- 950 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SON DEVRİYE
-BİRİNCİ BÖLÜM-
Belediye Meydanının güneyinde faaliyet gösteren Çiftçiler Kıraathanesinin ön cephe sindeki cam önü masalardan birinde yirmiiki,yirmiüç yaşlarında gösteren,kısaya yakın orta boylu, temiz yüzlü,yeşil gözlü,kumral dalgalı saçlı,duğlas bıyıklı,üzerinde siyah-beyaz pötükare mevsimlik bir ceketle, gri bir pantolon bulunan sırım gibi bir genç oturuyordu.
Oldukça düşünceli gözüken bu genç,işletmeci tarafından önüne konulan koyu renkli çayı bir kaç kez koklayıp,içine batırdığı bir kesme şeker aracılığıyla sınadıktan sonra, tazeliğine karar vermiş olmalı ki, bardağa bir şeker daha atarak,gözleri kapıda tıkır tıkır karıştırmağa başladı.Şekerin tamamen erimesine karşın, farkında değilmiş gibi tempoyu daha da artırıyor,çevre masalarda oturan insanların bundan rahatsızlık duyabileceklerini aklının ucundan bile geçirmeden habire tıngırdatıyordu.
Aylardan Nisan,günlerden Salıydı.Dışarıda açık ve güneşli bir hava vardı.Tarım eko nomisinin egemen olduğu Yenişehir’de,salı günleri çok özeldi.Toplumun yüzde doksanının geçimini tarım ve hayvancılıktan sağladığı bu küçük ilce’de,her hafta Salı günleri koca Marmara bölgesinin güney kanadına hitabeden büyük bir halk pazarı kurulurdu.
Bu bağlamda,kent merkezindeki Belediye Meydanı,Cumhuriyet Caddesi ve İstiklal Caddesi gibi ana arterlerle,bunlarla kesişen ikincil sokaklar:Tekstil,cam ve seramik ürünlerine,
Tarihi kelem pazarı:Meyve,sebze ve tahıl ürünlerine,
Ulucami’yle İtfaiye binası arasında kalan boş alan:Su ürünleriyle kanatlı ürünlere,arka cephesindeki boş alan sütlü ürünlere,
Yenişehir Pasajıyla,Çınarlı(Voyvoda)Camii arasında kalan boş alansa:İnci-boncuk ve imitasyon takılarla,kozmetik,elişi,dikiş ve nakış ürünlerine tahsisliydi.
İlce merkezindeki otel,han,pansiyon ve benzeri konaklama tesislerinin hemen hemen tamamı,bir gün öncesinden rezerve edilir,Pazartesi akşamları geç saatlere kadar rezervasyonu kesinleşen bu yerler,at ve eşek gibi binitlerle,eski model kamyonlar,tenteli kamyonetler,açık kasalı pikaplar, traktörler,at ve öküz arabaları gibi ulaşım ve kargo araçlarıyla,Bilecik,Kütahya,Bursa,Balıkesir, Çanakkale gibi İllerle :İznik, Kestel ,Osmaneli,İnegöl,Gemlik,Orhangazi,Yalova,Karamürsel,Geyve, Gölcük ve Sapanca, Pamukova,Bozüyük ve Pazar yeri gibi İlce’lerden uzun konvoylar oluşturarak akın akın Yenişehir’e gelen çok sayıda pazarcı esnafı tarafından işgaledilir,açıkta kalanlarsa,geceyi tezgahlarının başında geçirmek zorunda kalırdı.
Salı sabahları patır patır kanat çırparak ötmeğe başlayan horoz sesleriyle yataklarından fırlayan kadınlı erkekli tüketiciler,allı morlu giysiler içinde koltuklarının altına kıstırdıkları torba,çul,çuval,zenbil,sepet,ve kıl heybelerle daha bilmem neleri varsa;pazar ellerinden kaçacakmışcasına erkenden kalkarak pazar yerine hücum eder,sabahın köründe henüz açılmamış bulunan tezgahların çevresinde kor donlar oluşturarark,irili ufaklı gruplar halinde güneşin doğuşuna değin anan aşağı,baban yukarı,bıkmadan,usanmadan vır vır söyleşir dururlardı.
Günün ilk ışıklarından yaklaşık iki saat kadar sonra yavaş yavaş açılmağa başlayan tezgahlardaki ürünler ikindi namazına kadar tamamen tüketilir,namazdan bir saat kadar sonra da,koşar adım Belediye meydanını tıklım tıklım dolduran halk,Cumhuriyet döneminin genç mimarlarının şaheserlerinden ilk sırada yer alan iki katlı ahşap Belediye binası,Cumhuriyet meydanındaki yedi katlı saat kulesi ve Osmanlı mimarisinin ilk örneklerinden olan çifte hamamlar gibi kültür varlıklarıyla;tam ortasında çevresi türlü mevsim çiçekleriyle bezenmiş küçük bir süs havuzu bulunan ve fırdolayı demir parmaklıklarla çevrili ünlü Belediye parkına ilaveten,meydanın iki yakasına serpiştirilmiş hediyelik eşya ağırlıklı işyerlerinin pırıltılı vitrinlerinden oluşan konseptte,otantik giysiler içindeki körpecik Türkmen,Yörük,Boşnak,Arnavut,Çerkez ve Çingene kızlarıyla,ayni kastlara mensup genç erkeklerden oluşan folklör ekiplerince;Belediye Bandosu ve Çingene saz ekipleri eşliğinde sergilenen folklorik gösterilerle,benzeri müzikal şölenlerde yorgunluk atardı.
Belediye meydanındaki şölenlerin ardından,alışveriş sırasında meydana gelen bazı tatsız olaylarda tekme-tokat dövüşmek zorunda kalan gruplarda rol alan erkekler,aracılar vasıtasıyla biribirlerini helvacı dükkanlarıyla,içkili veya içkisiz aş evlerine davet ederler,özellikle içkili yerlerde buluşan taraf lar hep birlikte yer içer,kafaları küfelik!olana dek tütsüledikten sonra,bir kez daha dövüşüp ağız tadıyla, önce ortalığı savaş alanına çevirir,ardından ikinci kez barışarak,bir sonraki hafta buluşmak dileğiyle,şen şakrak evlerinin köylerinin yolunu tutarlardı güle oynaya.
Uzun bir süredir Çiftçiler kıraathanesinin ön cephesindeki cam dibi masalardan birin den meydandaki nüfus sirkülasyonunu izleyen duğlas bıyıklı genç,1964 yılının mart ayında ordudan terhis olmuş,aradan bir ay geçmesine karşın henüz uygun bir iş bulamamıştı.Zaman zaman ellibeş kilometre mesafedeki Bursa’ya gidip iş aramayı planladığı olmuyor değildi ama,askerlik nedeniyle zorunlu olarak ayrıldığı ve yalnızca askeri alanlarla sınırlı kalan İzmir ve Çorlu deneyimi dışında, onbin nüfuslu bu Anadolu kasabasından burnunu bile çıkarmadığı gibi,salt basın ve yayın organ larının aktarımlarından ve biraz da ders kitaplarından tanıma olanağı bulduğu büyük kentlerdeki nüfus yoğunluğu,ulaşım,iletişim ve güvenlik gibi etmenler onun için her zaman ürkütücü olmuştu.
Askere alındığı 1962 yılının Mart ayından önce, başarısızlıkla sonuçlanan bir simitçi fırını girişiminden sonra hiç bir işte çalışmamıştı.Babadan kalma arazilerin kullanım hakkının kiralama yoluyla üçüncü kişilerde bulunması nedeniyle,kendi arazilerini işletme olanağından da mahrum kalmıştı.Ortaokul mezunuydu.Çok istemesine karşın,Yenişehir’de lise bulunmaması sebebiyle eğitimini devam ettirememişti ama,bu eksiklik yaşadığı çevrede”okumuş”olarak ünlenmesine engel oluşturmamıştı.
Mektup,dilekçe,Askerlik,Tapu,Nüfus dairesi,Polis,Savcılık,Mahkeme celp ve çağrı işlemlerinde sorun yaşayıp da,yoksunluk yada yoksulluk nedeniyle Avukat veya Dava Takipçilerine gideme yen ne kadar gariban varsa,sabah akşam okumuş aşağı,okumuş yukarı kapısını aşındır,işsiz olmasına karşın hiç yüksünmeden koşturur dururdu gün boyu.Vakitli vakitsiz karşısında el bağlayıp boyun büken insanların sorunlarını karşılık gözetmeksizin ve en kısa yoldan çözüme kavuşturabil mek, daha önce dertlerini paylaştığı bu insanların karşısına oturup,onların mutluklarını,sevinç ve coş kularını seyretmek müthiş gönendirirdi onu.
Cumhuriyetin ilanını müteakip,Atatürk önderliğindeki devrimci kadroların pozitif bilimlere alt yapı oluşturmak ereğiyle hayata geçirdikleri kurumlardan belkide en önemlisi olan Köy Enstitüleri,1950 yılında meydana gelen iktidar değişikliğiyle(komünist kadrolar yetiştirildiği) gerekçesiyle rafa kaldırılmış,bu bağlamda değerlendirilen ve okuma yazma oranının yüzde onların bile altında seyrettiği bir toplumun aydınlık yarınlara hazırlanması konusunda lokomotif görev ve işlev üstlenen Halk Evleriyle benzeri eğitim ve kültür yuvaları tek tek kapatılarak,sayıları yaklaşık onbinlerle ifade edilebilen çok sayıda yurttaş,cehalet karanlığını aralayıp aydınlığa kavuşma olanağından yoksun bırakılmıştı.
Mevcut iktidar,kendisinden önceki iktidarlar tarafından başarıyla hayata geçirilen demir yolu politikası dışında,yüzü batıya dönük ne kadar icraat varsa tümünü rafa kaldırmış,genç Cumhuri yet’in kuruluşundan bu yana,çağdaş medeniyet yolunda inşa edilen bütün kazanımları fütursuzca tahrip etmişti.Anayasayla güvence altına alınmış bulunan Devletin Demokratik ve laik kimliği uluorta sorgulanmağa başlanmış,Devrim Yasalarıyla kapatılan Tekke ve Zaviyelerle,Kur’an kursları ve benzeri oluşumların sil baştan ihyası faaliyetlerine,birde İmam Hatip Okullarının eklenmesi ve Ordunun Yedesubaylarla yönetilmesi gibi aykırı politikaların tartışmaya açilması,bardağı taşıran son damlayı oluşturmuş,1959 ve 1960 yıllarında meydanları dolduran halk destekli Üniversite öğrencileriyle,öğretim üyeleri tarafından düzenlenen açık ve kapalı alan toplantılarıyla, protesto gösterilerinin Hükumet tarafından sert bir biçimde bastırılması sonucu,demokratik olmayan yöntemlerle bile olsa,uzun süre belleklerden silinmeyecek kanlı bir müdahaleyle güç bela normale dönülebilmiş,süreç içinde Yenişehir ve benzeri yüzlerce İlce’ye lise götürülmemesi sonucu,sayıları yüzbinlerle ifade edilen bir yığın yoksul genç,Ortaokuldan sonra eğitimlerini sürdürme ve toplumun aydınlık yarınlara hazırlanmasında aktif rol üstlenme mutluluğundan maalesef alıkonulmuş,dolayısıyla da günlerdir kapı kapı dolaşıp iş arayan duğlas bıyıklı genç de bundan nasibini almıştı.
Koca Yenişehir’de bir yağ atölyesi ve iki un değirmeni dışında hiçbir sınai tesis bu lunmuyordu.Günlük vasıfsız tarım işçiliği,garsonluk ve benzeri ayak işleriyse onun yapabileceği işlerden hiç değildi.
Tanrı vergisi harika bir sesi ve olağanüstü bir gırtlağa sahip olmasına karşın,içinde yaşadığı dar çevrede şarkıcılığın hafif meşrep insanlara özgü uğraşlardan olduğu yönünde bir ön yargı bulunduğundan,bu yeteneğini kullanması da mümkün olmamış,bu yüzden ülkenin her köşesinde çığ gibi büyüyen işsizler ordusuna bir nefer daha katılmıştı.
Yüzü avuçlarının içinde kara kara düşünmeğe başladığı bir anda, kurtuluşu Çiftçiler Kıraathanesinin ardına kadar açılan kapısından sallana sallana içeri giren ince uzun boylu, karayağız bir gençin burnunun dibine kadar sokularak,yarı şaka yarı ciddi:
“Ne o Nejat kardeş,Kara Denizde gemilerinmi battı ha!..Bu ne dalgınlık böyle kardeşim?”diye bağırarak tepesine dikilen çocukluk arkadaşı İsmail Karaçakır’ın gülümseyen gözleriyle karşılaşmasında bulacağını hayal bile etmeden acil acul fırladı oturduğu yerden:
“0oo!..Gelsene İsmail,nerelerdesin yahu?Özlettin valla…“diyerek boş sandalyelerden birine uzanıp sürdü altına:“Geç bakalım şöyle, geç,buyur...“
“Zahmet etme arkadaşım,ben alırdım yahu!”diyerek altına sürülen sandalyeye oturdu İsmail.
Kısa bir süre arkadaşının dinlenip,soluklanmasını bekleyen Nejat,kendi altınada bir sandalye çektikten sonra karşılıklı hal-hatır sormağa başladılar:
“E-e,nasılsın İsmail?”
“Nasıl olalım be Nejat? İyiyim diyelimde, iyi olalım bari.Tanrı beterinden saklasın. İyiyiz işte.“Konuşurken otuz iki dişinin tamamını gösteren kinaye bir gülümseme oturmuştu yüzüne.
“Ya sen?..Sen nasılsın bakalım?”
“Eh işte,çat pat idare etmeğe çabalıyoruz.Çay, kahve,ne alırsın?..”
“Bir çayını alalım bakalım,demli olsun.”
Nejat’ın işaretiyle koşturarak yanlarına gelen kahveci elindeki çay tepsisini sağa sola sallayarak sordu:
“Emriniz beyzadeler?”
“Bize iki çay daha usta,“diyerek masadaki yarım çayı işaret etti Necat.“Benimki biraz soğumuş da,demli olsun lütfen.”
“Hay haay!“
Siparişi alan Kahveci,Nejat’ ın buz kesen çayını elindeki tepsiye yerleştirirken alışık bir devinimle başını ocak yönüne çevirdi:
“Çek iki çaay,demli olsun!”
Kahvecinin ayrılmasıyla bacak bacak üstüne atarak arkasına yaslanan İsmail,sipariş nedeniyle kesintiye uğrayan esenleşmeyi sürdürdü:
“Ee?Ne var ne yok bakalım,Nejat?..“
“Ne olsun be İsmail,görüyorsun işte;boş gezenin boş kalfası gibi pinekleyip duruyoruz kahve köşelerinde.”
“İş-miş falan?”
“Ne gezeer, kim kaybetmiş de biz bulalım.Kolaymı bu zamanda iş bulmak?”
“Kolay kolaay!”diyerek muzip muzip gülümsedi İsmail.
“Nasıl kolay?”
“Biz kolay dedikse,bir bildiğimiz var demektir oğlum!”
“Ee,ne duruyorsun ozaman?Varsa bir bildiğin,söyle bizde öğrenelim İsmail. ”
“Bak şimdi,”diyerek,çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi ;masanın tam ortasına dayadığı kocaman ellerine bütün ağırlığıyla abanıp,Nejat’a biraz daha yaklaştı İsmail.Gözleri arkadaşının gözlerinde,tatlı sert çıkışmaya başladı:“Benimle maytapmı geçiyorsun sen lan?
“Yoo,ne maytabından söz ediyorsun sen yav?“
“Tanrı aşkına Necat,söylermisin bana kuzum,o kapı gibi diplomayı sana ne diye ver diler?”
“Diplomayı mı?”
“Hee! Diplomayı.”
“N’olmuş diplomaya?”
“Elinin körü olmuş!”
“İsmail!..Sen benimle böyle konuşmazdın kardeşim..Ne demeye getiriyorsun?”
“Hayret bir şeysin valla yaa!..”diyerek kaşlarını çattı İsmail.Nejat’ın vurdum duymaz davranışlarına iyiden iyiye bozulmuş görünüyordu:”Adamın kapı gibi diploması var ama,daha ne işe yaradığından bile haberi yok... ”
“O diplomadan herkeste var İsmail..”
“Allah Allaah!“dedi İsmail.“Kimde var lan hıyar!..Kimde var o diplomadan ha?.. Kaldır şu koca kafanı da Hükumet Konağına doğru bir bak bakalım ne göreceksin.İlce’nin koskoca Mal Müdürü,Tahrirat katibi,Tapu Müdürü,şu,bu…Hangisinde var lan senin diplomandan?”
Sonunda dank etmişti Nejat’ın kafası:
“Doğru lan!..”diye bağırdı heyecanlı heyecanlı,kendisindeki değişikliği farkeden ve hala kızgınmış gibi görünmeğe çabalayan İsmail’in çakır gözlerinin içine bakarak: ”Hangisinde var?..”
“Nihayet anladın,”diye bağırarark sandalyesinin arkalığına yaslandı İsmail. “Kıronun Allahı lan bu adamlar.Senin eline su bile dökemezler Dinime,imanıma!..“
Yeni Mahalle Yarımağa sokakta oturan yerleşik Yörüklerden dört çocuklu Karaçakır ailesinin ortanca çocuğuydu İsmail.
İnce uzun boylu,güleç yüzlü, herkesle iyi geçinmeyi prensip edinen,haksızlığa asla tahammül edemeyen, mert, cesur,güvenilir ve düzgün karakterli biriydi.Osmanağa sokaktan Rustumlular ailesinin büyük kızına sevdalanmış,çok istemesine karşın, sert bir aile reisi olan babasının karşı çıkması sonucu sevdiğiyle evlenemeyip,sevdasını yüreğine gömmek zorunda kalmıştı.İlkokulu Yenişehir’de okumuş,çiftçilik yapan ailesinin ısrarı üzerine ilkokul diplomasını alır almaz eğitimini sonlamıştı.
Gündüzleri tarla ve ev arasında geçen monoton bir yaşantısı vardı.Bu tarz bir hayatı renklendiren tek tesellisi,her akşam yemek saatlerinden sonra buluşarak mahalle mahalle,sokak sokak dolaşarak dertleştikleri,sorunlarını,duygularını,düşüncelerini ve kimseye açıklayamadıkları sırlarını paylaştıkları Nejat gibi bir arkadaşı olmasıydı.
“Devlete mi başvurayım yani?“
“Yanisimi kaldı lan bu işin?Tabii ki devlete başvuracaksın enayi!Yap başvurunu,yak çubuğunu bak keyfine kardeşim;bu kadar basit…“
“Basitmi?..“
“Basit ya,ne sandındı?“
İsmail’in gözlerinin içine baka baka sordu Nejat:
“Gerçekten alırlarmı dersin?“
“Bu kadarı da fazla ama haa!..“Başından beri Nejat’ın takındığı vurdum duymaz tavıra sinirlenmiş gözüküyordu İsmail:“Lan oğlum,aç gözlerini aaç!..Almak da ne kelime kardeşim,paşa paşa hemi de koşa koşa,anladınmı?Koşa koşa…Üstüne üstlük, Hükumet konağının cümle kapısından kaparlar adamı ki,neye uğradığını anlayamazsın Dinim hakkı için.Bedeli de,sadece büyük boy bir kağıtla,üç kuruşluk bir tükenmez kalem…“
“Tükenmez kalem ha?“
Alaylı bir biçimde tepkiledi İsmail:
“Tükenmez kalem yaa!..“
Giderek aklı daha bir yatmağa başlamıştı bu öneriye Nejat’ın:
“Bekle burada İsmail,ben gelinceye kadar sakın bir yere ayrılma.“diyerek ok gibi fırladı dışarı.Henüz kararını vermiş değildi ama, yaşam devam ediyordu sonuçta ve insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için,mutlak surette bir baltaya sap olup,nafakayı doğrultmaları gerekiyordu bu devirde. Ardından da,kazandıkları paralarla öncelikli olarak kendi temel ihtiyaçlarını karşılamaları,daha sonra da bakmakla yükümlü bulundukları anne,baba ve çalışamayacak durumda olan diğer aile bireyleri ne karşı olan sorumluluklarını eksiksiz bir biçimde yerine getirmeleri olmazsa olmaz bir ön koşuldu sosyal yaşamda.
Sonunda,“Kaybedecek neyim varki, alt tarafı bir kağıtla bir kalem,“ diye söylene söy lene,hırsla attı kendisini Belediye Meydanını tıkabasa dolduran kalabalığın içine.Hem,sevgili Anacığına verilmiş sözü de vardı :“Askerden terhis olur olmaz,Kamu hizmetlerinde görev alacağım ve seni kraliçeler gibi yaşatacağım Anacığım,“dememişmiydi, 1962 Mart ayında terminalde kendisini askere uğurlayan gözü yaşlı Anacığına.Sözü sözdü ve ogün gelmişti işte…
Ortalık karınca sürüsü gibi bir sağa,bir sola koşuşturan insandan geçilmiyordu.Mey danın çevresine fırdolayı konuşlandırılmış olan pazarcı tezgahları tüm geçitleri kapatmış,sabahtan beri o tezgah senin bu tezgah benim,koşturmaktan tabanları yarılan yaşlı,genç erkek,kız ve kadınlardan oluşan yüzlerce insana mal beğendirmeğe çalışan pazarcıların ellerindeki atlet,fanila,eşarp,sutyen vb.giyim eşyalarını sağa sola sallayarak,kulakları tırmalayan kırağı çalığı(!) sesleriyle:
“Gel vatandaş gel..gel..geeel,batan geminin malları bunlaar!“
“İkizlere takkee!Ama ne takke bee…“
“Bir alan,birde almayan pişman…”
“Az önce,güzeller güzeli Türkan Şoray ablamız topunu birden almak istedi de vermedim dinim hakkı için…“
“Nezaman aldı lan hırbo?Yenişehir kiim,Türkan Şoray kim!..“ diye çıkıştı yakın tezgahlardaki pazarcılardan biri.
“Sen borsayı izlemiyorsun galiba emmioğlu!“diyerek pişkin pişkin sürdürdü kızıştırma işlevini,Türkan Şoray fantezisi yapan Pazarcı:
“Vay bee!Türkan Şoray ha!“diye sırıttı bir başka pazarcı.
“Bunu duymamış olayım..“diyerek ters ters baktı muhatabına fantezici satıcı.
Kalabalığın içinden otoriter bir ses yükseldi:
“Dalaşmayın oğlum,işinize bakın lan, işinizee...“
“Tamam tamam,sorun yok,“diye yanıtladı fantezicinin avukatlığına soyunan bitişik pazarcı.Ardından tüketicilere mallarını beğendirmeye çalışan farklı sesler doldurmağa başladı Cumhuriyet meydanını:
“Gel vatandaş gel,geeel!“
“Bir alan,birde almayan pişman bundan..“
“Bir dostluk kaldı haa,haydi koş koş koş!..“şeklindeki müşteri kızıştırma çalışmaları sonucu,kızgın güneş altında o tezgahtan bu tezgaha koşturmaktan anaları ağlayan tüketiciler bazen insani duygularla birbirlerine öncelik tanıyarak,bazende hayvani duyguları ön planda tekme tokat dövüşerek,ucundan kenarından yırtarcasına çekip çekiştirdikleri malları hırsla çantalarına sokuşturup ücretini de bir güzel ödedikten sonra,diğer tezgahlara yöneliyorlardı.
Meydan karınca gibi insan kaynıyordu.Yoğun nüfus sirkülasyonu içinde itiş kakış ulaşabildiği en yakın kırtasiyeciye zar zor attı kendisini:
“İyi Günler Hocam.Bana büyükboy bir dosya kağıdıyla,bir tükenmez kalem verebilirmisiniz lütfen?“
Atmış yaşlarında gösteren ince,uzun boylu, bıyıksız,hafif dazlak,esmer,babacan tavırlı bir adam olan kırtasiyeci,Yenişehir Ortaokulunun disipliniyle ünlü öğretmenlerinden Tabiatçı İsmet Göçmen’den başkası değildi.Ders Öğretmenliğinin yanısıra Müdür Yardımcılığı ve Disiplin Kurulu Başkanlığı görevlerini de yürüten İsmet Hoca,gerek kamu oyu nezdinde,gerekse öğrencileri arasında büyük saygınlığı olan seçkin bir Öğretmendi.Dolayısıyla da rahlei tedrisinden geçen binlerce öğrencisini ad,soy ad ve numaralarıyla birlikte,tek tek hatırlamasının yanında,öğrencilerinin velilerinide ismen tanıyan türü şahsına özel kişiliklerden biriydi.
“İyi günler yavrum,kağıt birinci hamurmu olsun?“
“Evet evet,beyaz olsun lütfen,birinci hamur…“
Arkasında bulunan raflardaki kağıt paketlerinden sağ elinin başparmak ve işaret parmağı aracılığıyla beyaz renk bir dosya kağıdı çekip çıkaran dazlak kırtasiyeci,kalem standından birde tükenmez kalem çekerek ikinci kez sordu müşterisine:
“Sarayım mı?“
“Hayır hayır!“diye yanıtladı Nejat çiftçiler kıraathanesini işaret ederek :“Gideceğim yer şuracıkta zaten.Sarmanıza hiç gerek yok.“
“Dilekçe falan yazacaksan burada yazabilirsin.”diyerek kasa olarak kullandığı ahşap masayı gösterdi İsmet Hoca.
“Teşekkür ederim Hocam.Arkadaşımla birlikte yazacağız...
“Nerede bu arkadaşın?”
“ Çiftçiler kıraathanesinde.”
“Ben tanıyormuyum?”
“Evet Hocam,tanırsınız.”
“Kimin nesi?”
“Çakırların İsmail derler.”
“Ooo!”dedi İsmet Hoca,”Tanımaz mıyım evladım,anne tarafından bizim akrabamız olur,ve de sapına kadar delikanlıdır İsmail.”
“Arkadaşım hakkındaki düşüncelerinize sevindim Hocam.Borcum nekadar?”
“On kuruş yavrum.Zarf da vereyim mi?”
“Yok Hocam,zarfa marfa gerek yok.Gideceğim yer,iki adımlık mesafede,” diyerek metal bir on kuruşluk uzattı .
“Hoşca kal Hocam!..”
“İsmail’in gözlerinden öptüğümü söylersen çok sevinirim.”
“Başüstüne hocam..”
Elinde kağıt ve kalem olduğu halde,koşar adım Çiftçiler kıraathanesinde kendisini beklemekte olan İsmail’in yanına dönüp,heyecandan titreyen parmaklarıyla kaleme sarılması sadece iki dakika sürmüştü:
Kaymakamlık Makamına
Yenişehir/Bursa
Orta düzey eğitimliyim.Askerlik hizmetimi yaptım.Uygun görüldüğü takdirde Kamu hizmetlerinde çalışmak istiyorum.Gereğinin yapılmasına emir ve talimatlarınızı saygı ile dilerim.
29.Nisan.1964 (İmza) A D R E S : Necat Manastırlı
Yenimahalle,Ahmetefendi Sokak,No:14,
Yennişehir/BURSA.
***
Hükumet Konağı’nın ikinci katındaki makam odasında önündeki kağıtları incelemek te olan Kaymakam,kapının peş peşe üç kez çalınmasıyla,başını kaldırarak kapı yönüne bağırdı sesi ni yükselterek:
“Geell!..“
Gel sesiyle birlikte aralanan kapıdan yirmiiki yirmiüç yaşlarında gösteren ve üzerin de pötükare bir ceket bulunan ürkek tavırlı bir genç girdi.Aralanan kapıyı yavaşça kapatarak ağır adımlarla kendisine doğru yaklaşmakta olan bu gencin makam masasına üç adım kala esas duruşa geçtiğini gören Kaymakam,eliyle çalışma masasını işaret etti:
“Yaklaş bakalım delikanlı,yaklaş!“
Buyrultuya uymadan önce,Yenişehir gibi koca bir ilçeyi yöneten ve toplumun bütün katmanları tarafından karşısında düğme iliklenerek saygı gösterilen, oldukça geniş bir odanın girişe göre sol tarafına konuşlandırılmış gösterişli bir masada oturan bu adama dikkatle baktı Necat.Otuz otuzbeş yaşında ya var,ya yoktu.Üzerinde konumuyla uyuşan lacivert bir takım elbise,elbisenin altın da beyaz bir gömlek ve boynunda da baklava dilimi bağlanmış bordo renk bir kravat vardı.Masanın altından gözüken siyah rugan ayakkabıları pırıl pırıldı.Uzun boyu,kilolu gövdesi,arkaya taranmış siyah dalgalı saçları,traşlı yüzü,palaya yakın bıyıkları,gözündeki kahverenk çerçeveli gözlükleri,gü
leç yüzü ve karşısındakine güven telkin eden babacan tavırlarıyla koltuğunu tam olarak dolduran tiplerdendi.
Arkasındaki duvarda bordo kadife ahşap bir fon, fonun üzerinde mareşal üniformalı bir Atatürk portresi vardı.Çalışma masasının solundaki duvarla masa arasında,üzerinde bir telefon ve gelmiş geçmiş Türk Devlet’lerini simgeleyen onaltı adet minyatür bayrak bulunan ahşap bir eta jer vardı.Masanın sağındaki duvar önünde iki adet dosya dolabı, bir adet portmanto ve önünde so luk bir halı üzerine konuşlandırılmış bulunan dört parçalık oturma grubu, bir adet sehba ve bir adet cam bardakla,bir cam sürahiden oluşan alışılmış demirbaş malzeme dışında,bu geniş odanın en, göz alıcı yanı,çift kanatlı ahşap bir kapıyla balkona açılması ve Cumhuriyet Meydanı’nın tam ortasında bir abide gibi yükselen yedi katlı saat kulesini görmesiydi.
Geçici bir figür olarak içinde bulunma onuruna eriştiği bu muhteşem tablodan o denli etkilenmişti ki,odada bulunma nedenini bile unutuvermişti.
“Yaklaşsana oğlum!..“
Kaymakam’ın ikinci uyarısıyla silkinip,toparlandı.Heyecandan titreyen bacaklarını sürüye sürüye masaya bir adım kalana dek yürüdü.Bir adım kala da tekrar esas duruşa geçip,elindeki dilekçeyi uzattı yüzü kıpkırmızı:
“Sayın Kaymakam’ım;ortaokul mezunuyum ve askerden yeni geldim.Zatıalileriniz de uygun görürlerse kamuda çalışmak istiyorum.“
Konuşurken başı dik, üslubu yumuşak ve saygılıydı.Ağzından çıkan sözcükler tane taneydi.Yeşil gözleri Kaymakam’ın kahverengi gözlüklerinin arkasında gizlenen gözlerine mıhlan
Mış gibiydi.
Uzatılan dilekçeyi ilk satırından son satırına kadar büyük bir dikkatle okumuştu Kay makam.Son satıra geldiğinde,başını dilekçeden kaldırmadan sordu.
“İşsizsin demek?“
“Maalesef efendim.“
“Daha önce bir yerlerde çalıştınmı?“
“Hayır sayın Kaymakam’ım,Yenişehir’de getir götür işleri dışında onurlu bir uğraş bulmak,kamu dışında hiç olanaklı değil.“
Odaya girdiği andan beri gözlemlemeye çalıştığı bu gencin duruş ve davranışlarıyla ifade tarzı,Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarına götürmüştü Kaymakam’ı:
Harput’ta çiftçilik yapan bir ailenin tek çocuğuydu.İlkokulu Harput’ta,liseyi Elazığ’da okumuştu.Ellili yıllarda lise ve dengi okullardan mezun olan gençlere sınavsız olarak üniversitelere devam olanağı tanınıyordu ancak,Lise masraflarını karşılamakta bile ciddi sıkıntılar yaşayan dar gelirli bir aile,üniversite masraflarını hangi güçle karşılayacaktı?
Yoksulluğun gözü kör olsun diyerek günlerce ağlamış, sonunda fakir üniversite öğ rencilerine devletçe karşılıksız burs verildiğini öğrenmesiyle ailesinden izinsiz olarak gittiği İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydını yaptırmış,yol ve kayıt masraflarını babasından gizli olarak karşılayan amcasına olan borcunuysa yaz aylarında bağ ve bostan işlerinde çalışarak ödeyebilmişti.Bu yüzden,karşısında yüzü kızararak onurlu bir uğraştan söz eden bu gencin içinde bulunduğu ruh halini çok iyi anlıyordu.
“Adın ne senin bakayım?”diye sordu babacan yapısına yakışan bir tebessümle.
“Necat efendim,Necat Manastırlı,“
“Nerelisin Necat?“
“Yenişehir’liyim ama köklerim Manastır’a…“
“Nerede bu Manastır?
“Balkanlarda efendim.Günümüzde Yugoslavya Konfederasyonu içinde kalan eski Makedonya Devletinin ikinci büyük kenti.”
“Hımm!“diyerek önündeki dilekçeye eğildi Kaymakam.Bir yandan önündeki dilekçe yi okuyormuş gibi görünmeye çalışıyor,diğer yandan da yapması gereken önermeyi kafasında şekil lendirmeye çalışıyordu.Sonunda:
“Eli ayağı düzgün.Ağzı laf yapıyor ve çağa uygun düzeyde eğitimli.Keşke elimin altında boş bir kadro bulunsaydı.Böyle gençler eliboş çevrilmemeli ve mutlaka devlete kazandırıl malarının yolları ciddi bir biçimde araştırılmalı,“diye iç geçirdiği bir anda;Kaymakamlık stajı sırasın da Emniyet Genel Müdürlüğündeki tesbitlerini anımsamıştı birdenbire.
Emniyet Genel Müdürü ve İl Emniyet Müdürleri dışındaki kadroların yüzde doksanı İlkokul eğitimliydi.Taşra örgütlerindeki yönetim kadrolarının yüzde onu iki yıllık Polis Enstitüsü mezunlarıyla,alaylı tabir edilen kurs mezunu amirlerden oluşur, yüzde doksan oranındaki ilkokul mezunlarıyla ülkenin iç güvenlik ve düzenliği sağlanmağa çalışılırdı. Bu tablo genç Cumhuriyetin taşra yönetimlerinde aktif görev alan mülki amirler için kanayan bir yaraydı. O kadar ki,bazı tiyatro toplulukları tarafından sahneye konulan Cibali Karakolu ve benzeri traji komik dramalar,gerçeği tam olarak yansıtmasa bile enazından:’Asayişi önce boz,sonra düzeltiyormuş gibi görünmeğe çalış’ prensibinden hareket eden Polisin eğitim düzeyiyle,algılama,strateji üretme,kurgulama ve kurguyu yaşama geçirme gibi yetisiyle, görev ifa tarzını,davranış biçimlerini ve psikolojisini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyordu.Bu handikapın ancak Polisin eğitim seviyesinin yükseltilmesiyle aşılabileceği yaygın bir görüş olarak Türkiye’nin gündemine lök!gibi oturmuş,yazar çizer takımı kırık plak gibi hep bu konuya takılmıştı.Hal böyleyken şu anda karşısında dikilen omuzları düşük bu gencin devletin kapısından eli boş gönderilmesi tam anlamıyla bir cinayet olurdu.Hoş,devletin diğer kurumları Polis örgütünden daha iç açıcı değildi ya; al birini,vur ötekine!..
“Bak delikanlı,“dedi.“Üzülerek ifade ediyorumki,Kaymakamlığımıza bağlı tüm bi birimlerde kadrolar ağzına kadar dolu.Ne var ki, yüce devletimizin sizin gibi aydın gençlere şiddetle gereksinim duyduğu da yadsınamayacak bir gerçek.Özellikle İlkokul mezunlarının egemen olduğu Polis Örgütleri’ndeki cehaleti kırma gibi bir misyon üstlenmeye varsan,ben şahsen elimden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırım. Ne dersin? Polis olmayı düşünürmüsün?..“
Düşünmek ne kelimeydi ki,Kaymakam’ın ağzından çıkan sözler kendisini olağanüstü heyecanlandırmış,kuş gibi çırpınmağa başlayan gariban yüreğini,bir kaç kuvvetli öksürükten sonra ancak normale döndürebilmişti.
Sonuçta Kaymakam tarafından Emniyet’e havale edilen dilekçe elinde,saat kulesin den başlayıp,Ziraat Bankası,Yenişehir Pasajı ve Kumaş Sokakla,Lapacı Sokağın kesiştiği noktadaki Emniyet Komiserliği binasına kadar süren yarım kilometrelik yolu,Cumhuriyet Caddesindeki insan ve araç Trafiğini yara yara beş dakikada ancak alabilmiş,Emniyet’teki büro memurunun,el yazısıyla yazılmış bulunan dilekçeyi beğenmediğini ima eden bir ifadeyle:
“Kişinin seceresi yazdığı dilekçeden bellidir arslanım.Var git bu dilekçenin aynısını bir Avukat veya Davavekiline daktiloyla yazdır da gel...Hem,boyunda birazcık kısaymış ammaa, neyse…” şeklindeki ağdalı buyrultusuyla,bir koşu saat kulesi karşısındaki”Vardar Avukatlık”Büro suna giderek,ikibuçuk lira karşılığında yazılan ikinci bir dilekçeyle ezile,büzüle tekrar Kaymakam ın karşısına çıkmak zorunda kalmış,ikinci başvuru nedenini açıkladığında:
“Şimdi ne demek istediğimi anladınmı Necat?Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun bir Kaymakam tarafından kabul edilen ve gerekli işlemlerin yapılması istemiyle Emniyete havale edilerek resmiyet kazanan bir dilekçe,ilkokul mezunu bir Polis Memuru tarafından havadan, sudan bahanelerle işleme konulmuyor.Bunun mantıklı bir açıklaması varmıdır sence?“sorusuna kıp kırmızı bir yüzle:
“Cehalet ve kompleks sayın Kaymakam’ım,başka bir açıklaması olamaz.”demekten başka bir yanıt bulmakta ciddi anlamda zorlanır olmuştu.
Sonuçta Kaymakam sözünü tutmuş, başvuruyla ilgili işlemlerin tamamlanmasından iki ay kadar sonra Ankara’ya çağırılan Necat,Emniyet Genel Müdürlüğü Başhekimliğince yapılan boy ve kilo tesbitini izleyen 29 Haziran 1964 tarihinde,Kayseri/Zincidere Polis Okulu’nda eğitime başlatılmıştı.
-SÜRECEK-
YORUMLAR
Yüreğinize sağlık efendim. Harika bir Yaşam kesitleri, gerçek yaşanmışlıklar ve zamanının zorlukları. Yaşanan olaylar yaşandığı zamanda çok etkin olsada yıllarlala birlikte sadece sözde kalıyor ve hikayeleşiyor... Merakla bekleyeceğim devamını...selamlar saygılar.