- 1239 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Dilek Tut Asmin
Sevgili Asmin için,
Bir kez daha örttü üstünü “Çabuk üşür” düşüncesiyle ve ellerini belinden aşağıya kaydırarak usulca dokundu bacaklarına. Gözlerine söz geçiremiyordu, yine kocaman bir cümlesizlik telaş olup süzüldü, kapladı dudaktan kurulu şehrinin yangın çıkışlarını. Sonra eğdi başını Sebahat ve hafiften yasladı kucağına kocasının. Parmaklarının üstünü kaplayan alelade siyah tüylere uzandı tırnakları, dokundu sanki uzun yıllardır atladığı bir ayrıntıya boğulur gibi tutkuyla. Ve küçük kitap, yatağın köşesindeki telaşa ayak uydurup yere uzanınca kapandı gözleri Sebahat’in. Bir süre silkindi ait olduğu bulanık gelecek hayallerinden, çok kısa bir süre, Cemal kıpırdanıp anlam kümesi oluşturmayan sesleri odaya yayana dek geçen bir süre. Sonra heyecanla doğruldu karısı ve bu defa sıkıca tuttu parmaklarını. “Nasılsın hayatım?” Gözlerinin içine, tam körpe yalnızlık döşeli çocuk odasına bakıyordu genç kadın. Adam bir avuç masal birikintisine toslamanın uyuşukluğundan kurtulmuş gibi sertti artık. Gözlerini bir an bile kaydırmadan sürdü Sebahat’in yüzüne. “Geldi mi Metin? Çağırsana onu” Sonra hızla başını sağ tarafa, pencereden yana çevirdi ve gözüne ilişmeye mecbur olan ilk nesneye, tekerlekli sandalyeye baktı. Üzüntü, pişmanlık gibi olumsuz bir sürükleniş yoktu gözlerinde. Sadece bakıyordu, belki ilk defa bir kabullenişti bu veya bir şeyleri sorgulamaktan vazgeçiş. Ama durgunluğunu muhafaza ederek, onu seyretmekten geri kalmayan karısına bir kez daha sesini ulaştırdı: “Metin ile konuşmak istiyorum” Çok uzun bir aradan sonra ilk defa karısına seslenirken cümle bitişlerinde sıfat kullanmıyordu. “Hayatım, tatlım, sevgilim, balım…” yoktu hiçbiri ve sesinin titremesine müsaade etmeden öfkesini belli ediyordu bu sayede. Sebahat kendi içerisinde o kusursuz fırtınayı başlatarak kalktı yerinden ve kapıya yöneldi.
Kapı ellerine muhtaç değilmiş gibi o dokunmadan açılmıştı. Metin çağrılmadan geldi. Sebahat’in aniden açılan kapıdan ürkmesi ve gözlerinin ucuna yerleştirdiği minicik tedirginlik kırıntılarını düşürmesiyle şaşkınlığa uğramıştı Metin. “Her şey yolunda mı? Ne var ne yok bakalım” Sessizdi oda. Başlangıç günlerinde olduğu gibi hüznün sarı yaprakları arasına tutuşturulmuş eski bir not vedasıyla derinleşiyordu mermer kaplı döşemeleri. Ayaklarını sürterek ilerledi Metin. Çocukluk arkadaşının yatağına kadar moralini bozmadan, onun gözlerinde karşılaşacağı perişanlık ifadesine karşı kendini hazır ve dayanıklı tutarak ilerledi. “Birader, nasılsın? Alucra, Çamoluk bugün hava Bulanık” Sonra gülücüklerinin son düğmesine kadar bastı ve omzuna ufaktan güven veren bir dokunuş bıraktı. Çocukluk arkadaşını uzun bir aradan sonra bu şekilde karşılamak başlı başına zor bir duyguydu, öte yandan ona yardımcı olabilmek bütün acısını alıp sonsuz bir tatmin duygusu bırakıyordu iç nefesine. En azından işin fiziksel kısmı hünerli ellerine emanetti. Geriye psikolojik adaptasyon kalıyordu, onun için de bir dosttan fazlası olabilmek gayreti dışında ne yapabilirdi? Avuçlarının sıcaklığını iletti omuzlarına ve sesini ufaltarak “Daha iyi olacaksın. Güven bana” dedi. Ancak o an Cemal’in içerisinde bulunduğu düzleme hitap etmiyordu sevecen tutumları ve pervanelere dönen koşuşturmacalı gülümsemeleri. Büyük yanılgı, başının altına kuş tüyü bir yastık bırakıp yüzlerce masal anlatmaktı. Cemal usulca oynattı ellerini ve tekerlekli sandalyesini işaret etti arkadaşına. “Benimkisi oldu. Senin dileğin zaten gerçekleşmişti. Ya o? Asmin? Nerde biliyor musun? Ne yapıyor?” Metin olduğu yerde donuklaşmıştı. Evvela ayaklarının takatsiz kaldığını hissetti, sonra da gözlerinde ufak bir bulanıklaşmayı kaypaklık olarak görecek kadar yüreksiz kaldı. Hatırından düşmüş kocaman bir hatırayı çabucak yuvarlamıştı Cemal. Çocukken cansız bilyelerin soğuk ve sahtekar geri dönme ihtimalleri gibi, uzak ara parsellemişti beynini Cemal’in sözleri. Sebahat yetişmese imdadına ve merakla “Kim o? Nedir gerçekleşenler? Bir şey anlamadım yahu” demese belki devrilecekti bakışları ama bu minicik uyarıcı bile derhal vazifesini anımsattı Doktora. “Bırak şimdi bunları. Ağrın var mı? Uyuyabiliyor musun geceleri?” diyerek sadece zamanı değil, mutsuzlukları da ertelemiş oldu. Sebahat anlamsız bakışlarını yaygınlaştırmaya devam etti, Cemal de başlamıştı alışmaya suskun, direnişsiz kalmalara. Metin odayı terk ederken bildiği tek bir şey vardı; Cemal’in kulaklarını geride bırakmıştı sadece, Sebahat’inkileri değil.
“Rica etsem anlatır mısın bana? Neydi sana sormak istediği?” Metin bir el işaretiyle asistanına odadan çıkması gerektiğini ima etmişti. Masasına yerleşti ve Sebahat’in tam karşısında, hiçbir şeyden vazgeçmemiş, inatçı haliyle beklemesine göğüs gerdi. Lafı değiştirebilmek için değilse de en azından düşüncelerine bir mola verebilmek gayesi içerisinde arkasında duran kahve makinesine uzandı. Yüzü duvara dönükken sesini çok daha iyi ayarlayabildiği için konuşmak, kahvenin fincan karşısındaki çaresizliğiyle örtüşünce, geri dönüşü olmayan bir yol gibi geliyordu zihnine. “Süt ister misin? İlave edeyim mi? Ben sek içiyorum, uykum olunca hep böyle.” Sonra yüzünü Sebahat’e döndü ve fincanı uzattı. Hala içinde bir vurdumduymazlık, her an kalkıp gidebilirlik ve kahrolası bir rahatlık vardı ya da sadece böyle görünmek için bir aktör kadar büyük gayret gösteriyordu. Sebahat fincanın sıcaklığını derisinin altına işledikten sonra daha kararlı biçimde baktı Doktora. “Onun için önemli olan her şey benim için çok daha önemli. Artık eskisinden daha çok hem de. Lütfen. Bilmek istiyorum. Beynini işgal eden her neyse… Geçiştirme beni, yalvarırım.” Metin o dakika içerisinde bir kere gözlerine baksa da sanki yüzlerce Sebahat görmüştü aynı anda. Bu bir tuzaktı, duygularının kesin bir zaferiydi ihtimam gösterdiği mantığına karşı. Korktu Metin. Kadının ondan her şeyi istemesinden korktu. Söz bir kalabalıktı, vücudumuzdan içeri girdikten sonra kuyruğa girebiliyordu yalnızca. Fincanı bir köşeye itti, dudaklarının konuşmaktan vazgeçip ona heves edemeyeceği kadar uzak bir köşeye bıraktı sıcak dostluğu ve sonra hafif öne eğilip irileşen gözleriyle gerçeği tam olarak karşılamasa bile, hafızalarda kaldığı kadarıyla geçmişi dile getirmenin müjdesini verdi: “Pekala, o halde sadece dinle ve sus.”
Biz küçüktük, kötü bir söz zırhımızı delip damarımıza işleyecek kadar… Biz yoksulduk sonra, makarnanın yanına ekmek dışında bir şey koyamayacak kadar soframızda… Biz neşeliydik ama, kutu kolalarla maç yapıp, milli formayı temsil edecek kadar… Biz kırılgandık, her “Olmaz” cümlesini yaşam sınırımıza uzun çitler döşeyecek kadar…
Havanın parçalı bulutlu olduğu bir gündü, belki herkes için sıradan ama bizim için olası bir düş perisinin pencere altımıza ilişeceğine inanmak istediğimiz bir zamandı. Sokakta ne yapıyorduk anımsamak zor. Muhtemelen topaç çeviriyorduk ya da bilye oynuyorduk. Birden koşarak Asmin geldi yanımıza. O evden dışarı pek çıkmazdı, sadece bizimle konuşmak istediği zaman ve bir de bulut vakitleri… İşte yine öyle bir bulut vaktiydi. “Koşun çocuklar. Yetişin! Bulut geçiyor.” Bu cümle bizleri meşgul olduğumuz oyundan alıkoymak için kafiydi. Heyecanla elimizde ne varsa bıraktık yere ve derhal takıldık Asmin’in peşine. İlk o gördüğü, görüp de haber eylediği için uzanacağımız yeri seçmek onun hakkıydı. O koştu çılgınca bizde durmasını bekledik. Yeşilin uçsuz bucaksız izlenimi verdiği bir yerde, ağaçların koyu gölgesinin şapka görevini üstlendiği, hafif nemli bir toprağın üzerine yatıverdi Asmin. Peşi sıra ben ve Cemal de. Dikkat kesildi gözlerimiz. Gerçekten bulutlar ufak adımlarla ilerliyor, hafif hafif kayıyordu. “Yaşasın” dedi kollarını havaya kaldırarak Cemal. Heyecan ve tutkuyla açılmıştı kalplerimiz. Gözlerinden birine ay sürmeden, geçiyordu üzerimizden kocaman bir bulut kümesi. Uçuk maviyi palto yaparak bembeyaz bedenine kapatıyordu gözlerimizi. Usulca ve sıraya girmeden… Aynı anda sımsıkı kapattık. “İşte geçiyor. Hissediyor musunuz çocuklar dokunduğunu?” dedi Asmin. Ben tam göğüs kafesimin üzerinde yumuşacık bir el hissetim, sonra çeneme yaramaz bir rüzgar kalıntısı yerleşti. “Evet. Yüzüme kadar geldi. Haydi tutun dileklerinizi.” Cemal topuklarını çimlerin üzerine defalarca vurdu ve “ Sen başla” dedi. Ben zaten hazırdım, günlerce beklediğim bu an için çoktan plan yapmıştım. Heyecanı sesimden yükseklere taşıyarak avazım çıktığı kadar bağırdım: “Doktor olmak istiyorum.” Sonra Cemal yere vurmayı kesti. “Ben de…” Bir nefes uzattı ve yaklaşık beş saniye düşünüyormuş gibi yaptı. “Bisiklet istiyorum. Yuppi!” Bu benim dileğime göre daha kısa zamanlı ve makul bir istek gibi gözükse de aslında en imkansızı istemişti. Ancak hurda haline gelmiş bir bisikleti alabilirdi babası. Ben ondan daha realisttim, en azından düşe kalka okuyarak bir meslek sahibi olabileceğimi ve nihayetinde çocuklarıma bana alınmayanları alabileceğimi düşlüyordum. O zaman bile aklımdan ilk geçen ev, araba değildi. Sadece kendi oğluma plastik bir ayakkabı ve tarhana çorbasından fazlasını verebilmekti kusursuzluğum.
Sonra sıra geçti ve açmadan gözlerimizi Asmin’i bekledik. Derin ve uysal bir sessizlik vardı. Susuyordu ama aslında konuşuyormuş gibi esrarlı bir hava dolanıyordu üzerimizde. Daha fazla dayanamamıştık, sordum. “Haydi Asmin. Dile artık ne dileyeceksen.” Yine sustu ve birkaç saniye sonra “Ben çoktan diledim ama söyleyemem” dedi. İtirazımız vardı buna. Cemal ile aynı anda fırladık yerimizden ve hiddetle “Ama mızıkçılık bu. Kabul olmaz sonra dileğin bak. Biz söyledik sen de mecbursun söylemeye” dedik defalarca. Israrla kafasını salladı Asmin “Olmaz. Ben kızım. Ve söylemek istemiyorum size” diye geri çevirdi kursağında bırakarak heveslerimizi. “Gerçek olmaz bak böyle yaparsan. Biz duymadık, bulutlar hiç duymaz ki…” Asmin gülümsedi, yaydı dudaklarını olanca gücüyle. “Duymuşturlar. Bağırmasak bile dinler onlar kalbimizi. Duymasalar ağlayabilir mi onlar hiç?”
Metin susup fincana uzattı ellerini ve daha ziyade anlatacak bir şey yokmuş gibi soğuttu gözlerini. Bunun üzerine “Peki ya sonra?” dedi Sebahat öyküye kaptırıp kendisini. Metin’in masasında bulduğu boş bir not kağıdını ufalıyordu avuçlarının arasında. “Ne kötü. Canım sevgilim benim. Aklına neler gelmiş. Tekerlekleri…” Genç kadın bir an ağlayacak olduysa da güçlükle tuttu kendisini ve eşine az rastlanır bir direnç göstererek devam etti, aksi halde Metin’i tekrar köşeye sıkıştırabilmesine imkan ve ihtimal yoktu. Yüzündeki kızarıklığı gizlemeye çalışmadan olduğu gibi kaldı ve “Görmedin mi Asmin’i hiç? O kadar zaman geçmiş. Nerde şu an? Neler yapıyor?” diye sordu. Metin kalktı yerinden ve zoraki bir tebessümle yaklaştı Sebahat’e, dokundu omzuna. “Gördüm ama sormaya cesaretim olmadı hiç.” Sebahat yüzündeki merakı acı bir tatla değiş tokuş ediyordu artık. “Söylemediği için gerçekleşmez diye mi?” Metin ellerini omzundan çekip uzun ve bakımlı tırnaklarına götürdü, aniden kavradı bileklerinden ve kaldırdı ayağa genç kadını. Sonra susarak ona eşlik etmesini ister gibi başını hafif eğerek pencereye yöneldi. Aydınlık bir hava vardı dışarıda. Bahardan kalma, güneşli ama halihazırda bulut ısırıkları yerleşebiliyordu bakışlarına. Sağ el işaret parmağını dayadı cama ve uzakları, çok uzak ve yüksekleri gösterdi genç kadına.
Küçücük bir mutluluktur hepsi. Bazen dudak arasına bırakılmış bir cümle, bir fısıltı ya da kısacık bir melodi dokunur kulaklarına. Bir andır, göz darbesi uzağında yaşanır soluk soluğa, sonra biter. Bir dahaki nefeste yetişemez ayaklarının hızına. Oysa geceyi kovalayan beklentidir umut. Varışsız yollara cömert, hiç küsmeden inadına tekrarlanan ama söylenmeye gurbet. Kah rüzgardan utanıp kah onunla sır tutup yaklaşılan bir yoldur hayali saklayan. Sonra biraz ürkek derken samimi bir dokunuştur sevgi. Bedeninden vazgeçip çoğalan düşüncelerin efkarlı demokrasi arayışıdır. Öylesine zamanı koklar sarmaş dolaş, kimliğini aramadan daha çok sarılır, daha çok çarpar yüreği. Kısa mesafeli bir titremedir, en güzel müziktir tek başına sahip olduğun enstrüman. O dinlerken... Asmin için… Kesinlikle en güzeldir.
Hiç senin olmamış dakikalardır kayıp giden ya da utana sıkıla bağışladığın gürültüsüz göz göze anların toplamıdır. Ellerini günahkar kılandır ayrılık, ona dokunmadığın zamanların bekçiliğini yaptığı toz yutmuş bir masa, örtüsüzlüğü suskunluk sayan. En büyük yalandır sözlerin, ona bakarak söylenmediği zaman. Evin, gittiğin yer değildir artık, bir nefes eksikken odanda. Çalınan bir yaşam mıdır? Yoksa çaldırdığın bir çocuğun zamanı mı? Gelecek her daim hayalperest bırakmaz ki bizleri... Bazen ölümdür. Şahit olamayacağın zamanlarınsa gelecek, kurtulan bir nefes olur sevgin. Oracıkta kalır. “Yarınımı bana verin” diyen bir haykırış varsa gözlerinde hala idam edilmemiştir adam. Daha büyük bir ceza var olduğu sürece de yaşar, devam eder bırakıldığı yerden hayata.
Sonra cama bulaştırdıkları buğuyu dirseğiyle sıvazlayarak sildi usulca ve ellerini geçirdi kadının boynuna. Sıkıca sarılıp çekti kendine vücudunu, öptü saçlarını acısını almak ister gibi yürekli davranmaya çalışarak. Sebahat’in içinde tuttuğu şey kocaman bir soru değildi artık. Metin biraz konuşmanın beyninde yarattığı boşluğa sığınarak iki eliyle kapattı genç kadının gözlerini ve bulutların tam karşısına çevirdi yüzlerini. “Bir dilek tut. Asmin… Sıra sende.”
YORUMLAR
Hiç müdahale etmeden kendime, okudum ve öylece aktı...Ellerinize sağlık, yüreğinize sağlık ,kaleminize sağlık...Yaşayın ve hep yazın siz...
Tebriklerim ve alkışlarım çokca size...
Umut Kaygısız
Böylece Asmin , Cemal ve Metinle tanışmış oldum.
Bazen dilkler tutulur kimisi olur kimi hayellerde kalır.
O kadar anlam ve duygu yüklü ki etkilenmemek mümkün değil.
Tebrik ediyorum, sevgilerimle...
Umut Kaygısız
Çok teşekkür ederim.
Umut Kaygısız (bir yoruma cevabından hatırlıyorum)
en ufak gözlem bile onda öykü kurguları yapabilmesini sağlıyorsa
Canomun eşsiz Asmin serisi roman yazdırabilir.
Aşk tesadüfleri sever filmini aklıma getirdi öykü
Süper bir paylaşımdı yine
Tebrik ederim
Umut Kaygısız
İlginize teşekkürler, mutlu oldum çok.
Bu yazıya beklendiğimi hissettim ...Geç geldim belki ama ancak açabildim bilgisayarımı....
Bir dilek tut Asmin....Asmin için ... Asmin'in seside değmez oldu sesime,telefonlarım sadece uzun uzun çalan bir sinyal sesinden ibaret...Dönüş yok çağrılarıma...
Sözünde durdun...Ne güzel bir yürek ki sende ki hiç tanımadığın Asmin için bu kadar güzel bir yazı kaleme almışsın..Teşekkür ediyorum...Asmin serili şiirlerimi yayınlamayacaktım artık ama bu yazının üzerine Asmin 3 ü ekleyeceğim...
Asmin bir koca yürektir...Asmin bir çiçektir uçurumlarda açan...O yüzden güzeldir,o yüzden zordur erişmek Asmine ,ondandır belki sessizliği...Uçurumdadır ya,zordur o şartlar....Zordur ama kuvvetlidir Asmin...Bilirim...Bütün dertlerin üstesinden gelecektir...
Bütün dualarımız Asmin'e....
Yüreğine sağlık Umut....Buruldum ama çok mutlu oldum...Şayet ulaşabilirsem Asmin'e okumasını isteyeceğim hiç tanımadığı yüreğin onun için kaleme aldıklarını...Çok mutlu olacaktır eminim....
Kocaman sevgilerimi yolluyorum.....
Umut Kaygısız
Beğendiyseniz kendimi mutlu sayarım. Netice itibariyle müsaadeniz alınarak yazılmış bir yazıydı, sahibi siz sayılırsınız.
Ayrıca her zaman olduğu gibi ilginize çok teşekkürler.
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Ama ben fenayım...hem de çok fena:)
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Ne çok dilekler tutulur bazen yürekte kalır bazen sımsıkı yumulmuş avuçlardan uçar gider. Bazen dilekler tutar bazen de ne yapılırsa yapılsın tutmaz. Ben öykünüzü yine çok beğenerek okudum. Özellikle cümlelere yüklediğiniz derin anlamlar gerçekten her türlü övgüye layık. Yaşamdan an görüntüleriydi. Kutlarım. Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Hayranım inanın kaleminizin yetisine sayın hocam.Yine mükemmel akıcılığıyla,, detaylara tekamül eden hassas, şiirsel ruh ve göz temasıyla yine okurunu ana konusuna mıhlayıp bambaşka dünyaların kapılarını ardına kadar açıp buyur ettiniz.
Teşekkür ederim .Metin, Cemal ve Asminle tanışmak güzeldi.Yetkin kaleminiz varolsun.
Selam ve en derin hürmetlerimle.