ÖLÜMÜN SESSİZLİĞİ
Maviyle pembe tango yaparken gökyüzünün derinliğinde, o hayatını değiştirecek konuşmanın kararını verdi. Usul usul kazmayı toprağa saplayıp büyük bir parçayı kopardı. Çukuru kazması tam bir saatini aldı. Başını semaya kaldırdığında siyah ve kırmızı tangoya başlamışlardı. Siyahın tek başına hakim olacağı derinlerdeki yaradana usulca şükretti.
Kerpiç evin kapısını itti. Gıcırdayan kapıya adım attığı tahta zemin de eşlik etti. Sıcak ekmeğin kokusu başını döndürdü.
“Recep efendi sofra hazır.”
“Abdest alıp gelirim.”
Abdest alırken kararını düşündü. Otuz beş yıllık karısına bunu nasıl söyleyeceğini hatırlayınca derin bir of çekti.
“N’oldu Recep efendi gene mi bir yerini çarptın?”
“Ya havle…” Mutfağın eşiğinde durup yer sofrasına baktı. “Hanım her fırsatta beni rencide etmen mi lazım? Evet biraz sakarım ama her oflayıp pufladığımda bir yerini mi çarptın diye soracağına bir derdin mi var diye sor.”
Gıcırdayan tahtaların eşliğinde yatak odasına yürüdü.
“Nereye? Daha yemek yemedin.”
“Ben yatıyorum. Allah rahatlık versin.”
Somyaya kendini bıraktı. Gözlerini rutubet ve koyun yünü kokan odanın tavanına dikti. Bir yıl önce bakkal Rüstem’in, kahveci Rıza efendinin söylediklerini hatırladı. Kasketini kaldırıp kelini kaşıyan Rüstem “Arkadaş sen oralarda yapamazsın. Evi satma. Bakarsın geri dönersin.” dediğinde adamın omzunu tutup sıkmıştı. “Düşündüğün için sağol Rüstem ama ben gerçekten sakin bir yaşam istiyorum.” demişti. Rıza efendiye ne demeliydi? “Buraları çok arayacaksın.” Bu cümle beyninin içinde yankılandı. Yüreğini güden çobanın gülümsemesi zihnini bulandırdı. Sağa döndü, yün yastığı başının altına yerleştirdi. Kanser yapan silikon yastığını şehirde bıraktığına hayıflanarak sol tarafa döndü. “Of of! Ben nasıl bir iş yaptım.” diye mırıldandı. Sofada karısının ayak sesini ve gıcırdayan tahta zeminin sesini işitti. Gözlerini sıkıca yumdu. Nefes alış verişini düzene sokmaya çalışırken karısı odaya girdi. Kalp atışları hızlanmış nefesini tutmuştu.
“Recep efendi, uyumadığını biliyorum kalk konuşmamız gerek.”
Korkunun ecele faydası yoktu. Recep efendi gözlerini açıp yatakta doğruldu. Birkaç dakika birbirlerine baktılar.
“Senin bir derdin var ve bana söylemiyorsun. Ben kaç yıllık kocamı tanımaz mıyım?”
“…”
“Hasta falansın da bana mı söylemiyorsun. Dur bir ateşine bakayım.”
“Yok benim ateşim falan yok hanım!”
“Eeee! Söyle o zaman n’olduğunu!”
Ellerini beline koymuş heybetli bir halde karşısında duran karısına söyleyeceği şeyin karşılığını düşünmek istemeden yavaş yavaş “Hanım, ben… Düşündüm ve daha doğrusu ne zamandır sana bir konuda danışsam diyordum.”
“Bana danışmak mı bu kadar canını sıkıyor?”
“Hanım tabii ki hayır. Ben düşündüm ve şehre…”
“Ne şehre mi?”
“Yahu dur yanlış anladın.” Yataktan kalkıp karısının karşısına geçti. “Ben bir tuhafım…”
“Ben senin tuhaf olduğunu otuz beş yıldır biliyorum zaten. Biz şehrin kirli havasından, gürültüsünden kaçmadık mı? Şimdi kalkmış bana şehre gidelim diyorsun.”
“Şehre gidelim demedim. Beni konuşturmuyorsun ki.”
“Demediysen bile diyecektin. Hormonlu yiyeceklerden sağlığımız bozuldu. Trafik stresi bir yandan, kirli hava bir yandan ciğerlerimiz patlama noktasına geldi. Gökdelenlerden gökyüzünün maviliğini unuttuk. Betondan toprağın rengini unuttuk. Bırak Allah aşkına biz doğayı yaşamak için, ruhumuzu arındırmak için buraya gelmedik mi?”
“Hanım haklısın ama ben bu evden kırk sene önce çıktım. Topraktan ürün almayı unutmuşum. Bedenim bu çalışmaya karşılık veremiyor. Yaşlandığımı ve …”
Bir süre sustu. Boğazına yerleşen düğümün çözülmesini bekledi. “Ve ölümün yaklaştığını hissediyorum. Dışarıda derin bir sessizlik var. Ölüm sessizliği. Televizyon ve radyo yok. Telefonumuz bile yok. Başımıza bir şey gelse doktora götürecek kimsemiz yok. Ambulansa nasıl haber vereceğiz.” İri bir gözyaşı yanağından yuvarlanıp göğsüne düştü. Kalbi sıkıştı, nefes almak için boğazını sıvazladı. Sendeledi.
“Recep efendi, Recep efendi n’oldu? Gel otur şuraya.” Karısı kolundan tutup yatağın kenarına oturttu.
“İyiyim, iyiyim bir bardak su getirsene.”
Kadın hızla mutfağa gitti. Gıcırdayan tahtaların sesini bardağa dolan suyun şarıltı sesi aldı. Karısını kapı aralığından görüp gülümsedi. Hayat arkadaşının getirdiği sudan bir yudum alıp titreyen dudaklarıyla “Sessizlik ölümü hatırlatıyor ve burası hep sessiz. Ölümden değil seni bir başına bırakmaktan korkuyorum. Şehre geri dönelim. Yaşamı hissedip ölümün sessizliğini düşünmeyelim. Gürültü, kirlilik, hormon, stres altmış yaşındaki bize hayatın sunduğu ölümü getirecek ama burada da sessizlik ve toprak. Boş ver burada seni ardımda bırakıp gitmek istemiyorum.”
Karısının ıslanan yanaklarını silip alnından öptü. Sessizlikte yüreklerini güden çobana sevgilerini sunup sarıldılar.
“Tamam, yarın eşyaları toplarım. Şimdi yemek yiyelim olur mu?” Kocasının elinden tutup odadan çıkardı. Sessizce yemeklerini yerlerken ölüm yüreklerine yalnızlığı salmıştı. Yalnızlık, sessizlik ve ölüm yeni mekanlarına kurulurlarken Recep efendiyle karısının gözlerinde hüzün usulca bekliyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.