27
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1954
Okunma
Paldır küldür hazırlanıyordu, ayakkabısının tekini telaşla ayağına geçirirken bir yandan da annesinin zorla ağzına tepiştirdiği lokmaları uzun uzun çiğneyerek, adeta işkence altında olduğunu ima eder gibi bir sonraki kaşıktan vazgeçirmeye çalışıyordu annesini. "Haydi oğlum. Gayret. Bunu da al. Bak bu son." Yanaklarını sımsıkı kapatıp başını iki yana sert biçimde salladı, olmadı. Omuzlarını silkti, olmadı. Kaşığın sert ucu diken gibi batıyordu dudak uçlarına. Mecburen açtı ağzını ve bir çırpıda onu da yuvarladı yüzünü ekşitmeyi ihmal etmeyerek. "Bunu da..." Ayakkabısının öteki tekini de başarıyla giydiğine göre kapının koluna uzanabilmesi an meselesiydi. Durdu, sanki lokma boğazında kalmış gibi yapıp baktı annesinin gözlerine, imdat kopartırcasına. Kadıncağız telaşla içeri koşup bir bardak su getirmeye giderken de "Vın". Kapıyı açması ve yok olması beş saniyesini bile almamıştı. "Ah sen yok musun? Şeytanın oğlu. Babası gibi. Tıpkı babası yezid."
Hep gülümseyerek geçerdi yanımdan. Ya da en azından bir el işaretiyle alırdı gönlümü. Severdi beni, hem de çok. Ağabeyi olurdum türlü zamanlarda ve mutlaka uğrardı evlerine bitişik, madran suyu satan dükkanıma. Ama o gün, öylesine telaşla çarpıyordu ki sevgi dolu, minicik yüreği. Apartman kapısından çıkmasıyla kaldırımın ucunda soluğu alması bir olmuştu. Dükkan önüne tabure sermiş, öylece mahalleyi seyrederken onun koşturmacası kaçmamıştı gözlerimden. Sanki büyük bir meseleyi halletmeye ant içmiş gibi dünyayı ciddiye alan gözlerle bakıyordu sokağın karşısına. Vızır vızır işleyen arabaların arasında, bir durak anı bularak koşarak geçiyordu karşıya. Tam ulaştı derken, incecik bacakları kaldırım taşına yetişmişken, cebinden bir top anahtar ve birkaç tane de bilye yuvarlandı. Derhal döndü arkasını. Dikkatini heyecanına yenik düşürerek geriye attı adımlarını, eğildi çabucak ve durdu almak için cebinden yuvarladıklarını. Ama sürat soluyan bir araba duramadı. Oracıkta, gözlerim üzerinde, kalbim nefesindeyken çelik pençeler yerleşti başına. Kafasını hızla yere vurduktan sonra lastiklerin altında kalışına şahit oldu ufalan gözlerim. Çay ilk defa sıcaktı başka türlü. Bardağı da fırlattım içimdeki isyanı da eş zamanla... Koştum, sarıldım, bağırdım, sildim, aradım ama neticesiz kaldı uğraşlarım. Geç kalmadığıma milyonlarca defa yemin ederdim hiç susmaya kalkışmadan. Ancak vicdanım yetersiz kalmakla suçluyordu artık köşesine çekilerek beni. "Bazen erken başlasak da geç kalırız hayata" dedim ve abartısız sürüklendi derisi kalkmış yüreğim.
Bildiğin bütün masalları unutabilirsin gönlüm. "Bir varmış..." dersem "Bir yokmuş..." demeye mecbur kalacağımı bildiğim için mahkumum susmaya. Artık rüyalar zırhımı delmeye yeltenmeyecek. Koşulsuz bırakıyorum uykuları en tatlı yerinde. Sabahları girintisiz bir güneşle vedaya soyunacak ağabeylik çığlıklarım. Bir işe yarıyormuş gibi yapıp belki, sıradan bir esnafın babalık dürtülerini sığdıracağım bu dilini yutmuş şehrin temiz damacanalarına.
Kahvem soğumayacak bir daha hiç. Sabunla örtülü derisi buram buram kokarken sırnaşmayacak ağabeyine dünyayı bir çırpıda özetleyen gözleri. Ve ben onun yarıda kalmış, minicik sıkıntılarında geçmişimi aramaya çıkamayacağım. Yol almasını hiç bilmeyecek ufalmasını tetiklediğim davranışlarım. Sanki onu anlamak için onun gibi ve kadar solumak gerekiyormuşçasına hayatı... Ne kadar çeksem de içime, bana oksijenden ziyade sigara dumanı üfleyecek ertelenmiş mutlulukların efendileriyle paylaştığım sahte gökyüzü. Bulutlarını sığdıramam avuçlarıma, onun gibi tutsam da kuşların arasına sıkıştırarak, asla gülmesini beceremem, yetişmez kahkahalarım martılara.
Haftasonu Fenerbahçe ne yaptı? diye bir telaşım olmayacak, var olmayan bir topla koridorda koşturan bacaksız gelemedikçe yanıma. Peki ya bundan sonra mahallenin güzel kızlarına kim haber uçuracak? Ya da kapımın önünden bir güzel geçerken, sırf ona hava olsun diye saçlarını okşayıp gazoz parası vereceğim bir bitirimi daha yaverliğe kabul edebilir mi bu gönlüm? Ederse sızlamaz mı hiç? Küçülmez mi hayat izleri yıkarken tozlu caddeleri? Terlikleri ayağından fırlatmadan koşmazdı, gürültüsü taşardı sokağımızdan ve incecik parmaklarına bir tek kalem yakışırdı. Onu öpmeyi en çok, saçlarından ter süzülürken severdim. Onu yorgun düşüren her şeyin sevdalısı olmuştu dar görüşlü hayatımın sığınmacı sevgisizliği.
Çilek kokusu dolaşırdı dükkanın önünde. Üstüne birazcık toz şeker ve hep tanıdık gülümsemeleri. Dudaklarını biraz daha kırmızı yapmazdı ama üstüne abanan kötülükleri sandıkla denize atardı. Her ısırık sonrası başka bir yüz... İfadeler değişirdi, aynı sevimli çocuk tarifi olsa bile, sanki her lokmanın vardı ayrı bir hayat hikayesi. Hayal gücü yüzünden apansız kaçardı sonra. "Nereye ulan?" diye seslenirdim. "Gitmem lazım" derdi büyük adam edasıyla. Çok değil, bir saat sonra korkuluktan boynuma uzanan tiz bir ses, o saate kadar içimde biriken öfke ve kasveti söker alırdı. Kafamı yukarı kaldırmak çok anlamlıydı o esnada, bulutlara ulaşmadan evvel gördüğüm en büyük mucize olurdu masum gözleri.
"Seni çok seviyorum" derken cömertlikten uzak, olağan bir cümlenin kulağımda bitişiyle gücümün kesildiğini hissetmem gerçek olur muydu bir daha? Onun kahverengi gözleri devleşerek annesinin kucağına düşerken, içinden çıkılmaz bir hal alan masumiyetinden kim kuşkulanabilirdi ki? Belki de sevginin hayalini kurduğumuz homojenliğini koruyabildiği tek yer onun bir oda bir de salon yüreğiydi. Tanrı fısıldamıştı kulağıma: "Kötü bir sözü sahiplenmeden önce ruhunu iyice batır çocuğun kalbine. Suları aktıkça vazgeçecek, lal olmayı yeğleyeceksin." Beni susturabilen tek gürültüydü heyecanlı, hevesli halleri. Ben tuttum yeminlerimi.
Ona anlatacaklarım vardı. Hem de öyle çok ki... Büyüdükçe benim gibi olacak, benzeyecekti bana ya da ben öyle sanacaktım ilerledikçe günler.
Her şeyi ve herkesi önyargısız tek bir amaç için kabullendiği zamanlardı. Oyun... İyi vakit geçirmek... Maksat gözetmeden hazırdı sevmeye, kabullenmeye bütün çirkinliklerini bile yaşıyor olmanın verdiği. Bir gün insanları farklı oldukları için yargılamaya başlayıp, sadece kendisi gibi olanları toplamaya koyulmadan... Daha çok zamanı vardı o günlere ulaşmaya...
"Benim yanımdayken ona bir şey olmaz, merak etmeyin" derdim annesine. O da güvenir, teslim ederdi okul sonraları. Bazen ders bazen ise oyun... Sözümü tuttum ama bilinçsizce. Hayatı bilmeden ne kadar hafife almışım oysa? Benim yanımda değildi ama olabilirdi de gözlerini yumduğunda. Hasta olmasın diye gözlerinin içine bakarken ve sağlıkla geçirdiği her gün için dua ederken ölüm bu semte uğramaz sanırdık. Oysa tesadüflerden ibaretti bir günü iyi neticelendirmek, anlayamadık.
Kahvenin bir köşesinde kazadan bahsediyordu bir adam. Anlatırken ismi gelmedi aklına. "Fa Fe öyle bir şeyle başlıyordu çocuğun adı. Çıkartamadım" dedi. Diğerleri "Ah vah "çekerek lanet yağdırdılar trafik canavarına. Ben söylemedim, söyleyemediğimdendi asık yüzüm ve hatta sadece benim hafızamda kalsın diye paylaşmak istemedim. Her şeyin olağan karşılanmasınaydı isyanım. Arkamızı dönüp hayatımıza devam etmemize ve unutmaktan uyuşmuş, kötü ambalajlı beyinlerimize kusuyordum kinimi. "Yarın bugünümü zor hatırlarken, dün ve nice dünlere anlam katan sevgileri sahipsiz bırakacağımız için hayırsız, çıkarcı soluklarız biz" diye engebeyle kuşatıyordum sızlayan yüreğimi. O adam veya yüzü bana dönük bir başkası... Hiç kimse olmamalıydım bu hikayede. İçinde çokça yer aldığım, kısacık ömrünün bitiş çizgisindeki meraklı gözlerimi kapatıyordum derin bir "Ah" çekerek.
Yas tutmak her zaman herkes için kutsaldır bana göre ve şov devam etmez yaşlı gözleri silmenin maharet sayılıp alkışlandığı kentlerde bile. Ben ve bana ait ruhum o insanlarla birlikte yaşamıyor, o yüzden bir nebze olsun müsterihim. Bir köşeye çekilip mümkünse hiç konuşmamayı saygıdan değil düşünceden ibaret sayıyorum. Neden? Öyle çok, belirsiz ve tuhaf haller ki...
Ona sakladığım onlarca kent masalları vardı. Teker teker beliriyorlar gözlerimde. Hiç benim olmayan ama kahramanlarını yıllarca mabedimde taşıdığım hikayelerin tekrarlarını, sanki bilmiyormuş gibi onun küçücük ağzında dinlemek nasip olmadı, çok üzgünüm. Güzel sonlara alışkın ve beklemeye hevesli nur gibi ışıl ışıl gözleri ben susunca kaybolup gitmedi. Sesimden, feryadımdan evvel ışıkları söndürmüştü elleri. Bir gün karşılaşırsak ertelemeyeceğim ama. Söz veda etmeyi bilmezmiş çünkü. Ben artık "Yarın olmaz şimdi, bugün" diyenlerden yana saf tutacağım. Bir şeyi düşünüyor veya arzuluyorsanız "Artık çok geç kalmışsınız demektir."