KUŞÇU (2.BÖLÜM)
Genç kadın eve yaklaştığında saate baktı. Akşamın sekizi olmuştu.
“Annem beni çok merak etmiştir” diye düşündü.
Farkında olmadan adımları hızlandı. Bir müddet sonra tek katlı bahçeli evinin kapısı önündeydi.
Bahçe kapısından girip eve doğru baktığında, perdenin aralandığını hissetti. Kuşkuyla kapıya doğru yaklaştı.
Çantasında anahtarı araştırırken birden kapı açıldı.
Karşısında duran annesi endişe dolu gözlerle ona bakıyordu.
-Neredesin? Saatin kaç olduğunun farkında mısın?
Hiçbir zaman kırmadığı annesine, ani bir tepki vererek sert bir şekilde:
-Çocuk değilim anne otuz yaşına geldim diye cevap verdi.
Annesi böyle bir tepki beklemediği için bu defa şaşkınlıkla:
-Neyin var senin? Diye sordu.
Genç kadın annesine kaba davrandığını düşünerek ses tonunu alçalttı ve:
-Hiç… Sadece bir arkadaşıma uğradım o nedenle geciktim diyebildi.
Annesi ısrarla:
-Hayır, hayır farklı bir şey olmuş diye üsteledi.
Kadın tartışmak niyetinde değildi.
-Çok yorgunum, hemen odama gidip uyumak istiyorum diyerek geçiştirmeye çalıştı.
-Yemek yemeyecek misin?
-Arkadaşımda atıştırdım bir şeyler karnım tok benim.
-Anlaşılan bir şey anlatmak istemiyorsun. O halde yat dinlen istersen sonra konuşuruz.
Tam “Konuşacak bir şey yok” diyecekti ki, lafı fazla uzatmamak için “Tamam” dedi ve odasına çekildi.
Yatağına uzandığında karnının acıktığını hissetti. Aslında o gün hiçbir şey yememişti. Ama yemeye de niyeti yoktu.
Bir ara uykuya dalar gibi olduysa da, birden kuşçunun çakır gözleri gözünün önüne geldi.
Yattığı yerden doğruldu. Önce gülümsedi. Sonra “Neler oluyor bana” diye söylendi.
Yerinden kalktı.
Ah! Anneciğim dedi kendi kendine. Çok üzülmüştür şimdi.
-Zaten uyuyamayacağım anlaşılan. En iyisi yanına gideyim.
Annesi kızını çok iyi bildiği için onu görünce şaşırmadı.
-İçinde bir kurt var senin, bir şeyler olmuş ama nedense bana söylemiyorsun.
Genç kadın annesini kucaklayarak yanaklarından öptü.
-Anneciğim vallahi bir şey yok, olsa söylemez miyim? Ya da var da, yok gibi…
Annesi tatlı sert bakışıyla:
-Şuna bak hele, hem yemin ediyorsun. Hem de var da yok gibi diyorsun. Şimdi yatırırım seni dizime.
-Bak anneciğim! Sen onu bunu boş ver de. Eve bir muhabbet kuşu alalım mı? Ne dersin?
-Muhabbet kuşu mu? Oda nereden çıktı? Bir o eksikti. Benimle muhabbet etmek açmıyor seni galiba artık.
-Annelerin annesi, o ne demek öyle, senin muhabbetin kadar tatlı bir şey olabilir mi?
-O halde!
-Ben bu gün bir kuşçuya uğradım. Yüzlerce kuş vardı içerde, kapının önü ise bir çiçek bahçesi gibiydi. Sümbüller, menekşeler, orkide bile vardı. Cennette gibi hissettim kendimi.
-Bak hele!
-Harika bir muhabbet kuşu vardı dükkânda, eğer kuşçu satarsa onu almak istiyorum.
-Kuşçunun işi kuş satmak, sen alıcı olduktan sonra, ne diye satmasın ki?
-Özel bir kuş o, kuşçuda onu çok seviyor da ondan.
-Anladığım kadarıyla, kuşçuyla da muhabbeti epeyce ilerletmişsin sen.
-Yapma anneciğim, ne işim olur benim onunla. Hem lafı değişik yerlere getirerek muhabbet kuşu konusunu kaynatıyorsun.
-Düşünmem lazım, kim bakacak ona, sen her gün bırakıp gideceksin tabi... Temizliği, suyu, yemi ha babam, uğraş dur...
-Lütfen anneciğim, söz veriyorum, ben bakarım.
-Bakmakla bitmiyor ki, kim bilir ne kadar gevezedir? İşin yoksa akşama kadar saz dinle, kafa, beyin kalmasın.
-Yani!
-Ne desem bilmem ki?
-Evet de, ne olur, ne olur…
-Anlaşılan kurtuluş yok, hadi olsun, al bakalım.
Genç kadın izini koparınca, annesinin boynuna sarılarak onu öpücüklere boğdu.
-Dur deli kız! Ama seninle işimiz bitmedi halen, bu kuşçu meselesini de anlatacaksın bana.
-Kuşçu, Kuşçu mu? Hayatı çok seven birisi o, ya da çok sevmeye çalışan biri…
-Vay!
-Alay etme lütfen anne, gerçekten çok iyi birisi, ama sadece o kadar…
-Öyle olsun bakalım, pek inandırıcı değil ama…
-Şeker çok tatlı biliyor musun?
-Şeker de kim?
-Şeker alacağım muhabbet kuşunun ismi.
-Adını koymuşsun bile baksana.
-Ben koymadım adını, onun zaten bir adı varmış.
-Anladım, üçünüz iyi bir muhabbete dalmışsınız birlikte.
-Anne! Yapma!
-Tamam, tamam bir şey demedim. Mübarek olsun.
-Kıskandın mı yoksa? Benim tatlı annem.
-Hadi git oradan, ne diye kıskanacakmışım, Allah muhabbetinizi arttırsın.
-Hayat ne güzel, değil mi anneciğim!
- Sen iyice havalanmışsın.
- Neden öyle diyorsun?
- Ne bileyim? Hayat ne güzel falan…
-Şeker bunu çok güzel söylüyor.
-Neyi?
-“Hayat ne güzel” diye konuşuyor, üstelik ben öğrettim ona bu cümleyi.
-Vay! Sen kaç gündür gidiyorsun bakalım bu kuşçuya.
- Yemin ederim ilk defa bu gün gittim anneciğim.
-Yemin etmeye fena alıştın sen. Bu pek ilk defaya benzemiyor. Bu kadar kısa zamanda nasıl öğretirsin bu cümleyi Şeker hanımefendiye.
-Öğrendi işte, kuşçu da şaşırdı.
- Bak yeter artık! Kuşçu, kuşçu…
Neyse gelsin şu Şeker hanımda bir görelim şu kabiliyetini.
-Şekerin dişi olduğunu nereden çıkardın anneciğim.
-Herhalde erkek kuşa şeker adını verecek değilsiniz.
-Çok hoşsun. Kuş bu, olur tabi neden olmasın ki…
-Hadi bakalım bu kadar yeter, sabah işe gideceksin, şimdi yatma vakti.
-Genç kadın yine annesini yanaklarından öptü ve odasına giderken mırıldandı.
“Hayat ne güzel!” “Hayat ne güzel!” “Hayat ne güzel”
Anne ise: “Tövbe, tövbe” diye söylenerek kendi odasına çekildi.
Kuşçuya gelince: Gün içinde yaşadıkları nedeniyle o gece hiç uyuyamadı.
Bütün gece boyunca: Daha önceden bir yerde okuduğu, Bir insanın kaç hayat hikâyesi vardır ve yalan olan hangisidir? Sözü kafasına takıldı.
Yaklaşık elli yıllık hayatında bu güne kadar iyisiyle kötüsüyle yaşadıkları, çektiği acılar yalan mıydı? Acaba bundan sonra onu güzel bir hayat mı bekliyordu? Yoksa hayat yine yeni acılara mı gebeydi.
Ertesi sabah güneş dağların arasından sapsarı yükselip odasından içeri süzüldüğünde, sadece bir gök cismi olarak mı görevini yapacaktı? Yoksa aynı zamanda onu mutlu edecek bir ışık, yaşama sevincimi olacaktı?
Sabahın ilk ışıkları ile evden çıktı.
İskelenin yakınındaki fırından sıcak bir simitle biraz tulum peyniri aldı ve denizin kıyısında oturdu.
Tam bir iki lokma almıştı ki, bir martı sağanağı başladı.
Martılar sabahın sessizliğini yırtan çığlıkları ile maden bulmuş gibi kuşçuya doğru yöneldiler.
Kuşçu önce gülümsedi. Sonra onlarla konuşmaya başladı...
-Nasıl da bilirsiniz gideceğiniz kapıyı, nereden anladınız kuşçu olduğu mu?
Ardından elindeki tüm yiyeceğini parçalara ayırarak martılara atmaya başladı.
Son lokmayı da attıktan sonra nasip sizinmiş, bakalım bu gün benim nasibimde neler var diyerek iş yerine gitmek üzere vapura doğru ilerledi.
Sonra bir an arkasına bakıp sesleri azalan martıları izledi. Yosun kokusunu içine çekti.
Etrafına bakındı. Kimsenin olmadığından emin olunca bir cesaretle martılara doğru seslendi.
-Hey! Siz "Hayat ne güzel!" demeyi biliyor musunuz?
Nereden bileceksiniz ki? Siz ancak yemeyi bilirsiniz. Ama olsun ben sizi de yine de çok seviyorum.
Hem eminim, o olsaydı size bile "Hayat ne güzel!" dedirtirdi.
"Kuşlar ve çiçekler kadar deniz de benim olmazsa olmazım" diye düşündü.
Deniz kıyısında duygularının daha çok yoğunlaştığını hissetti. "Hadi bakalım hayırlısı" diyerek kıyının tadını çıkarmak istercesine yavaş adımlarla tekrar vapura doğru ilerlemeye devam etti.
Devam edecek MEHMET FİKRET
KUŞÇU (2.BÖLÜM) Yazısına Yorum Yap
"KUŞÇU (2.BÖLÜM)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
10 Eylül 2011 Cumartesi 00:19:54
Hey! Siz "Hayat ne güzel!" demeyi biliyor musunuz?
Nereden bileceksiniz ki? Siz ancak yemeyi bilirsiniz. Ama olsun ben sizi de yine de çok seviyorum.
Hem eminim, o olsaydı size bile "Hayat ne güzel!" dedirtirdi.
"Kuşlar ve çiçekler kadar deniz de benim olmazsa olmazım" diye düşündü.
Deniz kıyısında duygularının daha çok yoğunlaştığını hissetti. "Hadi bakalım hayırlısı" diyerek kıyının tadını çıkarmak istercesine yavaş adımlarla tekrar vapura doğru ilerlemeye devam etti
MEHMET BEY BEĞENİ İLE OKUDUM. AKICI DİL İLE YAZILMIŞ.DENİZİN VE KIYININ TADINI ÇIKARMIŞ SONUNDA KALEMİNİZ VAR OLSUN.TEBRİKLER.SAYGILARIMLA...