- 1090 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞANLAR ÇİFTLİĞİ -4
Birden Bora’nın yüzü aydınlanmış, pür dikkat kendini telsize vermişti. Bir yandan devamlı önündeki panelde duran aletlerle savaşıyordu. Sallana sallana, iyice alçaldığımız fark ettim. Motor artık iyice tekliyordu. Konuşmalar arasında bir Bodrum kelimesi geçtiğini duymuştum. Bu ara kara bulutlarda sıyrılmış, aşağıda tek tük ışıklar görmeğe başlamıştık. Elimdeki çantanın içindeki dosyalar, sanki beni kurtaracakmış gibi sımsıkı sarılmış, hiç kıpırdamadan öylece duruyordum…
<------>
Her şey yeğenler gittikten sonra başlamıştı. Pazartesi sabahı, Bora bey sapsarı bir yüzle kahvaltıya inmiş, ancak hiçbir şey yiyemeden, yine odasına dönmüştü. Çağrılan aile doktoru, öğleden sonra gelip, midesi için birkaç ilaç yazıp gitmişti.Ben çiftliği dolaşıp, aşıları ve kontrolleri yaptıktan sonra, biraz DOĞA ile oynamıştım. İnci’nin tayına verdiğimiz isimdi ve bu şeref bana verilmişt.
Daha sonra, odama döndüm. Bundan sonraki iki hafta boyunca Bora Bey, iyice rahatsızlanmıştı. Artık mide ilaçları da fayda etmez olmuştu. Yasemin ise, hafta aralarında da gelip, onunla bizzat ilgilenmeğe başlamıştı.
Ben de her gün hazırladığım çiftlik raporlarını odasına götürüyordum. Aramızda bir yakınlaşma başladığını hissediyordum. Çünkü iş konusu dışında da uzun sohbetler yapmaya başlamıştık. Bana bakışlarındaki samimiyet, sanki sevgiye dönüşmüştü. Bende onun yeşil gözlerine baktıkça heyecanlanıyordum, ama her ikimizde bir türlü bu platonik aşkın ötesine geçemiyorduk.
Yine koşuşturma içinde olduğumuz bir günde, hazırladığım raporları Bora beye götürmek için aceleyle giderken, Yasemin ile merdivenlerin başında çarpıştık ve çantası elinden yere düştü. Hemen eğilip, dökülenleri toplamasına yardımcı olmak istedim.
O da telaşla eğilip, gerek yok hallederim ben diye, dökülenleri telaşla toplamaya başladı. Çantadan düşen öteberi arasında, bir ilaç şişesi dikkatimi çekmişti. Bu halamın da evde kullandığı bir çeşit fare zehriydi. Yaseminin onu çantasında taşıyor olmasına şaşırmıştım.
- Ama bu çok tehlikeli bir ilaç değil mi Yasemin Hanım? Çantanızda neden taşıyorsunuz? Diye, Sormadan edemedim.
Yaseminin yüzü kireç gibi olmuştu. İlaç kutusunu aceleyle elimden alıp, yeniden çantaya tıkarken;
- Kaldığım odada böcek görmüştüm geçen geldiğimde. Onun için almıştım, ama eczacı yanlış ilaç vermiş, dedi. Ben de fark ettim, geri vereceğim.
- Tuhaf… Dedim. Böcek ilacı ile fare ilacı nasıl karıştırılırdı ki?
Yaseminin telaşlı hali ve beti benzinin atması, içime bir şüphedir düşmüştü. Bora beyin mide kramplarının, her gün kötüleşen durumunun, Yasemin taşıdığı bu fare zehriyle bir ilgisi olabilir miydi acaba? “Yok canım… Aklıma neler de getiriyorum” dedim kendi kendime. Ama Yasemini sıkı bir takibe almayı da kafama koymuştum.
İkinci haftanın sonunda, şüphelerim iyice artmıştı. Yasemin’in tedirgin halleri ile Makbule hanımın anlattıkların birleştirince bu şüphelerimi kanıtlayacak bir şeyler bulmaya karar vermiştim. O hafta sonu, Haldun, Nevzat beyle hangarlara, Yasemin de Bora bey’in yanına çıkmıştı. Bir süre sonra bende raporları vermek bahanesiyle yukarı çıktım.
Odaya girdiğimde, Bora bey ile Yasemin birlikte kahve içiyorlardı. Hazırladığım raporları vererek, ikinci tayımızın yakında geleceği müjdesini ilettim. Arkamdan Ayşe içeri gelip, fincanları topladı ve odadan çıktı. O an aklıma gelen fikir nedeniyle;
-Bir sütlü kahve iyi gelir, deyip, ben de hemen Ayşe’nin peşi sıra odadan çıktım. Kapıyı kapatırken Yasemin arkamdan, “Afiyet olsun’ ’diye seslendi.
Doğruca mutfağa gidip, Bora bey’in fincanını tezgâhın üzerinden, usulca alıp, bir naylon torbaya koydum ve çantamın içine attım. Belki de fincanın dibinde kalan telve, araştırılırsa, şüphelerim doğru çıkabilirdi. Fincanı valizime koyup, kapağı kilitledim.
Pazartesi sabah hepsi erkenden gitmişlerdi. Bora bey’in yanına çıkıp, Şehre halamı görmeye gitmek istediğimi söyledim. Bu arada rahatsızlığı ile ilgili bir kan tahlili yaptırmasının iyi olacağından bahsederek, kendisinden kan almayı ve şehre gitmişken bunu da halledip dönmeyi teklif ettim. Yeşil gözleriyle yüzüme tatlı tatlı bakarak;
-Sen nasıl istersen, demişti.
Çok şaşırmıştım buna. Çünkü bana ilk defa sen diye hitap ediyordu. Hemen odama koşup, ufak bir şırınga ve tüp alarak tekrar yanına çıktım ve kolundan, bir tüp kan aldım. Canının yandığını anlamıştım, ama hiç ses çıkarmamıştı. Hamdi Efendi ile birlikte, kahvaltıdan hemen sonra da, İzmir’e hareket ettik.
Ben Kordonda arabadan indim. Hamdi Efendi, akşam 9’da beni evden alacağını söyleyerek hal’e gitti. İlk iş olarak, doğruca laboratuara gidip kanı tahlile bıraktım. Ardından, hemen bir taksiye atlayıp halamın evinin yolunu tuttum. Halam, kapıyı açar açmaz, beni sıkıca kucakladı.
- ’’Ah! Deli kız… Benim pabucumu dama attın galiba!
Şakayla karışık bir sitemdi bu. Canım halam, seni görmeye geleceğim bugün deyince, bayağı hazırlık yapmıştı. Nefis çörek ve börekleri yerken, bir yandan da uzun sohbet edip gönlünü aldım. Daha sonra çiftlikle ilgili şüphelerimden biraz bahsedip, yardımına ihtiyacım olduğunu söyledim.
-Halacım, bırakacağım kahve fincanını, Ulvi amcaya versek de bir baktırırsa, dedim. Bakalım içinde bir şey var mı? Yıların emniyet mensubu, o usulünü iyi bilir… Ne dersin?
Emekli Baş Komiser Ulvi Bey, yıllardır en yakın komşusu ve dostu idi. Halam, merak etmememi ve konuyu uygun bir şekilde kendisine açacağını söyleyerek, beni rahatlatmıştı. O gece kalmam için tüm ısrarlarına rağmen, çiftliktekilerin dönmemi beklediklerini, Hamdi efendinin saat dokuzda gelip alacağını söyledim.
Tam kararlaştırdığımız gibi de Hamdi Efendi saat dokuzda geldi ve çiftliğe doğru yola koyulduk. Sanki kendi evime gidiyormuş gibi hissediyordum. Görevini evine getiren bir öğrenci gibi mutluydum.
***
Motorların uğultusu birden kesilmiş, yerini derin bir vınlama almıştı, artık planör gibi süzülüyorduk, yerde ki ışıklarda gitgide yaklaşıyordu. Gözlerimi kapadım duaya başladım. Bora tüm maharetini gösteriyordu, derken tekerleklerin sert bir şekilde yere vurduğunu hissettim, hemen gözlerimi açtım. Şimdi pistte hızla ilerliyorduk, içimi derin bir sevinç kapladı. Kurtulmuştuk…
<-------->
İzmir de eve döner dönmez hemen odam çıkıp, üstümü değiştirerek Makbule hanım’ın yanına koştum, Bora beyden haber almak istiyordum, ancak kimseyi bulamamıştım.
- Yoksa?
Aceleyle koşarak doğruca büyük eve gittim. Salona girdiğimde Bora beyle Makbule hanımı yemek masasında oturmuş sohbet ederlerken bulunca birden rahatladım. Makbule hanım, heyecanlı halime bakıp,
-‘Koştun mu Funda kızım, dedi. Al al olmuşsun… Yoksa çok mu acıktın? Diye şaka yollu takılınca, ben daha da kızardım.
- Hayır efendim, dedim. Biraz hızlı yürüdüm ondan herhalde.
Bora beyin sağlığı yerinde görünüyordu. Önüne konanları iştahla yediğini görünce çok sevindim ve acaba kuruntularım yersiz mi diye düşünmekten edemedim. Yemekten sonrası Makbule Hanım, kahveye kalmak istemediğini söyleyip salondan ayrılınca, Bora bey ile beraber biz kahve odasına geçtik. Çok sıcak bir atmosfer vardı. O oda sanki üç ay önce gördüğüm oda değildi.
Sıcak bir sohbetin ardından kahvelerimizin sonu geldiğinde, Bora bey;
-Yarın seninle birlikte bir uçak sefası yapalım istiyorum, dedi. Buralarda söyleyemediğim bir şeyi, sana havada söylemek istiyorum. Orda kendimi çok daha rahat hissederim.
Bunu duyar duymaz, kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Eğer bu düşündüğüm teklif olacaksa, ben o uçağa geceden binebilirdim. Titreyen elimden fincan birden düşüverdi. Bora benle beraber davranmış ve ellerimiz yerdeki fincanın sapında birleşmişti. O an bütün vücudumu elektrik dalgası sardı ve aşk bu olsa gerek dedim içimden.
Bir müddet öyle kaldık… Bora’ya bu kadar yakın olmak beni birazda korkutmuştu. Bora; “ Yarın öğle yemeğinden sonra uçarız” dediğinde, ancak kendime geldim. “Tamam dedim, iyi geceler” ve arkama bakmadan hızlı adımlarla daireme yürüdüm.
Ertesi sabah güne bir başka uyanmıştım, Çok mutlu, huzurlu ve heyecan doluydum. Kahvaltı güzel geçmişti. Herkesin neşesi yerindeydi. Bora bey’in gözleri ışıl ışıldı. Ben salona girdiğimde Makbule hanımla fısır fısır bir şeyler konuşuyorlarken, geldiğimi görünce susmuşlardı. Makbule hanımda bana bir tatlı tatlı bakmaya başlayınca, yeniden kızardım.
Öğlene kadar tüm kontrollerimi tamamlamıştım. Bu arada, gebe atımızın doğum zamanı çok yaklaşmıştı. Seyisine gerekli bilgileri aktararak başından ayrılmamasını tembihledim ve Nuri efendiye yemeğe gelemeyeceğimi bildirip, daireme geçtim. Öğleye doğru telefonum çaldı, Arayan halamdı.
- Fundacım nasılsın, Ulvi amcan da yanımda, dedi.
Tahlil raporlarını getirmiş ve maalesef fincanda zehir saptanmış. Laboratuardan tahlilleri de almışlar ve kanda da yine aynısından bulunmuş. Doktorlar zehrin azar azar verildiği konusunda hem fikirlermiş. Zaten çok miktarda verilse ani ölüm olurmuş… Az miktarlarda verildiğinde ise, kalp krizi şeklinde neticelenirmiş… Bütün bunları bir çırpıda anlatıp;
- Ben şimdi telefonu Ulvi amcana veriyorum kızım, dedi. Sana soracakları varmış.
Heyecandan zangır zangır titriyor, elimdeki telefonu zor tutuyordum. Ulvi amca;
- Funda kızım merhaba, dedi. Getirdiğin bu deliller çok ciddi, Emniyetteki arkadaşlar kimlerden şüphe ettiğini öğrenmek istiyorlar. Lütfen söyle de biran önce tedbir alalım. Ben raporları da sana fakslarım.
Durum çok ciddi bur boyuta girmiş, ne cevap vereceğimi bilememiştim.
-Ulvi bey amca, benim ki sadece bir varsayım, dedim. Kimsenin günahını almak istemem.
Ama ısrarı karşısında, aile hakkında bilgi vererek, şüphelerimi anlatmak zorunda kaldım ve faks numarasını verdim. Nezaketle teşekkür ederek telefonu kapattı. Saat iki civarında, Hamdi efendi beni almağa gelmişti. Birkaç kıyafeti üzerimde denemiş, sonunda spor giymekte karar kılmıştım. Spor pabuçlarımı giyip, elime de spor bir çanta alarak, giyinme faslını bitirdim.
Dışarı çıkmadan aşağı kata bir uğradım. Ortalıkta kimseler yoktu. Raporlasa çoktan faksa gelmişti. Tekrar yukarı çıkmaya üşenip, iki nüsha raporu hemen çantama koydum. Uygun bir zamanda durumu Bora’ya anlatmam şart olmuştu. Alana geldiğimde Bora uçakta hazır bekliyordu. Motorları hafif bir mırıltıyla çalışan CESNA, pistin üstünde muhteşem görünüyordu.
Hamdi Efendi beni uçağın yanına kadar getirdi. Heyecanla Bora’nın yanına bindim. Üstüne giydiği yeşil tişört gözlerinin rengini daha güzel gösteriyordu. İtina ile taranmış siyah saçları, güneşten parlıyordu. Ben galiba, gerçekten âşık olmuştum. Bora yüzünde tatlı bir gülümseme;
- Biliyor musun Dr. hanım? Dedi, sen bu uçağa binen ilk bayansın!
Ardından, kulaklıkları takmamı söyleyerek, emniyet kemerim eğilip kendi taktı O sırada yüzü yüzüme öyle yaklaşmıştı, nefesim kesildi adeta. Aynı heyecanın onu da sardığını hissediyordum. Tam öpeceğini düşünürken, usulca geri çekilerek "Artık hazırız," dedi. Hadi bakalım, Yukarda bizi ne güzellikler bekliyor görelim, deyip, CESNA’ ya kalkış pistine doğru hız verdi.
***
Uçak durduğunda, MİLAS-BODRUM havaalanı yazısını gördüm karşımdı. Öyle mutlu olmuştum ki, kendimi tutamayıp, heyecanla Bora’nın boynuna sarıldım. O da sıkı sıkı bana sarılmıştı. Kısa süre içinde başımızdan neler geçmişti. Uçağın arıza yapması yetmezmiş gibi birde fırtınaya yakalanmıştık. Ama çok şükür, yere çakılacağımızı düşünerek geçirdiğimiz o korku ve heyecan dolu anlar sona ermiş, çok şükür, salimen yere inmeyi başarmıştık.
<----->
Uçağı piste indirdikten sonra, Bora, teknik elemanlara bir şeyler anlatıp, bazı evraklar imzalamıştı. Havaalanı polisi de gelip bazı sorular sordu kendisine. Ben ise, tüm bunları bir kenarda sessizce izledim. Zaten tüm konu benim bilgim dışındaydı. Bora ile beraber bir taksiye binip, şehir merkezine doğru yola çıktığımızda, hiç soru sormadan, kendimi tamamen kaderime teslim etmiştim artık. Bora bir bir ara,
-Fulya, yarına kadar mecburen buradayız, dedi. Uçak kontrolden geçecek… Raporu alınca ne yapacağımıza karar veririz.
Taksi gelip, sahilde lüks bir otelin önünde durdu. Resepsiyona giderken heyecanım son safhadaydı. Yine de, sadece susuyordum. Bora tek kişilik iki ayrı oda isteyince rahatlamıştım. Bana dönüp;
- Şimdi odalarımıza çıkıp biraz istirahat edelim, bende birkaç telefon edeyim dedi. Sevecen bakıyordu yeşil gözleri, Sonra lobide buluşur akşam yemeği yeriz.
-Tamam… Dedim… Asansörden çıkınc,a kendi odalarımıza çekildik..
Oda küçüktü ama çok güzeldi. Önü açık denize bakıyordu ve sağ taraftan görünen Bodrum Kalesi, gecenin karanlığında, bütün ihtişamıyla parıldıyordu. Hemen ılık bir duş aldım ve kendimi yatağa bıraktım. Ertesi gün aynılarını giyeceğim için, kıyafetlerimi balkona asmıştım. Havalanırsa üzerine sinen korku teri az da olsa gider diye düşünüyordum.
Kafamı yastığa koyar koymaz uyuya kalmıştım. Telefonun sesi ile yerimden sıçradım. Nerde olduğumu anlayamamıştım bir an. Demek ki öylesine derin uyumuştum. Arayan Bora idi ve aşağıda beklediğini haber veriyordu.
Hemen giyinip son kez aynada kendime baktım ve çantamı kaptığım gibi odadan çıktım. Bora yine bütün yakışıklığı ile karşımda duruyordu. Yüzüne renk gelmiş, üzerine de beyaz bir tişört giymişti. Lobi de ki mağazadan almış olmalıydı. Elimi tutarak restoran bölümüne götürdü.
Pencere yanındaki bir masa, ortasına konmuş kocaman kırmızı güller ve masanın her iki başında yanan, üzeri cam fanuslu mumları ile diğerlerinden farklı görünüyordu. Hiç dinlenmemiş, bunlarımı organize etmişti demek?
Masaya oturur oturmaz, yanımıza gelen ciddi giyimli garson buzluktaki şampanyayı açtı ve bardaklarımıza doldurarak, hemen geri çekildi. Bora gözlerini gözlerimin içine dikmiş, dikkatle bana bakıyordu. Bu defa gözlerimi kaçırmadım.
Şampanyadan alınan, birer yudumdan ardından, arkamdaki keman sesini fark ettim. Başımı çevirip bakınca, İki metre kadar ilerimizde durmuş, hoş ve romantik bir parçayı çalmakta olan kemancıyı gördüm. Başını hafifçe eğerek bize selamladı. O sırada Bora yerinden kalkıp, cebinden küçük bir kutu çıkarttı ve yanıma gelip diz çöktü. Sanki film karelerinden bir sahne izliyordum. Dizlerimin bağı çözülmüş ve tir tir, titriyordum.
-Bu teklifi sana göklerde yapacaktım, dedi. Ancak gördüğün gibi şimdi yerdeyim.
Donmuştum sanki, öylece bakıyordum. O ise büyüleyici ses tonuyla devam etti.
-Sen benim için yine göklerdesin!
Küçük kutunun kapağını açıp, içindeki tektaş yüzüğü uzattı.
-Benimle evlenir misin?
Kemanın sesi sanki yükselmiş, bütün salon etrafımda dönmeğe başlamıştı… Kalbimin atışları hızlandığında başımı dik tutmakta zorlanıyordum, gözlerim kapandı. Sonra aniden uyandım. Revir gibi bir yerde yatıyordum. Bora başucumda duruyordu. Kendime geldiğimi görünce, hemen elimi tuttu.
- Teklifimi kabul ettiğin için ne kadar mutluyum bilemezsin dedi. Tüm ömrümü sana adayacağım, deyip, elimi öptü.
- Kabul etmiş miydim? Demek ki etmişim,
Zaten kalbim, beynim hep Evet…Evet, demişti. Ama bu yoğun heyecana daha fazla dayanamayıp, kendimden geçmiştim demek ki!
- Fulya yarın bu güzel belde de yıldırım nikâhı yapalım, dedi, Mutluluğumuzu burada, perçinleyelim ne dersin?
Sürprizler üst üste biniyordu adeta. Bu teklif karşında “Nasıl olur, bilmem ki’’ bir şeyler geveledim sadece. Hayaller içinde geçirdiğim o mutlu gecenin sabahında, kahvaltı ya oldukça geç indim. Tam yerime oturmuştum ki, Bora kapıda belirdi. Gözlerinin içi gülüyordu. Yanınıma geldi ve elindeki evrakları göstererek;
- Sevgilim nikâhımız, saat dörtte, dedi. Hadi, şimdi kahvaltı edip, sonra da alışverişe çıkalım.
Her şeyi ne kadar da çabuk halletmişti. Hayret etmekle birlikte, hayran kalmıştım. Alışverişimiz çok uzun sürmemişti. Karşı gelmeme rağmen, bana beyaz bir tayyör ve kendisine de siyah hafif bir takım elbise almıştı.
-Kusura bakma Fulyacım, burada bunlarla idare edelim… Asıl düğün dönüşte, diye, gülüp, avucundaki elimi sevgiyle sıktı.
Her şey sanki güzel bir rüya gibiydi. Öğlen yemekteyken, uçak raporu da gelmişti. Tespitlere göre, uçağın, yağ hortumu delinmişti ve motordaki basınç onun için düşmüştü. Polis “Sizi Allah kurtarmış” dedikten sonra, hortumun kasıtlı delinmiş olabileceğini ve bunun için soruşturma açılacağını söyledi. Nedense hiç şaşırmamıştım.
Nikâhtan önce giyinmek için odalarımıza çıkar çıkmaz, hemen halamı aradım. Ulvi amca tesadüfen yanındaydı. Başımızdan geçerleri, kısaca anlattım. Halam çok üzülmüştü.
“Ah!.. Ah!.. Geçmiş olsun bir tanem, dedi. Bir yandan da olanları Ulvi amcaya aktarıyordu.
Ulvi amca, hemen orayla temasa geçip raporları alacağını, zaten bu konuda ellerinde açılmış bir dosya olduğunu söyledi. Asıl haberi geriye saklamıştım ama nasıl vereceğimi düşünürken, halam;
- Güzel kızım oralarda kendine dikkat et, dedi. Ateşle barut yan yana durmaz, ona göre!
Güldürmüştü beni. Her halükarda, tedbiri elden bırakmak istemiyordu. Hemen onu rahatlatmak için, Bora bana evlenme teklif ettiğini, nikâhımız Bodrumda olacağını, ama düğünü orada yapacağımı söyledim. Halam şaşkınlıktan susmuştu. Ben devam ettim.
-Halacığım orda mısın? Dedim… Senin bu aileyi sevdiğini bildiğim için evet dedim.
Biraz sessizlikten sonra, iç çekişlerinden halamın ağladığını anlamıştım.
- Yoksa sana danışmadım diye kızmadın mı? Diye sordum telaşla. Halam;
-Yok, Fulyacım ondan değil dedi. Kutlarım seni, Hayırlı olsun… Ağlamam, bir faciadan kurtulduğunuza sevindiğimden mi? Evleneceğini duymanın mutluluğundan mı? Yoksa yanında olmadığın ve sana sarılamıyor olamamamdan mı? Bilemiyorum, deyip beni rahatlattı. Ulvi amcanın Tebriklerini de iletip, ertesi gün görüşmek üzere telefonu kapattık.
Çok sade geçen bir nikâhtan sonra, birbirimize sıkıca sarılarak, ayların hasretini çıkardık sanki. Akşam yemeğine oturduğumuzda artık, esas konuyu, Boraya açmam gerektiğini düşünüyordum ve öyle de yaptım. Çantamın içinden gelen faksları çıkararak, sakin bir şekilde, ona nasıl bir komplonun içinde olduğunu anlattım. Sözlerimi bitirene kadar dikkatle dinlemişti beni. Suratı asılmış, çok üzülmüş ve derinden sarsılmıştı.
- Fulyacım, her şey için teşekkür ederim. Böyle bir tuzağı asla beklemezdim, dedi. Hele ki, en yakın akrabalarımdan.
Bütün neşesi kaybolmuştu sanki. Bu haline bende içten üzülmüştüm.
- Sen olmasan ne olurdu bilmiyorum, dedi. Gönlümü çalmakla kalmadın, bir de hayatımı kurtardın demek! Yeşil gözleri bu kez minnet dolu bakıyordu. Benim ise, Üstümden büyük bir yük kalmış, rahatlamıştım.
Ertesi sabah bir araba kiralayıp erkenden İzmir’e doğru yola çıktık. Keyifli geçen yolculuğun ardından sonra nihayet çiftlik görünmüştü. Kapıda Halam, Ulvi amca, Makbule hanım, arkalarında Nuri efendi, Hamdi efendi, Ayşe, Nurten, aşçı Osman efendi, Seyis başı İlyas ve yanında yeni yavru bir tay ile beraber bizi bekler görünce, artık gözyaşlarımı tutamadım.
Onca stresin, heyecanın, mutluluğun acısı şimdi çıkıyordu. Kendi mi sıkıp duran ben, bir anda adeta, kendi gözyaşlarımda boğulmuştum. Kafamı kaldırdığımda baktım, herkesler ağlıyor. Ama bu sevinç gözyaşlarıydı çok şükür.
Herkesle tek tek kucaklaştık ve herkes çok sevinçli görünüyordu. Ulvi amca suçluların hepsinin tutuklandığını, uçak hortumunun da Haldun tarafından kesildiğinin ortaya çıktığını, kendi itirafları sonucu savcılığa teslim edildiklerini anlattı.
Bütün bunların üzerine, yeni tayımızın adını ‘’HAPPY’’ olarak koyan Makbule hanım yanıma gelip, bana sımsıkı sarıldı ve ”Artık bende senin annenim” diye kulağıma fısıldarken, Bora gelip, belime sarıldı ve bizi coşkuyla karşılayan kalabalığa dönerek,
- Hepinize bu candan karşılama için çok teşekkür ediyoruz. Ama öyle yorgunuz ki, dedi, müsaadeniz varsa biz biraz dinlenelim, olur mu?
Mutluluğum, doruk noktasına ulaşmıştı. Alkışlar eşliğinde, büyük evin merdivenlerini çıkıyorduk ki, birden durup arkama baktım. Sanki gökyüzünden , annem ve babam bize bakıp gülümsüyorlardı. Eminim onlar da şimdi, en az benim kadar mutluydu.
BİTTİ
* HAPPY - İgilizce de Mutlu demek
YORUMLAR
yeğenleri bu bölümün başında birazda olsa tanıtsanız iyi olmazmıydı birden bire yasemin çıktı dam düşergibi kim olduğunu sonuna doğru belirtilmiş haldun da kim yeğen belli ama gene belirtilmesi gerekiyordu bence ve final yine yeşil çam film kinede çeşke farklı olsaydı ama yinedegüzel hikaye
hem sana ve kuzenine kocaman sevgilerimi yolluyorum harikasınız finalde muhteşem ...
Billur T. Phelps
ama insanları uzun yazılar ekleyerek sıkmak da istemiyorum.
Hikayeyi beğendiğine sevindim. Bundan sonra yazacaklarım için iyi moral oluyor.
Sevgiler :)
Gülayşe DELEN
uzun olmasıda daha da doyuruu içinden geldiği gibi yaz canım okurum büyük zevkle sevgilerimle..
Sevgilli Billur, kaçırdığım yazılarını okudum. Bu son bölümdü. Biliyor musun, kurguları dengede tutma başarına hayranım. Eteğinde ne varsa ortaya saçıyor, sonra hiç birini kaybetmeden ve büyük bir itinayla geri topluyorsun. Bunu herkes yapamıyor.
Öykülerinin temposu yüksek. Nefes nefese okuyor insan. Kuzenin de sana çekmiş anlaşılan. Ya da düzenlemeyi sen yaptığın için, öykü sen kokuyor. Her ikinizi de kutluyorum.
Sevgiler.
Billur T. Phelps
Epey oldu gelemiyordum ben de. Bu gün öylesine bir girdim ve yorumunu gördüm. Çok teşekkür ederim. Senin yorumlarını seviyorum. Çünkü çok içten geldiğini biliyorum.
Sana bir konuda danışacaktım, mesajlara kapalısın
Nasıl yapsak ki dostum ?
Aynur Engindeniz
Buyur misafirim ol, çay ikram edeyim:)
Bu yazıyı kuzenim kaleme aldı. Düzenlemeleri bana ait sadece. Ama böylesine yetenekli olduğunu ben de bilmiyordum. Şimdi çok hevese geldi ve inşallah devam edecek..
Vakit ayırıp okuyan arkadaşlarıma teşekkürler.. :)
Billur T. Phelps tarafından 9/12/2011 5:42:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
canımsın...yazını takip ediyordum..sagol..mutlu sonla bitirmen..unutulan aşkı tekrar yeryüzünde yaşatman..ne kadar güzel...tebrikler...gül diyarının tüm açan gülleri gönlünde açsın ve hep gül.....yüregine.eline saglık
Billur T. Phelps
Teşekkürler canım.
Ben de gül diyarına selamlarımı gönderiyorum, portakal bahçelerinden.
:)
Billur T. Phelps
Mutlu sonlar hoşumuza gidiyor değil mi ?
Takip ettiğin için teşekkürler :)
Gerçekten kafayı toplayıp detaylandırmaları yapmak göründüğü kadar kolay değil, iyi biliyorum. Hele bu kadar geniş bir örgü arasında hikaye çıkarmak ve dağılmadan öz üzerinde ısrar etmek kimi zaman yazar için çok yorucu olabilir. Böyle bakınca çok uğraştığınız ve göz nuru döktüğünüze eminim. Gerçekten her üç bölümde keyifle okuttu ve nihayet sonu çok güzel, hatta "Happy" bitti ki hayatta her zaman bu kadar adil fırsatlar geçmiyor ele maalesef.
Yakın zamanda yeni bir öykü dizisiyle karşımıza çıkacaksınız diye bir ses var içimde:)))
Tebrikler, emeğinize ve gücünüze.
Billur T. Phelps
Öyle cesaretlendirici ve teşvik edici ki yorumların, herkes senin
gibi bir yorumcuyu sayfasında görmek ister.
Çok sevgiler :)