- 801 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞANLAR ÇİFTLİĞİ - 1
Motordan gelen homurtu gittikçe artmış ben de artık iyice korkmaya başlamıştım. Yan gözle Bora’ya baktım, çok sakin görünüyordu. ’’Allah’ım bu ufacık uçakta ne işim var’’ diye iç geçirdim. Ardından, İstanbul’daki yaşamım geldi gözlerimin önüne. Ailemle geçirdiğim o güzel ve mutlu günler…
<-------->
Kahrolası hastalığı, Erdek tatilimizden döner dönmez ortaya çıkmış ve anneciğimi, soğuk bir Şubat sabahı yitirmiştik. Onca tedaviye ve ilgiye rağmen, narin bedeni bu amansız hastalığa ancak sekiz ay dayanabilmiş, iri yeşil gözlerinin, anlamlı bakışlarını, yüreğime nakşederek sonsuza gitmişti.
Bildim bileli sessiz, sakin ve sabırlı bir kadındı annem. Babama karşı bir gün bile, yüksek sesle konuştuğuna şahit olmamıştım. Hep ismiyle, Feridun Bey diye hitap ederdi kendisine ve her sorulana da gülümseyerek cevap verirdi.
Annemden sonra bir kanadı kırık kalmış babam, uzun süre bocaladı. İzmir’den gelen halam, ilk bir ay bizle kalıp, yalnız bırakmamıştı. O gittikten sonra da kendini, tamamen bana adayıp, zamanın çoğunu alışveriş ve mutfakta geçirir olmuştu. Sabahları kalktığımda kahvaltım hep hazır olurdu. Sonra öperek, beni okula uğurlar, kendi de doğruca yine mutfağa koştururdu.
Belediye Bahçeler Müdürlüğünden emekli olduğunda, Üsküdar’da kiralık olarak tuttuğumuz bir eve geçmiştik. Bu bahçeli, küçük kâgir ev onu epeyi oyalar olmuştu. Daha sonra bir horoz, bir tavuk, bir kedi ve evde kafeste baktığımız bir kuş ve bir de kedimiz oldu.
Babam, artık günlerini ya mutfakta yemek yaparak, yâda bu hayvancıkların bakımını üstlenerek geçirir olmuştu. Nerdeyse, bana yapacak hiçbir iş bırakmıyordu. Yardım tekliflerimi “Aman kızım, hele sen şu okulunu bitir, veteriner diplomanı eline al, bir meslek sahibini ol da, gözüm arkada kalmasın’’ diye de nasihatlerle geçiştiriyordu.
Her gün evden ayrılmadan ilaçlarını unutmamasını sıkı sıkı tembih ediyordum, ama yine de aklımı onda kalıyordu. Böyle zamanlarda ”Keşke bir kardeşim olsaydı” diye düşünmekten kendimi alamıyordum.
Sömestr tatili gelmiş, arkasından ben üniversiteye devam etmeye başlamıştım. Son senem olduğu için nazari derslerin yanında, birde stajlar başladığından, bayağı zorlanır olmuştum. Ama o mücadeleli günlerim de bitmiş ve nihayet diplomamı elime almıştım.
Hiç unutmam o günü, dün gibi aklımda... Babam, evdeki işlerinin çokluğunu bahane ederek törene gelmemişti. Eve geldiğimde, en sevdiğim yemekler ile donatılmış masayı görünce, o işlerin ne olduğunu anlamış oldum. Salona (ki, hem oturma hem çalışma odamız olarak kullanıyorduk) balonlar asmış, “HOŞ GELDİN VETERİNER HANIM” diye bir de yazı koymuştu.
En büyük sürprizi ise, ağzına içki koymayan babamın, masanın ortasına yerleştirmiş olduğu şampanya şişesini görmem olmuştu. Öyle duygulanmıştım ki, daha fazla tutamadım kendimimi. Akıttığım gözyaşları, babacığımı da ağlatmıştı. Ama sonrası, gerçek bir şölen olmuştu her ikimiz için de.
Pikaba, annemin en sevdiği şarkının plağını koymuş, kadehlerimizi doldurarak, pikaptan yükselen ’ömrüm seni sevmekle nihayet bulacak’ nameleri eşliğinde yudumlamıştık şampanyalarımızı. O anlarda ikimizde, annemi düşünüyorduk. Sanki yanımızdaymış, sanki bu güzel anı, bizimle paylaşıyormuş gibi mutluyduk.
Bu mutluluğun iki ay sonra biteceğini nerden bilebilirdim ki?
O lanet Ekim günü, sanki felaketi sabahtan hissetmiş gibi, her yeri kara bulutlar kaplamış ve bütün gün gökyüzü ağlamış durmuştu. Yağmur yüzünden iş müracaatlarıma gidemeyip, evde kalmıştım. Belki de rabbim öyle istemişti kim bilir? Oyalanmak için mutfağa girerek pişirdiğim keki, babacığımla neşe içinde yiyerek, birlikte çok da güzel vakit geçirmiştik. O günün onu gördüğüm son gün olduğunu bilmeden!
Babam, o gece uykusunda, büyük özlemini çektiği anneciğime kavuşmuştu. Haberi duyan halam, yine hemen gelmiş ve beni yalnız bırakmamıştı. Kendi üzüntüsünü içine atarak, her şeyle ilgilemişti. İyi ki de gelmişti, zaten ben beceremezdim.
Her şeyi yoluna koyup, gitme zamanı geldiğinde de artık beni İstanbul’da bir başıma bırakamayacağını, birlikte İzmir’e gitmemiz gerektiğini söyledi. İlk önce bu fikre karşı çıkar gibi oldum. Ama sonra tekrar düşününce, ben de tek başıma yaşamımı sürdürmenin pek de kolay olmayacağını anlayarak, teklifini kabul ettim.
Toparlanmak çok zamanımızı almamıştı. Zaten kırık dökük üç beş eşyamız vardı. Onları da eskiciye satarak, sadece giyeceklerimi, kitaplarımı ve birkaç ufak hatıra eşyamızı da iki valizle sığdırmıştım. Babamın gözü gibi baktığı, çok özleyeceğimi bildiğim hayvancıklarımızı, yan komşumuz Hanife teyzeye verirken, gözlerimden akan yaşlara engel olamamıştım.
Her birinin tek tek, resmini çekip seve okşaya, vedalaştıktan sonra, evden bavullarımı alıp, kapıyı kapattım. Artık benim için hayatımda eski bir defter kapanmış ve yeni bir sayfa açılıyordu.
***
Halam yalnız yaşayan dul bir kadındı ancak, her işini kendi yapmağa alıştığı ve kimseden yardım istemeden yaşamayı başaran güçlü bir kadındı. Alsancak’taki evinde, eniştemden kalan maaş ile geçinerek yaşıyordu. Hiç çocuğu olmadığı için beni kendi kızı gibi severdi. Eve gidişim çok hoşuna gitmişti. Bu hem ona bir meşgale olmuş hem de yalnızlıktan kurtulmuştu.
Ben de İzmir’i çok sevmiştim. İlk bir iki hafta halam, nerdeyse beni her gün bir yerlere götürmüş ve yorulana kadar dolaşarak, etrafı gezdirip, göstermişti. Her şey çok güzel gidiyordu, ancak bundan sonra günlerimi böyle aylaklık ederek geçiremezdim. Babamdan kalan emekli maaşı çok yetersizdi.
Bir iş bulup, hem kendime hem de halama faydalı olmamın zamanı geldi diye düşününce, kendime uygun bir iş bulmak umuduyla, gazetelerdeki iş ilanlarını takibe başladım. İki hafta sonra, küçük bir ilan dikkatimi çekmişti. İzmir’e çok yakın bir çiftlikte, devamlı kalabilecek bir veteriner aranıyordu. Bunu söylediğimde, halam hemen itiraz ederek;
- Ben seni bilip bilmediğim yerlere katiyen göndermem kızım, dedi. Buralarda bir iş bul ki akşamları evine gel. Aklım sende kalmasın, değil mi ama?
-Halacığım bu benim mesleğim ve benim için iyi bir fırsat olacağını düşünüyorum. Hem bir denemekten ne çıkar ki, beğenmezsem bırakırım olur biter … Diye, ikna etmeye çalıştım.
Aramızda geçen uzun konuşmalar ve sıkı bir mücadeleden sonra, nihayet onu, önce beraber gidip görmek şartıyla razı edebildim. Telefonla aradığımda, bir gün sonraya randevu vermişlerdi. Heyecandan geceyi neredeyse uyumadan geçirdim. O sabah itinayla giyinip hazırlandım. Halamın da çoktan kalkıp, hazırlanmış olduğunu görmek gülümsetti beni.
Aralık ayında olmamıza rağmen, hava oldukça iyi sayılırdı. Nerdeyse, İki saatlik bir yol gidecektik. Bu yüzden halam evden çıkmadan önce, çantasına sandviç yapıp koymayı da ihmal etmemişti. Besmele çekerek evden ayrıldık. Otobüse bindiğimizde, DOĞANLAR ÇİFTLİGİNDE ineceğimizi bildirip yerlerimize geçtik. Canım halam, yol boyunca bıkmadan, nasihatlerini sıralayıp durdu. Bende her dediğine ‘’tamam Halacım’’ diye yanıt verdim.
Nihayet şoför, Doğanlar yolu burası deyip otobüsü durdurduğunda, bir telaş indik aşağıya. Otoban üstünde ıssız bir yerdi burası ve otobüs gittikten sonra, iki kadın bir dağın başında kalakalmıştık adeta. O an birdenbire büyük bir pişmanlık hissetim içimde. Kış günü, birde yaşlı bir kadını peşimden sürükleyerek bilmediğimiz bir yerde, getirmiştim.
Etrafa göz gezdirirken, yan taraftaki toprak yol başında, ‘’DOĞANLAR ÇİFTLİĞİ’’ diye ok işaretiyle gösterilen bir tabela vardı ama yakınlarda hiçbir yer görünmüyordu. Nihayet halam dayanamadı ve başladı söylenmeye.
-Ah! Be kızım bu nasıl bir yer böyle? Nereye geldik bir baksana! Bir de buralara kendi başına gelecektin, deyip, ekledi. “hadi kızım, hemen bir vasıta bulup binelim ve başımıza bir iş gelmeden gidelim evimize “
Bende pişmanlık içindeydim doğrusu. Aynen halam gibi düşünmeye başlamıştım ki, toprak yoldan tozutturarak, bir otomobilin geldiğini gördük. Lacivert Ford araba, gelip, tam yanımızda, yolun kenarında durdu ve içinden saçları beyazlamış, yaşlıca bir adam indi.
- Dr.Funda Hanım?
- Evet... Dedim… Dr. Sözü beni çok heyecanlandırmıştı. Adam saygıyla ceketini iliklerken,
- Kusura bakmayın efendim, biraz geciktim galiba, dedi. Aslında sizi bekliyor olmam gerekirdi,
Bu yaşlı beyin kibarlığı karşısında,
-lütfen üzülmeyin, dedim. Bizde daha şimdi indik otobüsten zaten.
Daha sonra çiftliğin şoförü olduğunu öğrendiğimiz yaşlı adam arabanın kapısını açtı ve biz de arka tarafa, geçip oturduk. Şoför, arabayı geri dödürüp yine toprak yoldan sürmeye başladığında sırtımızı memnuniyet içinde rahat koltuklara yasladık. Nerdeyse yol boyunca şoför, tek tük bilgi vererek, sürekli Makbule hanımdan bahsetmişti.
Telefonda konuştuğum hanım da oydu ve yeni mezun olduğumu söyleyince de hoşuna gitmişti. Nerdeyse bir saatlik bir yol almıştık, ancak, git, git yol bir türlü bitmiyordu. Halam sesini çıkarmıyordu, ama tedirgin olduğunu hissediyordum. Bu duruma benim de iyice canım sıkılmaya başlamıştı. içimden kendi kendime söyleniyordum. “Hey Allah’ım ya!.. Nerelere geldik böyle? Halam vallahi haklı çıkacak sonunda.”
Derken araba gelip büyükçe bir binanın önünde durdu.
-Buyurun hanımlar…
Bu binanın gerisinde, üç ayrı bina daha görünüyordu. Açılan kapıdan içeri girdiğimizde, oldukça büyük ve çitlerle çevrili bir arazinin ortasında bulduk kendimizi. Ancak etrafta hayvanların olduğuna dair hiçbir işaret görememiştim.
O sırada, üzerinde gri bir tayyör, yer yer ak düşmüş saçlarını topuz yapmış, çok alımlı bir hanım, bizi kapıda karşıladı. Ev sahibi Makbule hanım olmalıydı.
***
Devamı var:)
YORUMLAR
Billur hanım, yoğun geçen bir ayın ardınan siteye girebilince gözüm yazılarınızı aradı.
Öykülerinizi okumak bana keyif verdiği için,hemen başladım. Akıcı üslubunuz beni öykünün içine çekiyor.
Sabırsızlıkla diğer bölümleri de okuyup, yorumlamaya gayret edeceğim, selam ve sevgiler.
Billur T. Phelps
Tekrar yorumlarını gördüğüme memnun oldum.
Sevgiler :)
Hakikaten gıpta ediyorum sana. BUnca kurgu nasıl birikiyor sende. : )
Doğanlar çiftliğini takip edeceğim. : )
Tebrik ederim ... )
Billur T. Phelps
Yorumlarınız güç veriyor, moral veriyor.
Bir yazan için, kıymetli.
Sevgiler :)
Oleyy...Nur topu gibi bir öykü dizimiz oldu:)) Sevindim çünkü sürüklenmeyi seviyorum. Her okuduğumda bitmedi şükür diyerek yarını iple çeiyorum. Ve siz eldivenlerinizi giymişsiniz yine. Günlük hayatta nasıl biri oldugunuzu bilmeme imkan yok ama elinize kalem değince değişip içinizdeki süperman-batman-örümcek adamı çıkarttığınızı düşünüyorum:)) Ve hüzün, geçmiş, anılar kalbinizin ritmiyle birleşince inanılmaz yakışıyor size. Kimse dil uzatmasın, yine harika bir öykü işte. Tadını çıkaralım. Tebrikler
Billur T. Phelps
Böyle takibçilerim varken, o kalemi bırakırmıyım hiç elimden.
Çok teşekkürler güzel yorumların için.
Sevgiler :)