaksın. Vücudun sürekli hareket etmesi gerekiyor. Annemin kollarının kalkmadığını düşünürsek ciddi bir eziyet. Cidden zor bir iş. Sürekli o dumanın içerisine durmak bile insanın kimyasını bozmaya yetiyor. Alışkın olmayanlar nefes almakta zorlanıyorlar bu ekmek vurulan yerlerde. Bizim Ağrı’da bu yerlere “kuba” derler, tandırın olduğu mutfak anlamında.
O da bir komşuna rica ediyor. Komşusu gelip yardım ediyor. Annem ona çok dua ediyor bu arada. Annem hamur açıyor, o da tandıra vuruyor. Böyle böyle birkaç saat içinde ekmek halloluyor.
Daha dinlenmek yok. Önce evin, ahırın, bahçenin vs işlerini hallediyor. Tabii bunların her biri bir-iki saatlik iş. Sonra yemek hazırlığı yapıyor. Akşam babam geldiğinde yemek hazır olmalı. Çünkü babamın ciddi bir yemek hassasiyeti var. Aslında yemek değil de zaman hassasiyeti demeliyim. Yemek seçtiğinden değil. Önüne ne koysan itiraz etmez. Ama illa tam vaktinde olacak.
Her neyse... Ama yemeği işten saymıyor annem. Mantızını yakıyor. Yemeğini üzerine koyuyor. Yemek pişerken o, diğer işlerini hallediyor.
Neticede ağrılarını dinlenerek değil, çalışarak unutuyor birkaç gün içerisinde. Ama ilk günler gün bol bol ağladığını ilave ediyor ağrılar yüzünden.
Bu hadiseyi anlattıktan sonra olayı getirip kendi düşüncesi etrafında toparlıyor ve bu şekilde sekiz çocuk büyüttüğünü ekliyor. Çok çocuk yetiştirmek için çok rahat düşkünü olmamak gerektiğini bir daha vurguluyor.
Kısaca böyle...
Her günün kendine has işleri var Ağrı’da. O gün, o iş bitti mi rahata kavuşamıyorsunuz. Sadece tarımla uğraşsanız bir nebze rahat edebilirsiniz ama bununla beraber hayvancılık da olunca daha çok yoruluyorsunuz.
Annem bu olayı anlattıktan sonra iç çekiyor ve “Şimdiki kadınlara bakıyorum...” diye ekliyor. Tabii ben sonrasını, onun yorumlarını eklemeyeceğim.
Bu olayı anlattıktan sonra bir olay daha anlattı ki benim burnumun direkleri sızladı. Bu biraz beni ilgilendirdiği için belki de. Ama onu vakit bulursam başka bir yazıda paylaşacağım inşaallah.
Selam ve dualarımla...
aksifikir.blogspot.com/
YORUMLAR
köyde kadınlar dur durak bilmeden çalışırlar sanki doğuştan arı gibiler hiç sızlanmadan..anneniz haklı bazı yönlerden şimdi çocuk bakımından köylerde bile azaldı Allah nasılsa rızkını verir diye düşünülürdü ancak zaman içinde işsizlik tarlalar yetmeyine başkada yapaak şey kalmadı. paylaşımınız için tşkler saygılarımla...
ikram
Yorumunuz ve alakanız için çok teşekkürler...