- 444 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Biz Şampiyonlarız!
“Kabul et, senin dönemin geçti artık.”
Bugünün geleceğini ikimiz de biliyorduk. Geldi de... Biz ise hazırlıksız yakalandık. Güne başladığımızda ne ben o cümleyi söyleyeceğimi, ne de o böyle bir şey duyacağını bekliyordu. Ama ben söyledim, o da duydu. Onun dönemi geçmişti.
Yüzüme baktı. Sonra başını eğip, hızla toparlanmaya başladı. Tişörtlerini, şortlarını çantasına tıkıştırdı. Aceleyle iki raket seçip koltuğunun altına aldı ve kapıya yöneldi. Eşiğe varınca arkasını dönmeden
“Kalanları aldırtırım.” dedi ve çıktı.
...
Artık onu görmüyordum. Yine de gazetelerde, televizyon haberlerinde adı geçiyor, sürekli gözümün önünde oluyordu. Netteki röportajlarında adı yanıp sönüyor (Bilgisayarımın ayarlarını hala değiştirmemiştim), birbiri ardına turnuvalardan elenmesi tartışma programlarında ele alınıyordu. Ben de pek saklamaya çalışmadığım bir merakla onun serüvenlerini takip etmeye çalışıyordum.
“Ramsey daha dördüncü turda İtalya Açık’a veda etti!” ya da “Artık Fransa Ramsey için güneşli bir ülke değil” veya “Wimbledon’ın veteran top toplayıcısı: Ramsey!”. Gazeteler, spor dergileri oturma odasında böyle başlıklarla birikiyordu. Hepsinin görüşü aynıydı: Elizabeth Kimberly Ramsey tenis kariyerinin sonuna gelmişti.
Elizabeth ya da benim onu çağırdığım ismiyle Thin Lizzie otuz iki yaşındaydı. Görünürde bir değişiklik olmamıştı ama fiziki formu en iyi zamanlarındaki gibi değildi. Bu da tenis zirvesinden aşağıya yuvarlanmak için yeterliydi. Bir önceki senenin Wimbledon finalini kaybetiğinde bunun sonun başlangıcı olduğunu hissetmiş ama ikimiz de dile getirememiştik. Bugün ise bu gerçek gazete manşetlerinden veriliyordu. Ünlü tenis yazarı Peter Bodo çok tartışılan bir yazı yazmıştı: “Neden Ramsey bırakmıyor?” İçeriği az çok tahmin edilebilen bu yazı şu sözlerle bitiyordu:
Sevdiğinizin can çekişmesi ne kadar da içinizi acıtıyor, değil mi? Kimsenin Elizabeth Ramsey’i acınacası durumlara düşürmeye hakkı yok; kendisinin bile. Ramsey! Bırak artık...
Ama Lizzie bırakmadı. Bir şampiyondan bırakmasını istemeyezsiniz. Onu en tepeye taşıyan hırs hala yaşlanmamıştır. Tökezlese, topallasa, yere kapansa bile şampiyonu ayak kalkıp dövüşmesi için zorlar. Lizzie de düştüğü yerden kalkmaya çalışıyordu.
...
Amerika Açık benim favori turnuvamdır. Öncelikle zamanlaması iyidir. Yazın sonu ama sonbahar değil. Şampiyon adayları turnuvaya istim üzerinde gelirler. Sezon başı sakatlıkları, formsuzlukları olmaz. Wimbledon’dan sonra sert zemin için çalışacakları çokça zamanları vardır. Korta çıktıklarında ise modern zamanların gladyatörleri olduklarını kanıtlarlar: Sonunda kadar döğüşürler.
Kalabalığa karışıp, Lizzie’nin maçlarını seyrediyordum. İlk iki turu zorlanmasına rağmen geçmişti. Her maçına “Bu sonuncusu olabilir” düşüncesiyle gidiyordum. Bu düşünceyi çok kişiyle paylaşıyor olmalıydım ki, tribünler en iyi zamanlarında bile olmadığı kadar kalabalıktı.
Üçüncü tur maçıydı. Rakibi seri başı, magazin basınında oldukça popüler olan Rus oyunculardan biriydi. Lizzie ilk seti almış ama ikinciyi direnemeden, 0-6 kaybetmişti. Üçüncü ve son sette ise işler yolunda gitmiyordu. Skor 1-3, Rus oyuncunun lehineydi. Lizzie maçı bırakmış gözüküyordu. Yapılmayacak hatalar yapıyor, topa rasgele vuruyor, sayıları karıştırıyordu. Bir an önce bitmesini ister gibi bir hali vardı. Sayı aralarında kalabalıktan protesto sesleri yükseliyor, ara ara “Hadi Elizabeth!” diye bağıranlar çıkıyordu. Lizzie ise başka bir alemdeydi. Bu oyunu da rakibi sıfıra karşı aldı: 1-4.
Bir dakikalık dinlenme süreleri için hakemin yanına oturdular. Nasıl oldu bilmiyorum, elim çantamda taşıdığım flütüme gitti. Maçın olduğu sabah Central Park’ta arkadaşlarla müzik pikniği yapmış, oradan da doğrudan oyunlara geldiğim için flütü yanımda taşımıştım. Aleti dudaklarıma götürdüm ve hiç düşünmeden notalar dökülmeye başladı. Müzik merkez kortunun sessizliğini okşarcasına bozdu. İlk bir kaç notadan sonra seyirciler arasından melodiyi tanıyanlar müziğe eşlik etmeye başladılar. On beş saniye saniye sonra bütün kort tek bir ağızdan parçayı söylüyordu:
We are the champions - my friends
And we’ll keep on fighting - till the end -
We are the champions -
We are the champions
No time for losers
‘Cause we are the champions - of the world -
Lizzie yerinden fırlamış, tribünlere dönüp flüt sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyordu. Sonunda beni farketti. Bir an göz göze geldik. Çalmaya devam ettim. O da şarkıyı mırıldanıyordu.
Ara bittiğinde başhakem sessizliğin sağlanması için birkaç kere anons yapmak zorunda kaldı. Görevlilerin benim bulunduğum sıraya doğru seyirttiklerini görünce çalmayı bıraktım, flütü çantama attım. Sonunda kalabalık yatıştı, sessizlik sağlandı. Lizzie yerine geçmiş, servis atmak için bekliyordu. Duruşu, bakışları değişmişti. Sanki geçmiş zamanın içinden çıkagelmişti. Topu sektirdi, sektirdi, sektirdi... Büyük bir zerafetle topu havaya fırlattı ve bu sezonun en parlak servis atışını yaptı.
Top filede kalmıştı...
YORUMLAR
Tenisi birlikte izlemiş olduk, güzel anlatımınızla...
Heri işi zamanında bırakmak gerek. Düşmeden , inişe geçmeden bırakılırsa başarı hep tadında kalır.
Güzel bir öykü okudum, tebrikler...Sevgiyle daima
Ama ben şampiyon olsaydım zirvedeyken bırakırdım...
İlhan Kemal
...efendim, en parlak atışıyla öyküde bizi gülümsetti...
:)
Siniri yıpratılmış bir tango yapmaktan vazgeçip bırakmalı Kimberly tenisi..
Hürmetler her daim
İlhan Kemal
Bırakmaya gelince. Bırakıp sıradanlaşmak belki de çok korkutucu geliyor. Ya da sizi siz yaptığını düşündüğünüz tek şeyi kenara itmek. Bilmiyorum, hiç şampiyon olmadım.
Saygılarımla.