- 606 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR YUDUM KÖY ENSTİTÜLERİ
GELECEĞİ ÇALINMIŞ KÖYLÜMÜZ/EFENDİMİZ
Köylü milletin efendisidir,sözüyle büyük ideailini devam ettirmek istemişti sevgili Ata.
*
Bir millet düşünün ki hemen Büyük Savaş sonrası, tüm uluslar nazarında,her alandaki dehası ve ileri görüşlüğü tasdiklenmiş şahsiyetiyle-Mustafa Kemal’le-büyük azim ve kararlılıkla inşâ ettiği şu anki yurdumuzu, ileri devletler düzeyine getirebilmek için burada kazandığı başarısını, eğitim alanında da göstermek istemiştir.Dolayısıyla 1935’te 16 milyon insanımızın 12 milyonun okur-yazar olmadığı ülkemizde bu ideali,Batılı sisteme en yakın ve muvaffakiyete kısa zamanda ulaştıracak –tabi Batılı sistemin kendi yapımıza uyarlanmış şekliyle-yaparak yaşayarak öğrenmek, ezberci, tamamen soyut sistemden uzak durarak ve dönemin her alandaki ihtiyaçlarına yerinde cevap verecek sistemi ve okulu ,yine nüfusumuzun 12 milyonun yaşadığı köylerde inşâ etmek istemiştir.Nihayet dünya klâsiklerinin büyük çoğunluğunun, döneminde çevrildiği büyük önderlerimizden biri ,gönüllerin Milli Şef’i zamanında ilk adım atılmıştır. Milli Şef, bunu Türk eğitim sisteminin babası diyebileceğimiz Hasan Ali Yücel,Mustafa Necati,İsmail Hakkı Tonguç ve Saffet Arıkan gibi bilinçli,kendisinin ve çevresini menfaatlerini halkının kazançlarından yeğ görmeyen şahsiyetlerle gerçekleştirmek için 1940 yılında işe koyulmuşlar,koyulmuşlar ;ama o bildik işgüzâr,hiçbir yenilikten anlamayan,hep esaret,altında yaşamak isteyen ve bundan her daim haz alan ,gerici zihniyet varlığını hemen cılız da olsa hissettirmiş ; Meclis’teki oylamaya katılmamışlardır.Bu bilinçsiz uğurda sadece gericiler mi vardı;elbette hayır,Güneydoğu’nun bugün de varlığını ,en son kıvamında- bazılarına göre-hissettiren o meşhur ağalar ,hiç eksik olur mu!Çünkü onlar,bölgenin tek yöneticisi,binlerce dönüm arazinin ve gelirlerinin toplayıcısı,onlarca köyün,büyük ve küçükbaş hayvanın, yüzlerce kadın,çocuk ve erkeğin ve de en önemlisi milyonlarca insanın geleceğiyle ilgili gelişmeleri yaratan Türk yönetiminde söz sahibiydiler.Bırakırlar mı bu çıkarları, haraç mezat pazarda dolaşan bu erk sahipleri.İster mi köylüsünün bilinçlenmesini,ister mi binlerce dönüm arazisinin “Toprak Reformu”yla dağıtılmasını,bugünkü ağalarda olduğu gibi.Bakınız işte, bugün de modern haraççı mezatçı ağalara hepsi birtakım yerlerde ve önemli işlerde.İşte,köylüsünün bu zihniyete başkaldırdığını,yeni yetişen çocuk ve gençlerin babalarından tamamen farklı fikirde olduğunu,şeyhlerinin dizinin dibinde oturmadıklarını, elini ve eteğini öpmediklerini,ağalık istemini ve köylünün fakirliğini sorguladığını,bilime,sanata,teknolojiye ve aklın hakimiyetine güvenini, devlet erkanındaki idealist,kararlı ve fedakâr yöneticilerin çabalarını ve bu çabaların meyvelerini gören içi-dışı kara insanlar(!) derhal harekete geçmiş ,dönemin ve sonraki dönemlerin de tüm karanlık ve sorumsuz işlerinde parmağı olan siyasî yöneticileriyle yek vücut müdafaaya geçmiştir.
İlim,irfan medarı Köy Enstitüleri zamanında ,bugünkü lise ve üniversitelerde pedagojik formasyon ve diğer eğitim bilimleri kitabında,en etkili eğitim kuramlarından biri olduğu kanıtlanan,görülen ve dünyadaki çeşitli eğitim ortamlarda uygulandığı/uygulanan John Dewey’in yaparak-yaşayarak öğrenme(Araştırma-İnceleme Kuramı) sisteminin tesirlerini de bilmekteyiz.Büyük Önder’in savaştan sonra ilke ve inkılaplarını açıkladığı ve bunları uygulamaya koyduğu bu sürecin,en tesirli öğretim ve öğretimden sonra yayılma ortamının, eğitim sistemi ve mekanı olduğu aşikardır.Tabi,bu sistemin ve mekanın dönemin nüfus şartlarına göre köyler ve Köy Enstitüleri olduğu görülmüştür.Sistemin ülkemizin sadece belirli gelişmiş yerlerde icra edilmeyip yurdumuzun doğusundan batısına,kuzeyinden güneyine şartların en elverişli olan yerinde inşâ edilmesi,eğitimin toplumun her kademesine yayılması amacının ne kadar yerinde ve isabetli olduğu ,aklı başında olan herkes tarafından idrak edilmektedir.Bu enstitüler zamanında,okullarda ebe,sağlık memuru,bilinçli çiftçiler,marangozlar…yetiştirilmekte,her uygulamalı ders için gerekli materyaller devlet tarafından karşılanmaktadır.Örneğin bir müzik sınıfında,demirbaş eşya olarak bir piyano,onlarca flüt ve mandolin vb. bulunur ;öğrenciler bunları kullanarak öğrenirdi.Ayrıca bir öğrenciye yılda takriben 30 kitap okutulurdu.Bugün bizlere ve diğer milletlere, Japonların yılda ortalama 17 kitap okuduğu ve bu sayıyla dünyada ilk sırayı aldığı yazılı ve görsel medyada imrenilerek verilmektedir.Bu oranla, bizim o zamanki oranı bir kıyaslayınız;neticeye ön bakışta bulununuz.Böyle okuma alışkanlığı edinmiş ve şu öyküde anlatıldığı gibi okuma azmiyle yoğrulmuş çocuklarla, bugünkü dünyanın başarılı ülkeler sıralamasındaki yerimizi tahmin edebilirsiniz.
“Bir gün, Kepirtepe Köy Enstitüsüne** ziyarete giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir kız öğrenciye, çantasında neyin olduğunu sorar. Kız çantayı açar, göstererek ‘ Bir parça ekmek, bir parça köfte ve bir de Dünya Klasiklerinden bir kitap ‘der. Bunu görünce mutlu olan ve şu sözü cömertçe sergileyen sevgili Milli Şef’imizin dediği gibi “Ne zaman Türkiye’de, erinden generaline, sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar, herkes, ekmekle kitabı bir araya getirebilirse, gerçek kalkınma başlamıştır demektir.” sözünü tutar, özgüvenini kazanmış ,kendini her ortamda bilgisiyle,okuduğuyla ifade edebilen öğrenciler yetiştirirsek işte o zaman,1945’te iki atom bombası yiyip helak olan;ama hiçbir zaman bunu unutmayarak gecenin on birine kadar çalışan,mahallelisinden ve yakınlarından utanmamak için çalışma saatini bırakıp evine erken gelmeyen,idealist fikirleriyle dünyanın geldiği modern anlayış ile geleneksel anlayışlarını harmanlayan ,teknolojinin mimarı ,Robot Asimo’nun yaratıcısı Japonlarla aynı kerteye gelmiş oluruz.İşte, bu gelişme fikriyle kurulan ve kısa zamanda binlerce bilinçli kadın-erkek öğretmen,çiftçi,marangoz,sanayi ve sınai alan elamanı yetiştiren enstitüler, kabuğunu kıran milletini, hasta adam sıfatından tamamen kurtarmak için canhıraş faaliyet göstermiştir ;ama bu kalkınma ruhu ,hem iç zararlı kafalar hem de dönemin -bugünde olduğu gibi- jandarması ve onun alt rütbelerinin dikkatini çekmiş,bildik malum plânı -cahilleştirme,mantıksızlaştırma,her alanda duraklatma,geriletme, birbirine düşürerek ortam güvensizliği yaratma,merkezi yönetimi güçsüzleştirme,farklılıkları fark ettirme,yaraları kaşıtma,toprakların alt ve üstündeki zenginlikleri kendi güdümündeki kompradorlara peşkeş çekerek yönettirme vd.- enstitüler üzerinde uygulamaya başlamıştır.Maalesef bu ve yukarıda saydığım etkenler,enstitülerin ömrünü kısaltmış,önce kuruluş özelliğini değiştirecek gelişme 1947’de ortaya konmuş daha sonra ise 1954’te tamamen büyük hayalin sadece hayal olmasıne neden olunmuştur.Mevcut menfî gelişmelerde özellikle malum bir şahsiyet ve partisinin bu yöndeki faktörünün üzerine, kimse, onların eline su bile dökememiştir.Gençliğe Hitabe’de üzerinde önemle durulan ve kesinlikle ondan uzaklaşılması telkin edilen, şahsi hırs ve menfaatler uğruna,bir güzel hayalin kırılışı, maalesef müstevlilerin emellerine sunulmuş,dirilişe kalkan milletin tekrar marazî duruma sokulmasına müsebbip olmuş ve adeta hastasını iyileştirmek bir yana ona ötenazi yapmak isteyen frankenstein doktorların eline teslim edilerek bir büyük millet iyileştiremez hale getirilmiştir.
Tamamen bilimsel,akılcı ve çağdaş yöntemlerle,kadın erkek ayrımı gözetilmeksizin varlığını, gelişmiş beyinlerde kabul ettiren Köy Enstitüleri üzerinde en çok oyun oynayanlardan biri olan ağalar ve özellikle bu ağaların mevcut yönetime rest çekişi ve onları oy konusunda tehdit edişi,İsmet İnönü ve yönetimini rahatsız etmiş ,henüz emekleme sürecindeki bu güzel hayalin yıkıma terk edilmesine sebebiyet vermiştir.İşte, bu yıkımın müsebbibi ağalar ağası, bir sözünde, ülkede çok partili hayatı inşâ eden Milli Şef’e,tehditkâr bir tutumla,bu okulları kapatmazsanız ,sizin getirdiğiniz seçim sisteminde ülkeyi yönetme erkini kazanamazsınız,deme cesaretini göstermiştir.Bir başka Tepegöz ise, içinde bulunduğu durumun insanlık açısından faydasız ve tamamen onun zararına olduğunun farkında olup “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler” cümlesini söyleyecek kadar ileri gitmiştir.Fakat zaman o kadar güzel bir aynadır ki kimin kafa kesip kimin kesmeyeceğini, sarı sayfalarını açarak aklını kullananlara cömertçe nesnel bir tutumla seyre sunmuştur.Halbuki bu sözü sarf eden ve bu sözün doğruluğuna inanlar,o sarı sayfalara şöyle bir baksa kendi milletinin en çetin şartlarda içten,sırtından nasıl hançerlendiğini, önünde siyah sisler bulunan gözleriyle az da olsa görebileceklerdir. Bu Tepegözlerin cesaretinin kaynağı, tamamıyla ellerinde bulunan ve sadece oy zamanı, insan kılıfına sokulan ve varlığı hissedilen daha sonra esamisi bile okunmayan ,cühela bırakılmış,arka bahçesindeki oy deposu köylüdür.Ve böyle menfaatlerin hasıl olduğu bağlamda- ne tesadüftür ki- o zamanın gelişmeleriyle bugünkü ağaların anlayışı (!)ve cesaretine şahit olunduğunda, çıkar uğruna hangi politik anlayış ve temsilcilerinden olursa olsun, farklı politik unsurların bir araya gelerek kendi hikâyelerinin Tepegöz’ünü oluşturduğunu görmekteyiz.Bu menfî gelişmelerin o günkü haliyle bugünkü halinin bazı hallerde kesiştiğin de farkındayız ;ama unutulmamalıdır ki her Tepegöz’ün olduğu yerde bir gün,kötü gün dostu halk kahramanı Basatlarımız çıkabilir ;en mühim enstrümanını, bir ideal uğruna büyük bir karalılıkla hiç hata yapmadan kullanabilir.
Zamana,zemine ve çağın gereksinimlerine yerinde müdahaleler yapan,Büyük Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin felsefesini vücudunun en derin yerinde muhafaza eden ilkeli bu okullar ve onların mezun olup ülke hizmetine sunduğu liyakat sahibi gönüllü görevliler, “Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır.” diyen Büyük Önder’in modernlikten ve milleti uğruna taviz vermeyen düşüncelerinden, “Kitap mermi gibidir” sözünün sahibi İsmet İnönü ve İsmail Hakkı Tonguç,Saffet Arıkan,Mustafa Necati ve Hasan Ali Yücel gibi bakanlık yapmış ulvi şahsiyetlerin fiillerinden feyz alarak görevlerini başarıyla ifa etmişlerdir.Bugün hangi görüş,felsefî inanç ve düşünceden olursa olsun oradan mezun olan ya da aile fertlerinden mezun bulunan biriyle hasbıhalde bulunsanız, hemen bu enstitülerin methini yaparlar.Fakat nerede ilim,irfan,düşünce yönünden fukara ve insanlık için bir şey yaratma gayesinden sıyrılmış bir cühelâ güruhu görseniz,onların anlamsızca,rastgele bir araya getirdiği seslerin kötü komşuluğunu ve nefsini bir türlü köreltememiş ve muhtaç olduğu şeyi ele geçirdiğinde insanlığa ait olmayan bir sesi çıkardığını duysanız,biliniz ki orada bu ilim yuvasına atfen-sözüm ona- görüş lakırdısı etmektedirler.Halbuki bu Köy Enstitüleri’nin varlığı idame ettirilip eğitim-öğretim günün şartlarına ve dünya eğitim eksenine adapte edilseydi bir devleti, devlet yapan erkleri tanır ve şu yüz perdesi açılmayası maddeleri tanımamış olurduk.
*Köyden kente göçler olmazdı.
*Siyasi cinayetler olmazdı.
*Yoksulluk,hırsızlık,gasp olmazdı. *Hapishanelerimiz dolu taşmazdı.
*Okumayan çocuk kalmazdı.
*İMF’nin oyuncağı olmaz; ona
*Çorak toprak kalmazdı. yalvarmazdık.
*Boşa akan, kullanılmayan, değerlendirilmeyen su kalmazdı.
*AB ye yalvarmaz, küçük
*Dışarıdan sanayi ürünü almazdık. düşmezdik.
*Dışarıdan tarım ürünleri almazdık.
*İhtilâller olmazdı.
*İhracatımız ithalatımızdan az olmazdı.
*Kimse bir karış toprak
*Heykeller yıkmazdık, resimler yırtmazdık. isteyemezdi.
*Böyle heykelin içine tüküreyim diyenleri tanımamış olurduk .
*Üretim yapmayan fabrikalar açmazdık.
*Üretim yapan fabrikaları yıkmazdık.
*Özelleştirme olmazdı.
*Terör ve terör cinayetleri olmazdı.
*301’i tartışmazdık.
*Paralı eğitim olmazdı.
*Dershaneler olmazdı.
*81 ile öğretmensiz, araç gereçsiz üniversite açmazdık. (**)
(*)Köy Enstitüsüyle ilgili resimler Hasanoğlan Öğretmen Lisesi sitesi,İsmet İnönü’nün resmi internetten temin edilmiştir.
(**)İşaretiyle belirtilen yer alıntıdır.
Ibrık-ı Tûmenî
Not : Yazımı makale kısmına atacakken dalgınlıkla deneme kısmına gönderdim.Özür dilerim.
YORUMLAR
bu mugataların modası geçti artık, moda olduğu yıllar cumhuriyetin kurulduğundan sonraki dönem, yani köy enstitülerinin de yürürlükte olduğu zaman. Öyle sıkı başladı ki sistem işe, köy enstitüleriyle zirve yaptı ve chp döneminin son yıllarında, inönü döneminde zirvenin de zirvesinde aslından uzaklaştı. SOnra ne mi oldu? milletin gerçek temsilcisi iş başına geldi. Chp nin başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. nasıl olurdu da chp dönemi sona erebilirdi, nasıl olurdu da bu zihniyet halk tarafından yönetimden uzaklaştırılırdı! işte o zihniyet(!) boş durmadı, halkın büyük ölçüde teveccüh ettiği insanı, menderesi astı!!!! bakar mısınız medeniyete, bakar mısınız moderniteye, bakar mısınız çağdaş uygarlık türküleri zırvalayan zırvacılara! chp zihniyeti bir başbakanı asmıştır! halkın gözü açılmıştır artık, bu zihniyetin yolu kapanmıştır. geriye sadece buralardaki mugatalar kalmıştır onlar da önemli değil, buyrun, konuşun, başka bir şey gelmez elinizden nasıl olsa.