- 1376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Memo Tayyare
Bazen, şiirin ruha verdiği dinginliği kendinize çok görüyorsunuz...
Birkaç mısraın göz nuru katreleri gibi kar beyazı saflığındaki tertemiz sayfaların üstüne tane tane damlamalarının dimağa kattığı lezzeti, keza ruha verdiği huzur ve sükûnu ıskalayıp, edebî dünyanızdan uzaklaşıyor; siyâset dünyasındaki keşmekeşin câzibesine kapılıyorsunuz...
Bazen dar çevreniz, bazen yaşadığınız şehir veya ülke veyahut daha da büyük çapta bir sorumluluk hissine kapılarak dünyanın sorunlarına dair fikirler serdediyor; günlük hayatın içindeki herc-ü mercin de sizi tetiklemesiyle her konuda kendinizin de söz sâhibi olduğunuzu düşünüyor, kaleme ve kelâma hükmettiğiniz kanaatiyle siyâset ırmağının cezbedidici sularında akıp gidiyorsunuz...
Zaman zaman da kırıcı, incitici, aşağılayıcı, alaycı, küçümseyici kelimeler de sizin kaleminizden dökülüveriyor o tertemiz kar beyazı sayfalara...
Kim bilir!
Belki bilmeden, belki kapıldığınız yazma heyecanı nedeniyle farkında olmadan!..
Belki de bilerek, bizzat isteyerek ve kalemin gücünün hazzını yaşayarak!..
Lâkin değer mi?! Orası çok sârih değil, hatta meçhul!
***
Evvelsi gün gittim geldim ben...
Bir nefesçik hevâ, bir soluk alıp verme mesafesindeymiş ölüm...
Bazen kışın yaklaştığını haber vermek için dağ başlarına düşen karlar misâlî, haberli...
Bazen de saniyeler, saliseler içinde kapınızı çalan amansız alacaklı kılığında, habersiz...
Aslında hep yanı başınızdadır ölüm! Gördüm!..
***
Oysa...
Bir tarihte dalaştığım bir zatın internete düşen ses kaydıyla ilgili son açıklamaları, tam bir fırsat yaratmıştı bana; onu yazacaktım bugün...
"Memo" diyerek küçümseyecek, yöre ağzına uydurup “Mehé” diyerek alaya alacaktım...
Ne yalakalığını, ne yardakçılığını, ne teslimiyetçiliğini bırakacaktım...
“Gördün mü kimmiş kifâyetsiz muhteris?” diye ben ona soracaktım...
“Sen tayyare oldun, sen artık uçuşlardasın oğlum” diyerek sarakaya alacaktım...
***
Utandım kendimden... Nedâmet hissiyle doluyum...
***
Hiç ama hiç unutmadığım bir anekdottur.
Yıl 1968.
Kars’ ta “Kafkas Kartalı ” adlı filmi çekiyorlar...
Başrollerde Fikret Hakan ve Fatma Girik. Yardımcı rollerde, aklınıza gelebilecek birçok karakter oyuncusu var. Reha Yurdakul, Turgut Özatay, Yıldırım Gencer, Sami Hazinses benim aklımda kalanlar...
Mevsim ilkbahara doğru, karlar yavaş yavaş erimeye yüz tutmuş. Biz de okulu kırarak Kale’deki çekimleri izlemeye gidiyoruz...
Kale’nin Dereiçi’ne bakan yüzündeki bölümlerinde çekim devam ediyor. Bizler de çocuk aklımızla hayranlıkla ve merakla izliyoruz...
Bir ara Fikret Hakan bir ata binerek Karadağ tarafına doğru bir tur attı, geldi. Ardından da aynı ata Sami Hazinses merhum bindi. O da Karadağ yönüne koşturdu atı. At da rahvan olduğu için, binicisine de zevk veriyor. Rahmetlinin hoşuna gitmiş olmalı ki, o, iki tur attı. Geldiğinde biz çocuklar kendisini bir alkış tufanına tuttuk.
Gülümseyerek önümüze geldi rahmetli ve “Memo tayyare” dedi... Bir alkış tufanı daha...
Neden “Memo” onu bilmiyorum ama biz çocuklar, artistleri yakından görmeye, onlarla konuşmaya, onları alkışlamaya çok meraklı ve çok hevesliydik...
Hem “Büyüdüğünde ne olacaksın?” sorusuna yüzde doksanımız “artist” cevabı veriyorduk o yaşlarda...
Oysa kader, o cevabı veren bizlerin hemen hepsine hayat denilen filmde yüzlerce dramın başrol oyunculuğunu verdi...
Artistliğimiz de ondan mütevellit, ondan mürekkeptir!..
***
Oysa...
Evvelsi gün gittim geldim ben...
Bugün klavye başında bu anekdot aklıma geldi...
Hani nerede Memo, yani Sami Hazinses?
Ben de bir Memo değil miyim?
Sıra bizde işte, geldi çattı zaman...
Bugün olmasa da, yarın “Memo tayyare!”...
Memo’nun nesine gerek insanları incitmek?!
Üstelik zerre-i miskal çıkarı da yok...
Üstelik zerre-i miskal çıkar için tek bir Allah’ın kuluna eyvallahı da yok...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.